M. Latif SALİHOĞLU |
|
Meddahların karalamaları (1) |
Kime sorarsanız, meddahlığın iyi birşey olmadığını hiç tereddüt geçirmeden söyler. Buna rağmen, bazı kimseler yine de "şahıs meddahlığı" yapmaktan alıkoyamaz kendini. Şahıs meddahlığı, haliyle muhalif görülen başka şahıslara karşı da, tenkit, tahkir, tezyif, hatta iftiraya kadar varan menfî duyguların kabarmasını netice verir. Meselâ, Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren, M. Kemal ve İsmet Paşa meddahlarının Said Nursî'ye bakışı ve yaklaşımı böyle olmuştur. Kemalist meddahlar, "Yeminli Atatürk düşmanı" olarak belledikleri Said Nursî'ye karşı akıl almaz, vicdana sığmaz itham ve istinatlarda bulunmaktan zerrece çekinmemişlerdir: "Kürtçü, bölücü, mürteci, kışkırtıcı, vatan haini, Cumhuriyet düşmanı, vesaire..." Üstelik, Bediüzzaman ve talebelerini sevk ettikleri bütün mahkemelerin, haklarında beraat kararı vermesine rağmen, bu muhasım meddahlar aynı nakaratı okumaya devam etmişlerdir. Bu demektir ki, hayat ve fikriyatını şahısların meddahlığı veya şahıs husûmeti üzerine bina edenler, bir türlü iflâh etmiyorlar, ıslah olmuyolar. Bu arızalı tipler, vasat denen hayır koridorunu bilmezler; ya ifrat vadisine kaçar, ya da tefrit çukuruna düşerler. Said Nursî ile sadece dünya görüşü itibariyle değil, aynı zamanda dine bakış ve inanış noktasında da muhalif düşen Kemalistlerin bu tutumuna fazlaca şaşmamak lâzım. Zira, aralarında herhangi bir dostluk ve yakınlık söz konusu olmadığı gibi, her iki tarafın da itikadına göre "aralarında küllî bir muhâlefet" var. (Mektûbat, s. 418) Durum böyle olunca, müstebid mütegallibenin Üstad Bediüzzaman'a karşı akıl almaz iftira ve karalamalarla saldırıda bulunmalarını anlamak hiç de zor olmasa gerek.
Dostların saldırısı Anlaşılması asıl zor olan husus, hem mü'min ve dindar olup, hem de din düşmanlarını dahi geride bırakırcasına Said Nursî'ye isnat ve iftira atmaya yeltenen dost görünümlü şahısların gayretkeşliğidir. Bir kısmını yakından tanıdığımız bu şahısların ismini burada zikretmiyoruz; isim zikretmeyi şimdilik uygun da bulmuyoruz. Zira, bu kişilerden herhangi biriyle bizim şahsî bir dâvâmız olmadığı gibi, asıl meselemiz de "şahıs meselesi" değildirdir. Asıl mesele fikir, görüş, anlayış ve zihniyet meselesi olunca, bu gibi konularda hem hissî ve fevrî davranmaktan uzaklaşılmış olunur, hem de konuşmak, yazmak, serd–i kelâm etmek çok daha kolaylaşmış olur. Bu hatırlatmadan sonra, asıl konuya şöyle bir başlangıç yapalım: Bizim dost ve kardeş bildiğimiz, şahsiyetlerini asla rencide etmek istemediğimiz bazı itibarlı zatlar, son zamanlarda Üstad Bediüzzaman hakkında, delilsiz, mesnetsiz ve tamamen karalayıcı mahiyette yazılar yazıp sağda–solda konuşmalarda bulunmaktadılar. Bunların arasında, bütün fikriyat ve hissiyatını "Sultan II. Abdülhamid meddahlığı"na binâ etmiş kimseler, şu sıralar başı çekiyor. Tamamen yersiz, seviyesiz, dengesiz ve o büyük padişahın dahi hiçbir şekilde ihtiyacı olmayan bu meddahlık marazı, ne yazık ki, sahiplerini Üstad Bediüzzaman'a karşı alevlendirilmek istenen bir kin ve husûmet ateşine doğru sürüklemeye başlamış görünüyor. Nasip olursa, yarından itibaren, sahibini hem dünyada mahcup edecek, hem de ahiretine ciddî zarar verecek derecede gördüğümüz söz konusu isnat ve iftiralara kesin delillerle susturucu cevaplar vermek istiyoruz. Gayret bizden, duâ sizden, tevfik Allah'tan.
(Devamı var)
Tarihin yorumu 9 Kasım 1935
Hükûmet masonların emrinde
Türkiye Mason Birliği, 9 Kasım 1935'te bir bildiri yayınlayarak faaliyetlerine son verdiğini ve mal varlığını Halkevlerine bağışladığını duyurdu. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya da aynı gün hükümet adına yaptığı bir açıklamada şunları söyledi: “Türk Masonları, kendi ideallerinin hükûmetin esas programına dahil olduğunu görerek, bir baskı olmadan, teşkilâtlarını kendileri fesh etmişlerdir." (10 Kasım 1935 tarihli gazeteler.) Bazı kimseler, o tarihte mason teşkilâtlarının kapatılmasını hükûmetin baskısına dayandırıyor ve bunu tek parti zihniyetinin bir marifeti olarak yansıtıyor. Bir bakıma şunu demeye getiriyorlar: "Bakın ey millet! Halk Partisinin yönetim kadrosu masonluğa karşıdır. İşte görüyorsunuz, bu teşkilâtı kapatma cihetine gitmiştir." Oysa, gerçek bu tarz söylemlerin tam tersi yönündedir. Zira, devrin hükümeti bütünüyle masonların emri ve etkisi altına girmiş, ideallerine hizmete amade olmuştur. Kaldı ki, Şükrü Kaya'nın da dahil olduğu tek parti hükümetinin çoğu bakanı ve hatta milletvekilleri ya masondular, ya da masonlarla içli–dışlı vaziyette idiler. Maalesef, yalanlar üzerine bina edilmiş resmî tandanslı yakın tarihimizin bir yalanı da, masonlar ve masonlukla ilgili konularda karşımıza çıkıyor. 09.11.2010 E-Posta: [email protected] |