Kelime mânâsı “yol” olan tarîkatın gayesi, marifet-i İlâhî (Âlemlerin Sahibini bütün isim ve sıfatlarıyla tanımak, idrak etmek) ile Peygamber Efendimizin (asm) gölgesi ve sâyesi altında kalp ayağıyla, rûhânî bir seyahat neticesinde, zevkî, hâlî (yaşayarak) ve bir derece şuhûdî (gözleme dayalı) îmân ve Kur’ân hakikatlarına mazhariyettir.
Tarikat ve tasavvuf, insanlık sırrının; ulvî mertebe ve kemâlâta götüren hizmet yollarıdır. Tarîkat başta ikiye ayrılır:
1- Cehrî, 2- Hafî
Sonra herbiri kendi arasında çeşitli mesleklere, meşreplere, kollara ayrılırlar. Her tarikatın kendisine mahsus bir zikir, şükür, uslûb, metod ve virdi vardır.
Tarîkatın, insanlığın kemâline vesile olmasının ve hadsiz âhiret faydalarının yanında, dünyevî faydaları da pek çoktur. Dağdağalı, perişan, ağır hayat şartlarından, problemlerinden bunalan insanlar; ancak zikir, fikir ve şükür halkaları ile bir araya gelerek dayanışma içine girerler ve birbirine teselli verebilirler. Patlama derecesine gelen nefsânî ve insânî duygular ancak bu sayede teneffüs eder ve rahatlar. Bu da emniyet ve asayişin en büyük teminatlarından birisi. Halbuki, Cumhuriyetten sonra devleti yapılandıran ve kontrol mekanizmalarını ele geçiren idâreciler, bu gerçeğe kulak tıkadı.
Bütün ehl-i imân, kendi meslek ve meşrebini devam ettirmek, hizmet metoduna ve üslûbuna sahip olmak, mesleğini ve bulunduğu cemaati sürdürmek şartıyla, İslâmiyetin istediği “ihlâs, uhuvvet, kardeşlik, ittihad”ın sırlı gücünü kazanabilir.
Bediüzzaman, Mektûbât isimli eserinde tasavvuf-tarikat hakikatini tahlil eder, faydalarından uzun uzun bahseder.
Tarikatların en son noktasının imân hakikatlerinin inkişafı olduğunu söyler ve tarikatların, dalâlet ehlinin hücumu zamanında imânı muhafaza ede geldiğine dikkatleri çeker.1
Tarikatın en önemli özelliklerinden birisi olan seyr-ü sülûk denen mânevî seyahat ve gözlem ile yolculuğun anahtarları ve vasıtaları da Allah’ı anmak, tanımak, zikretmek ve tefekkürdür. Bu da, kâinatı, varlığı, yaratılanı gözlemlemek, incelemek, onlara yaratanları hesabına bakmayı gerektirir. Hayatın dağdağaları, problemleri sıkıntıları çoktur. İnsan hemen her saat, hergün, çeşitli engellerle, üzücü olaylarla karşılaşır. İşte hayatın bu ağır şartları, problem ve sıkıntılarından bir derece kurtulmak ister. Sıkılan ruhunu dinlendirmek arzu eder. Başına gelen hâdiselerden dolayı tesellî bekler. Üzüntü ve kaygı verici olayları unutacak bir meşgale ister. Bunun da çeşitli yolları vardır: Herhangi bir iş ile meşgul olup üreterek, kendini sanata vererek, hobilerini gerçekleştirerek olduğu gibi, problemleri unutma şeklinde de bu ihtiyacı giderebilir.
Unutma da, ya uyuyarak, ya aklı uyuşturarak veya oyun ve eğlenceye dalarak hisleri iptal etmekle olur. Yâni, alkol veya uyuşturucularla unutkanlık perdesi arkasına saklanılır ve problemlerden uzaklaşıldığı sanılır. Bunun faturası ise pek ağırdır.
Diğer taraftan insanlar, hemcinslerinin başlarına gelen felâket, üzüntü ve sıkıntılardan dolayı kendilerini tam teselli edemez. Ya karşısındakinin sıkıntılarını tam hissetmediğinden (empati yapamadığından), anlayamadığından; ya kendisi de bir sıkıntı ile karşı karşıya bulunduğundan; ya hayatını kazanmak mecburiyeti olduğundan, ya güçsüz, zayıf olmasından, ya kıskançlığından veya sırf kendisini düşündüğünden, hemcinslerinden uzaklaşır. Ne teselli edebilir, ne teselli bulabilir...
Dağlarda, derelerde veya kalabalık şehirlerde yaşayıp “yalnızlık” içinde kıvrananlar, dostluk, komşuluk, akrabalık gibi ilgi, münasebet, yardımlaşma ve teselliyi bulamıyor. Aynı apartmanda oldukları halde, yine günlerce, haftalarca, aylarca ve hatta yıllarca birbirinden uzaktalar! İşte yalnızlığın vahşetini, sıkıntısını ancak, kalbi tefekkür ve zikirle “Allah” diyerek işleterek tesellî bulabilir insan. Bunu tarikattaki zikir, fikir, şükür, tefekkür ve sohbetle gerçekleştirir:
“Zikrettiğim Hâlıkımın, her tarafta kulları vardır ve yaratılışta kardeşim olan bu varlıklar, mükemmel bir nizam ve intizamla terbiye ediliyorlar, öyle ise yalnız değilim, vahşet ve yalnızlık korkuları çekmek boşunadır...”
Artık tefekkür ufku nerelere kadar açılıyorsa, kendisini o derece tesellî eder. Allah’a şükreder, huzur ve mutluluğu yakalamaya çalışır. Allah dostlarının, gerçek tarikatın eğitim ve tefekkür potasından geçerek olgunlaşan kâmil insanların, mutluluk ve huzurlarının yüzlerinden okunması, yersiz ve boş korkulara kapılmamaları, tevekkül etmeleri, mütebessim olmaları, kendilerinden ziyâde sâir insanların imdadına koşmaları, bu sırrı yakalamalarındandır.
Dipnotlar:
1- Mektûbât, s. 430.
19.09.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|