Mehmet KARA |
|
Basının dili bozulunca… |
Siyasetteki üslûp bozukluğu ya da üslûp çirkinliği denilen konuşma şekli basına da yansıyor. Milletin tasvip etmediği bu üslûp tarzı kutuplaşmalara, insanların birbirinden ayrışmasına, birbirini “hasım” görmesine sebep oluyor. Bir taraftan son yıllarda basına uygulanan ambargo, diğer taraftan “yandaş”, “candaş” medya benzetmeleri de bu kutuplaşmayı körükleyen gelişmelerden. 36 yıldır Hürriyet başyazarlığı yapan Oktay Ekşi’nin hükümetin ileri gelenleriyle alâkalı çirkin sözlerinin ardından görevinden istifa etmesi bu tartışmanın alevlenmesine sebep oldu. Aslında yıllardır yazarların birbirleri hakkındaki sözlerinin zaman zaman çok ağır ithamlara, hakaretlere, hatta küfürleşmelere kadar gittiği biliniyor. Hatta bu minval üzerine yazı yazan gazeteciler türedi. Yeni Asya’yı takip edenler bilirler, ne kadar büyük tepki göstersek de, gösterdiğimiz tepkiler hep seviyeli olmuştur. Müsbet hareketi kendimize düstur edindiğimizden eleştirilerimiz dozajında olmuştur. Bu tavır örnek olmalıdır. Ancak bir takım medya mensuplarının hatta genel olarak basının dili son yıllarda hayli bozuldu. Yazarlar birbirlerini acımasızca eleştiriyorlar. Son yıllarda televizyonlardaki iki “karşıt görüş”ün birbirleri ile kavga eder gibi tartışmaları da bu minval üzerine değerlendirilmelidir. Sırf reyting uğruna, zaman zaman stüdyoyu terk etmelere varıncaya kadar birbirlerini ağır eleştirmeleri, millete inandırıcı gelmiyor. Oysa, bir insanın konuşmasında ve yazmasındaki üslûp son derece önemlidir. O üslûp onu yazan ya da konuşan kişinin, kişiliğini yansıtır. * ** Bu konuda geçmiş aylarda yapılmış bir araştırmayı aktarmak isterim. Türk basınının 10 yıllık taramasının yapıldığı “Ulusal Basında Nefret Suçları-10 Yıl, 10 Örnek” çalışmasının ardından hazırlanan değerlendirme raporunda, nefreti körükleyen haberler derlendi. Altı ay süren 10 yıllık taramada seçilen 30 bin haber değerlendirilirken ceza kanunlarında “nefret suçları” ile ilgili yaptırım boşluğu olduğu vurgulandı. Medyanın “nefret söylemi” içeren haberlerinin meydana getirdiği sorunlara işaret edildi. 12 Kişilik Danışma Kurulu, bu listeden “etnik köken”, “cinsel yönelim”, “ulusal kimlik”, “toplumsal statü”, “dinî inanç” ve “cinsiyet” kategorilerinde “nefret söylemi”ni örnekleyen 10 haberi seçerek, bu haberlerin millet üzerindeki etkilerini araştırıp, rapor halinde yayınlamıştı. Burada gazetelerin haberlerini tek tek sıralamanın zararlarına ortak olmak anlamına geleceği için yazmayacağız. Haberlere baktığımızda gerçekten nefreti körükleyen haberler olduğu açıkça görülebiliyor. Gerek yazar gerekse de gazetelerin millete örnek olmaları gerekirken, “milleti ayrıştırıcı” politikalar gütmesi ve “nefreti körüklemeleri” düşünülemez. Elbette gazetelerin ya da televizyonların yayın politikaları birbirleriyle aynı olamaz. Ancak, medya; toplumun yapısını, dinî inancını, kültürünü, geleneklerini, örflerini, adetlerini göz önüne alarak yayın yapılması gerekirken, maalesef bunlara dikkat edilmediğini görüyoruz. * * * Son örnekten sonra ümit ediyoruz ki, artık gazeteler bunları dikkat eder, yazarlarını ikaz eder. Kışkırtıcı, ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı, nefreti körükleyen haberler artık son bulur… Netice itibariyle, ülkenin yaklaşık son 10 yıllık sosyal ve siyasî serüvenine baktığımızda yurdun her köşesine yayılmış bir kutuplaşma ve nefret görünüyor. Söz konusu kutuplaşmanın medyadaki yansıması da bu şekilde oluyor haliyle. Aslında, bunu medya mı körüklüyor yoksa toplumda zaten vaki olan gerginlik medyaya mı yansıyor belki tartışılabilir. Ancak ikinci ihtimalin daha gerçekçi olduğunu söylemek lâzım… Zira Türk toplumu siyasî kaos ve çekişmelerden çabuk etkilenen ve bunu toplum katmanında yansıtan bir yapıya sahip. Dolayısıyla siyasetin gerdiği ortamda, halk da geriliyor, bürokrasi de geriliyor, medya da geriliyor… Sonuç olarak bu gerginlik ve ayrışmaların sona ermesini ve medyanın da çirkin üslûbu terk edip, yapıcı ve birleştirici bir tutum takınmasını temenni ediyoruz. 05.11.2010 E-Posta: [email protected] |