Cevher İLHAN |
|
“YÖK şartı” ve sürünceme… |
Başörtüsü yasağına karşı siyasetin demokratik mutâbakatının önünde şimdi de Anamuhalefet Partisi’nin yasağın kaldırılması için ileri sürdüğü, YÖK, yüzde 10 seçim barajı ve dokunulmazlıkların bir “paket” olarak eklenmesi gösterilmekte. Türkiye’nin Mart’ta artık seçim sürecine gireceğini söyleyen iktidar partisi sözcüleri, “Bu çok zaman alır, mümkün değil” diye siyasî rakiplerini işi yokuşa sürmek”le suçlamaktalar. Oysa, herkes biliyor ki, partiler arası komisyonda uzlaşıldıktan sonra sözkonusu tâdilatın Meclis’ten geçmesi, iddia edildiği gibi ayları değil, ancak birkaç haftayı alır. YÖK’ün yapısı için başta Anayasa’nın 130. ve 131. maddeleri ile Yüksek Öğretim Kanunu’nun değiştirilmesini gerektiriyor; lâkin diğer hususlar öyle değil. “Yüzde 10 seçim barajı” için seçim kanununda tek kelimelik tashih kâfi. Milletvekili kürsü dokunulmazlığı ise AB standartlarında belirlenmiş; bunun esas alınması yeterli. Kaldı ki bütün bu teklifler, iktidar partisinin millete vaad ettiği “düzenlemeler”in başında gelmekte…
AKP’NİN VAADLERİ… 26 Eylül 2002’de “Her şey Türkiye için” başlığını taşıyan AKP’nin ilk “seçim beyannâmesi”nde “temel hak ve özgürlükler” bölümünde, evrensel hukukun iç hukukun parçası haline getirildiğine ve AB’ye tam üyeliğin ön şartı olan Kopenhag Kriterleri’ndeki temel hak ve özgürlüklere atıfta bulunularak, siyasî partiler ve sivil toplumla mutâbakat ve işbirliği aranacağı belirtilmiş.. İlk AKP hükûmetinin kurulduğu 16 Kasım 2002’de Genel Başkan sıfatıyla “Recep Tayyip Erdoğan” imzasıyla kamuoyuna deklâre edilen AKP’nin “Âcil Eylem Plânı”nda, “YÖK’ün yapısı”nın değiştirilmesi başta olmak üzere bütün bunlar sayılıp söz verilmiş. Seçim sisteminden Siyasî Partiler Kanununa kadar temel sorun alanlarında “siyasî ve idarî düzenlemeler” takvime bağlanıp tek tek taahhüd edilmiş. Devamında, hükûmet programlarında, hak ve özgürlüklerle ilgili düzenlemelerin evrensel düzeydeki AB normları çerçevesinde sür’atle yapılacağı teminatıyla, “Bir yıl içinde üniversitelerin idarî ve akademik özerkliğe kavuşmaları sağlanıp YÖK’ün yeniden yapılandırılacağı” yazılmış. Ayrıca “dokunulmazlıklar”ın “kürsü dokunulmazlığı”yla sınırlandırılması AKP’nin en başta verdiği vaadlerin arasında yer almış. Keza AKP hükûmetinin ilk Millî Eğitim Bakanı Mumcu ile ardından yedi yıl bu görevi yürüten Çelik’in, “YÖK’ün yapısının değiştirilmesi”ni bakanlıklarının öncelikli ve “birinci görevi” olarak saydıkları vaadleri, arşivlerde. Buna bağlı olarak parti yetkililerinin miting meydanlarında “12 Eylül darbesi ürünü YÖK’ün düzeltileceği” ve “Başörtüsü nâmusumuzdur” ifâdeleri hâfızalarda… Kısacası, YÖK’ün bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi sâdece yüksek öğretimde koordinasyonla kalması; akademik eşgüdümü sağlayan bir akademik kurul haline getirilmesi, üniversitelerin özerkliğe kavuşturulmasının gereği, dünden bugüne her fırsatta deklâre edildi. AKP sözcüleri, hâlen “YÖK yapısı kesinlikle değişmeli” diye konuşmaktalar. YÖK Başkanı da zaman zaman bunu dile getirmekte… Bu bakımdan Başbakan’ın ve iktidar partisi sözcülerinin üniversitelerin özerkliği ve eğitim özgürlüğü açısından başörtüsü yasağının kaldırılmasıyla ilgili CHP’nin “YÖK önerisi”ni “işi yokuşa sürmek” olarak yorumlayıp vazgeçmesinin hiçbir mâkuliyeti yok.
UZLAŞMA KAPISINI KAPATAN… Tesbit şu ki, iktidar partisinin “başörtüsü yasağı”nı demokratik irâde ve toplumsal uzlaşmayla aşmak yerine, hâlâ yasal ve anayasal düzenleme ile çözme tavrı çıkmaza sürüklemekte. Özellikle yakın konu YÖK’ü de içine alan “şartları” peşinen müzakereden kaçınması, daha baştan süreci kilitlemekte. Diyelim ki başörtüsü meselesinde iç tartışmalarla kırılgan hale gelen CHP, sözkonusu “önerileri” bahane olarak ortaya attı. Peki, iktidar partisinin bu bahaneleri karşılayıp, en azından YÖK’ü müzakere masasına yatırıp, çözümü kolaylaştırması gerekmez miydi? Oysa samimiyet, ortak çözüme dair bütün teklifleri ön şartsız görüşmeyi gerektirmekte… Tekrar başa dönülüyor, ama yine mutâbakat zemini yok. Bir AKP Grup Başkanvekilinin, “CHP’nin bütün şartlarını kabul ediyoruz, gelin çözelim” çağrısına, CHP’den “Caymadık, hodri meydan!” cevabı geliyor! Ancak çözüm yine berhava, bir başka bahara bırakılıyor. Partilerin karşılıklı adım atmak yerine, politik propaganda alanlarına odaklanmaları siyasî hastalığı ve handikabı nüksediyor. Karşılıklı suçlamalarla peşinen ipler kopartılıyor; siyasî hesaplarla popülist politik polemiklerle uzlaşma kapısı kapatılıyor. Sonuçta “samimiyet sınavı”nda siyaset yine sınıfta kalıyor. Ve sorun, yine “seçim malzemesi” olarak sürüncemede kalıyor. Yine olan hak ve özgürlüklere oluyor… Vaziyet bu… 25.10.2010 E-Posta: [email protected] |