05 Kasım 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Şaban Döğen

“Tebessüm sadakadır” hadis-i şerifini lisân-ı hâliyle yaşayan ve yaşatan ağabeylerimizdendi... Risâle-i Nur’un ilân ve neşrini hayatının en mühim vazifesi bilip, ömür dakikalarının tamamını hizmete vakfeden ve “Biz öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmişiz ki, güneşten daha parlak ve Cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir” hakikatini yaşayarak okutan bir ağabey…

Her insanda bir veya birkaç esmânın tecellisi hâkim olurmuş ya, Şaban Ağabeyimizin hayatındaki ilim, şefkat, muhabbet fiillerinin yoğunluğuna bakılırsa galiba Hakîm, Rahîm ve Vedud isimleri daha hâkim gibiydi...

Mütevekkil, gayretli, himmetli oluşu âleme ayan…

Hani bazı simalara bakınca, kalbinize, fark etmeden hissettiğiniz tarif edilmeyen bir huzur, bir lezzet akar ya, sıcacık ve güven veren... İşte Şaban Ağabey’in siması öyleydi…

Tek derdi vardı, asırlardır beklenen zâtın derdiyle dertlenmek. “Ehl-i imanın imanının kurtuluşuna vesile olmak.”

Kur’ân’ın mânevî mu’cizesi Risâle-i Nur hakikatlerini hazmettikten sonra farklı ve özel bir üslûpla neşreden bir âlim-i mürşiddi…

“Bu Nurlar parlayacak!” diyen Üstad’ına, sadece sözüyle değil kalemiyle, tebessümüyle, maddî mânevî himmetiyle, lisan-ı hâliyle ‘sadakte’ diyor ve muhtaç gönüllerin dikkatini Nurlara çekiyordu.

Kaç yerde radyo ve televizyon programı yaptı; kaç yerde konferans, seminer verdi; kaç yerde sohbetlere katıldı... O kadar çok ki tesbite imkân da yok.

Allah’ı, Resûlullah’ı, sahabeleri, İslâm büyüklerini, Kur’ân medeniyetini asrın sakinlerinin zihnine taşıdığı gibi, iman hakikatlerini, İslâm’ın güzelliklerini görünür ve yaşanır hâle getirdi Nurlardan aldığı derslerle.

Meziyetlerini bildiğimiz kadarıyla saymaktan aciziz. “Bir meziyetin varsa hafâ turâbında kalsın, tâ neşv-ü nema bulsun” hakikatini hüve hüvesine yaşadığı için, sâir meziyetlerini Allah ve birbirinden haberi bile olmayan kalplerine iman tohumu atılmasına vesile olduğu gönüllerden başka kimse bilmiyor. Gizlilik toprağında haşrin sabahını bekliyorlar…

Çünkü bilinmeyi, övülmeyi sevmezdi. Takdir ve sevmek beklediği nazarlardan tenkit görse bile tebessüm ederdi.

Çünkü yüz, hatta bine mukabil talebeler zümresindendi.

Çünkü “bilinmeseler de, görülmeseler de, hatta tenkit de edilseler, bulundukları mahal ve karyenin kutbu hükmünde ehl-i imana istinadgâh olurlar” tarifi içindeydi. Kaç kalbi İslâm’a ısındırdı, kaç kişiyi Nurlarla tanıştırdı, hangi hizmetlere önünde veya arkasında vesile oldu bizce meçhul…

Malûm olansa; gülen, okuyan, yazan, konuşan, nurla yatan, nurla kalkan, nur soluyan, nur dağıtan, nur için ağlayan, nur için sevinen nur yüzlü bir adam…

Tek tesellimiz “Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz cenupta, birimiz şimalde olsak, hatta birimiz dünyada birimiz ahirette olsak, biz yine beraberiz” hakikati…

Daim duâmız; hizmetine, sadakatine, sünnet-i seniyyeye mutabaatına şahid olduğumuz aziz ağabeyimizin iştirak-ı âmâl-i uhreviye sırrının zirvesinde olanlardan olması, umum Nur Talebelerinin manevî kazançlarına hissedarlığı devam edenler zümresine ilhakı…

Çok müjdelerden birisi ise, Nur dairesinden olmayan bir teyzemizin oğluna aktardığı salih bir rüya:

Aziz ağabeyimiz elinde kırmızı bir kitap, etrafında çocuklar doluşmuş, onlara Kur’ân öğretiyormuş…

Ee, “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” hadisine mazhar olmuş.

Meyve’de bahsi geçen talebe gibi hizmete devam... Hafız Ali (r.h) gibi tâlii olan ve şehadet makamını kazanan ilim talebeleri öldüklerini bilmezlermiş.

İsm-i Vaad’in tecellisi Cennet’te daim güler yüzünü görmek duâsıyla muhterem ağabeyim…

Şehadet âlemini daim seyreden, nur menzillerini feyizden istifade için ziyaret eden ruhun şâd olsun…

İnanıyoruz ki bugün de, dün de, yarın da, şimdi de hep bizimle berabersin…

İSMAİL KARTAL

[email protected]

05.11.2010


İmanın üç büyük kutbu

İmânın rükünlerinden en mühimi, imân-ı billâhtır, Allah’a imândır; sonra nübüvvet ve haşirdir.” (Sözler, Konferans, s. 705)

İfadeden anlaşıldığı üzere, imanın kutb-u azamı Allah’a imandır. Allah’ın var ve bir olduğuna, O’nun eşi ve benzeri bulunmadığına, kâinatta tek tasarruf edenin O olduğuna, her hadiseyi ve her şeyi ilim ve kudreti dahilinde tuttuğuna itikat etmektir.

