Cevher İLHAN |
|
“Ateşkes”ten “özerklik” vartasına… |
“Taksim’deki saldırı”nın ardından teröristbaşı da PKK’nın sona eren “ateşkes”i yine “tek taraflı” olarak “2011 genel seçimlerine kadar uzatılması” tâlimatını vermiş. Diğer yandan Tuğluk’un İmralı’da “avukatı” sıfatıyla görüştüğü Öcalan’ın “ateşkese destek verdiği, devlet yetkilileriyle görüşmelerin olduğu; barış konusunda daha ciddî bulduğu ilkesel bir görüşme yapıldığı, ‘diyalog süreci’nden ‘müzâkere süreci’ne geçildiği ve bunu çok önemli bulduğu” açıklamasının ardından, başta partinin eşbaşkanı Demirtaş olmak üzere BDP’lilerden Taksim’deki saldırı için “provokasyon” yorumları gelmeye başladı.. Tıpkı Güngören, Hakkari-Geçitli mayın tuzağı ve saldırılarında olduğu gibi, mesele PKK’nın parçası “kontrolsüz bazı güçler”e ve “fraksiyonlar”a bırakıldı. Oysa öteden beri sözkonusu terör eylemleri için taşeron terör örgütlerinin kullanıldığı biliniyordu. Bu arada son patlamada açık bir biçimde terör örgütüne karşı “ihtiyatî çabalar” gözlendi. İçişleri Bakanı Atalay’ın, 15’i polis 32 vatandaşın yaralayan ve polisi hedef alan saldırının üzerinde iki gün geçmesine rağmen, Emniyet’in son saldırıda “canlı bombacının kimliği ve örgütsel bağlantılarının netleşmesi araştırmalarına devam ettiğini” söyleyip eldeki bilgileri yetersiz ve erken bulması, dikkat çekici oldu. Oysa önceki terör eylemlerinde kısa sürede tetikçi örgütleri ortaya çıkarılıyordu. Kısacası, bir yandan “kalıcı barış”tan dem vurulurken, diğer yandan “taleplerinin yerine getirilmesi” için PKK’yı önemsetmek eline kozlar verip “pazarlık gücü”nü arttırmak, “şartları karşılanamazsa bedeli ağır olur” mesajını verdirmek amacıyla bir oyun oynandığı intibâı ağır basıyor...
İŞİN İÇ YÜZÜ… Tesbit şu ki “terörün durması”na odaklanan nazarlar, terör örgütünün “eylemsizliğin kalıcılığı” için şart koştuğu “şartlar”ın arkasındaki uçurumu gözardı ediyor. Görünen o ki terör örgütü, Öcalan’ın “yol haritası”ndan ve Karayılan’ın “önerileri”nden en ufak bir tâviz vermemiş; “ateşkes”i “önerilerin tahakkuku” için şart koşuyor. Cezaevi değil de âdeta “PKK’nın Komuta Merkezi” haline getirilen İmralı ve Kandil’in öne sürdüğü ve BTP-BDP sözcülerinin her fırsatta dile getirdikleri “şartlar” aynen tekrarlanıyor. Teröristlere karşı operasyonların durmasından, KCK yargılanmasındaki tutukluların serbest bırakılması ve terörist başı Öcalan’ın resmen “muhatap” kabul edilip sürece aktif olarak katılmasının önünün açılması, bunların başında geliyor.“Hakikatleri araştırma komisyonları”nın kurulması ile “yüzde 10 seçim barajı”nın kaldırılması gibi öneriler, merkezine “özerklik”le “fedaratif sistem”in konulduğu bu “şartlar”a “demokratiklik ve özgürlükler talebi” havasını verdirmek için tatlandırıcı olarak serpilmiş. Daha ilginci, örgütün Kandil’teki sözcülerinin, “Üzerinden iki buçuk aya yakın bir zaman geçmesine rağmen AKP hükümeti ileri sürdürdüğümüz hususlarda ciddî ve güven verici herhangi bir adım atmış değildir” yakınması. Bu durum, her ne kadar iktidar cânibinden enteresan bir tepkiyle sık sık reddedilse de, perde arkasında terör örgütüyle işbirliği ve temasların açık itirafı oluyor. “Eylemsizlik” sürecinin Haziran seçimlerine kadar uzatılması üzerine, BDP milletvekili Sakık’ın aynen Öcalan gibi, “Eminim ki bazı görüşmelerle bu sonuca varılmış, sâdece Öcalan’ın kararı değil” sözleri, işin içyüzünü açığa çıkarıyor…
“PAZARLIKLAR” YA DA “MÜZÂKERE” İşin gerçeği, Başbakan’ın “devlet adına yürütüldüğünü” söylediği Ankara ile İmralı-Kandil arasındaki “diyalog”un bundan böyle “müzâkere” düzeyine çıkarılması. Ve başta “özerklik” olmak üzere, terör örgütünün taleplerinin ve “yol haritası”nın resmen müzâkere edilmesi. Tuzak bunun üzerine kurulmuş; ve ne yazık ki siyasî iktidar bu denkleme sokuluyor. BDP kadın kongresinde konuşan Eşbaşkan Kışanak’ın “mutlaka adres alınmasını” istediği Öcalan’ın “büyük şehirlerde ses getirecek terör eylemleri” tehdidi ve şantajından sonra, Tuğluk’un, “26 Ekim’de bir takım intihar saldırılarının olabileceği”, peşinden Karayılan’ın “sivillerin saldırıda zarar görmesinden dolayı özür dilemesi”, AKP iktidarında Ankara’nın terörün durması hesabına “şartları müzâkere denklemi”ne düşürüldüğünün, terör tehdidi ve şantajına getirildiğinin en bâriz belgeleri. Gelinen noktada, resmî makamların bir türlü PKK isnadında bulunmadığı ve terör örgütünün üstlenmediği saldırının akabinde âcilen gelen “eylemsizliğin uzatılması” kararı, devletin-hükûmetin terör örgütü ve temsilcileriyle görüşmeler içine olmasının sözü edilen “barışçıl sürec”in arkasındaki “kirli plânları” gündeme getiriyor. Özetle İmralı’da terörist terör örgütünü yöneten terörist başı Öcalan’la saatlerce başbaşa görüşen MİT Müsteşarının Erbil’de Barzani ile buluştuktan sonra Washington’a gdip CIA karargâhında ayrıntıları ele alması, ABD’nin gözetiminde kapalı kapılar arkasında bir “proje” olduğunu su yüzüne çıkarıyor. Ve böylece “terörle mücadele” ve “Kürt meselesi”, bütün ülkede demokratikleşmenin geliştirilmesi, hak ve özgürlüklerin hayata geçirilmesi yerine, AKP iktidarının “İmralı-Öcalan/Kandil-Karayılan” eksenindeki PKK, terör örgütünün sivil yapılanması “KCK/BDP” ile ABD’nin kontrolündeki “Kuzey Irak/Barzani” üçgenine hapsedilmiş. Görüşmelerin ve “pazarlıklar”ın vardığı varta bu. 04.11.2010 E-Posta: [email protected] |