Muzaffer KARAHİSAR |
|
Ölümlü dünya |
Ölümlü dünyada, su gibi akıp giden zaman içersinde ömrümüzü iyiliklerle, güzelliklerle, hayırlarla ve ibadetlerle süslememiz gerekiyor. Geçen zaman içerisinde geriye dönüp baktığımızda hataları ve günahları görüp pişman olmamanın yolu da bu olsa gerek. Ya da bizim yüzümüzden kötülük görmüş, hakkı zail olmuş, zarara uğramış ve bu yüzden çaresiz kalıp bedduaya yönelmiş insanların bulunmamasına büyük gayret göstermeliyiz. Bu noktayı bir hayat düsturu olarak aklımızdan hiç çıkarmamak için, yaşadığımız hayat içerisinde, etrafımıza baktığımızda çok örnekler, dersler ve ibretler vardır. O, bir köşede karyolasının üstünde oturuyordu. Selam verip, hal-hatır sorarken birden kendimizi altmış, yetmiş sene gerilerde bulduk. Yapılan bu görüşme ve sohbet, doksan yedi yaşına basmış bir insanla yapılması nedeniyle bir asra yakın hayat tecrübesini yansıtıyor. İyilik ve kötülüğün, bu dünyada insan üzerinde bıraktığı acı ve tatlı sonuçları asırlık çınarın dilinden, hal ve tavırlarından anlamaya birlikte çalışalım. Fadime Teyze doksan yedi yaşında. Çaresiz yatağa bağımlı olarak, hastalıklarla uğraşarak ve durumuna şükrederek hayatını sürdürüyor. Onun durgun yüzüne ve asık çehresine baktığınızda hiçbir şeyden memnun olmayan, sürekli olarak herkesten, her hizmetten şikâyet eden, geçimsiz, huysuz ve aksi bir insan zannedersiniz! Oturup konuşulduğunda ağzı duâlı, kadife kadar yumuşak kalpli ve merhametli bir insan olduğunu; dış görünüşü ile iç dünyasının farklı olduğu kısa zamanda anlaşılır. Ona bakışlarında ve yüz hatlarındaki durgunluğu, küskünlüğü ve olumsuzluğu yaşadığı hayatta çektiği acıların, ıstırapların, çilelerin ve akan gözyaşlarının neden olduğunu; anlattığı hayat hikâyesi içerisinde gizli olduğu anlaşılıyor: “Küçük yaşta annem, babam vefat edince beni başka bir köyde eşi vefat etmiş ve bir kızı bulunan Mustafa ile evlendirdiler. Bu evlilikten iki tane çocuğum oldu. Ölünceye kadar beraber yaşadığımız, eşim Mustafa bana hayatımı zehir etti. Yıllarca gözyaşlarım sel olup aktı. Gurbette kimsesiz olduğum için gidecek yerim, akrabam, kimim-kimsem olmadığı için eşimin dövmelerine, hakaretlerine, haksızlıklarına ve zulümlerine boyun eğmekten başka çarem yoktu. Aç kaldım, susuz kaldım, derdimi kimseye açmadım. Başkasına el açmadan, helâl lokma yemek için beş sene tarlalardan başak toplayarak geçimimizi sağladım. Köyümüzde halı-kilim çok dokunurdu, onların yıllarca ipleri benim elimden geçti, kirman eğirdim. Düğünlerin bulaşıklarını yıkadım, ölü elbiseleri yıkayarak nafakamı kazandım. Bütün bunları yapıp evin idaresini sağlamama rağmen eşim beni çok fena döverdi. Odunla, maşayla, değnekle döverdi. Eliyle dövse razıydım, eli acıyıncaya kadar döver bırakır, diye. Birinde yokluk sebebiyle yemek yapmak için, bahçeden dört tane patates sökmüştüm. Patatesler küçükken söktün, diye kapının arkasına saklanmış, ben içeri girince başıma değnek vurmasıyla bayılmışım. Başıma su dökerek ayıltmışlar. Çok dayaklar yedim, hakaretler işittim, zulümler gördüm, işkenceler çektim. Bütün bunlara rağmen eşime ölünceye kadar baktım. Yemeğini hazırladım, temizliğini yaptım, sobasını yaktım ve kötü davranmadım. Bana hiç gün göstermedi. Gidecek sığınacak yerim yoktu. Her şeye rağmen ömrümü onun dizinin dibinde geçirmek zorunda kaldım. Ölümlü dünya, nasıl olsa geçer diye bütün sıkıntılara, acılara, haksızlıklara katlandım. Eşime hakkımı helâl etmedim, etmemde. O bana dünyayı haram etti, ona da ahiret haram olsun. Kıyametin bir gününe kadar başı üstünde dikilsin, gönenecek toprak bulamasın…” Fadime Teyze’nin belli ki canı çok yanmış. Geçmişte çektiği acıların etkisi hâlâ yüreğinin derinliklerinde hissediyordu. Ona zahmetin gittiğini, rahmetin kaldığını; sabrettiği için büyük sevaplar kazandığını anlattıktan sonra affetmenin büyük fazilet olduğunu söyledim. Ne söylersem söyleyeyim bir türlü ikna olmadı. Eşi Mustafa Amcayı affederse, çok sevaplar kazanacağını söyleyince de: “Ben aciz, fakir, yaşlı ve yatağında ölüm bekleyen hasta bir insanım. Allah’ıma elimi açarım, duâS ederim, sevapları, rahmeti ondan beklerim. Onun hazinesinde boldur, bizlerden esirgemez.” dedi ve son sözünü söyledi. Bizlere düşen, başımızı iki elimizin arazına alıp düşünüp derseler çıkarmak, ibretler almak, kötülüklerden, günahlardan, kusurlardan ve kul hakkından uzak istikametle yaşamak kalıyor. 09.11.2010 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (02.11.2010) - Bir göz açıp kapamak (13.10.2010) - Sen dönerken aramıza |