Bu husus Nurlarda şöyle ifade edilmiş:

“Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.” (Mektubat, 218)

Allah’a imandan sonra en mühim hakikat, O’nu tanımaktır. İsim ve sıfatları hakkında bilgi sahibi olup, O’na itaat etmektir. O’nun emir ve isteklerine göre hareket etmek, yasaklamış olduğu hâl ve davranışlardan uzak durmaktır.

Peki bu nasıl olacak? Allah’ı nasıl tanıyacağız?

Evet insan tek başına, kendi aklı ile belki Allah’ın varlığını anlayabilir. Kâinatta tasarruf eden bir gücün mevcudiyetini hissedebilir. Ancak O’na karşı nasıl itaat edeceğini, isim ve sıfatlarının ne olduğunu, Allah’ın insanlardan ne istediğini, emir ve yasaklarının neler olduğunu sadece kendi akıl ve düşüncesi ile idrak etmesi çok zordur. Bu sebeple insanların iman konusunda irşad edilmeleri zarureti ortaya çıkar. Bu da nübüvvet meselesini gündeme getirir.

İşte Allah’a imandan sonra imanın diğer bir kutb-u azamı Peygamberlere imandır. Çünkü insanlar Allah’ın hem varlık ve birliğini, hem isim ve sıfatlarını, hem de Allah’ın emir ve yasaklarını ancak nübüvvet yolu ile öğrenebilirler.

Onun için “Lâ İlâhe İllallah Muhammede’r-Resullulah” dinin giriş kapısıdır. Allah vardır, birdir, eşi ve benzeri yoktur. İnsanlara Allah’ı anlatan ve tanıtan ise Resulullah’tır. Nübüvvet meselesi bir nev'î dinin en temel direği gibidir. İmanın bütün hakikatleri, İslâmın bütün meseleleri Resulullah ile bağlıdır. Mü’minler ve insanlar bütün iman hakikatlerini Resûller yolu ile öğrenirler. Allah’ın emir ve yasaklarını Peygamberler lisânı ile talim ederler. Allah’a karşı nasıl itaat edeceklerini, Resûllerin hal ve hareketlerinden iktibas yolu ile tatbik ederler.

Dikkat ediniz, din düşmanlarının en çok hücum ettikleri husus, Peygamberlerin şahıslarıdır. Tarih içinde bütün peygamberler çok büyük saldırılara maruz kalmışlardır. Peygamberimiz de (asm) yine çok sıkıntı çekmiştir. Ehl-i dalâlet, Peygamberimizin (asm) en küçük bir hareketine bile dikkat etmiş, eksik ve kusur aramış; bulamayınca da, çoğu zaman iftira atmaktan geri durmamışlardır. Zira dini insanlara tebliğ eden peygamberlerdir. Ve dinin bütün hakikatleri peygamberler ile bağlıdır.

Allah’a ve Resûllerine imandan sonra imanın üçüncü kutbu ise ahirete imandır. Ölümden sonra dirileceğine, hesap gününe olan itikat ve imandır. Cennet ve Cehennem gibi bir mükâfat ve ceza mekânlarının mevcudiyetine olan inançtır. İnsanlar Allah’a inanırlar, Peygamberlere inanırlar. Ancak insanın dünyevî hayatını dengeleyen, emir ve yasaklara karşı itaat duygusunu geliştiren, toplum içinde Allah’ın emirlerini tatbik ederek yaşama sevincini arttıran, ölüm sonrasındaki uzun yolculuğu nurlandıran, dünya hayatında emniyet ve huzuru temin eden, kişileri ulvî duygulara sevk ederek faziletli birer fert hâline getiren ahiret inancıdır. Öldükten sonra en küçük bir amelinden dahi hesaba çekilme duygusudur. Yanlış hareketleri sonucunda ahirette azaba uğrama korkusudur. Yapmış olduğu güzel ve iyi fiillerinin Cennette mükâfâtını göreceği sevinç ve şevkidir.

Aksi takdirde, ahiret inancı insanların zihin ve idraklerine tam olarak yerleşmediği durumlarda bazı yanlış davranışlara yol açılabilir. Günümüzde birçok örnek var. Allah ve Peygamber sevgisini beyan edip hata ve günahlarına devam eden mü’minlerin varlığı üzüntü verici. Böyle davranan insanlara ahiret inancı tam olarak yerleşse, kişi o ölçüde davranışlarını inançlarının prensiplerine göre tanzim edecektir. İki hayatın dengesini sağlayan ve ebedî saadeti temin eden bütün inanç akideleri ile birlikte, ahiret inancına da sıkı sıkıya sarılarak ebedî saadet kapısını aralayacaktır

İmanın üç büyük kutbu Allah’a, Peygamberlere ve Ahirete imandır. Elbette ki Allah’a inanan bir insan Allah’ın Kitaplarına da inanacaktır. Muhakkak ki Peygamberlere itaat edenler Allah’ın mesaj getiren Meleklerine de itikat edeceklerdir. Şüphe götürmez bir gerçektir ki, Allah’a, Peygamberlere, Ahirete, Kitaplara ve Meleklere inanan bir kişi, her şeyin Allah tarafından tanzim edildiğine, kâinatın bir kanun ve programla idare edildiğine, insan davranışlarının kayıt altına alındığına, bütün hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine o ölçüde kolay iman ve itikat edecektir. Yani kadere iman edecektir.

İşte iman hakikatleri hepsi birbiri ile bağlı, birbirinden ayrılmaz, her birisi bir inanç kutbu olan İslâmın azim bir meselesidir. Cenâb-ı Hak imanımızı son nefesimize kadar muhafaza etsin ve bizleri affederek Cennetine koysun.

HALİL AKGÜNLER

[email protected]

05.11.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.