Görüş |
İki penceremiz
Rabbimiz bizi çok özenle yaratmıştır. Kendi isimlerinin tecellilerini bedenimize ve ruhumuza nakşetmiştir. Ne kadar değiştirmeye çalışsak da kişiliğimizi, bazı özelliklerimizi kontrol edemeyiz… Meselâ gözlerimiz, her zaman dünyaya açılan iki penceremizdir. Ama aynı zamanda bizi biz yapan değerlerden birisidir. Çünkü gözlerimiz kişiliğimizi belirler. Söz ile yalan söyleyen birisi, gözleriyle yalan söyleyemez. Her bakışımız o an ne yaşadığımızı da anlatır. Mutlu olduğumuzda daha güzel parlar, üzüntülü olduğumuzda içimizden akan yaşlar ıslatır göz pınarlarımızı. Öfkeli olan bir anne çocuğuna bakınca; bir bakışla onun ne demek istediğini çocuğu anlar ve her ne yapıyorsa o yaptığını bir daha yapmaz. Umutsuzluğu anlar birisi boş yere dalıp giden gözleri görünce, ya da kararlılığı okur gözlerinde karşındaki kişi… Yaramazlık yapan bir çocuk “ben yapmadım” derken yere bakar. Çünkü gözlerindeki endişe ve korku onu ele verecektir. Bir bakışımız her zaman o anı değiştirir. Bazı gözler sevgiyle bakarken; bazıları etrafa at gözlüğü ile bakar. Felsefe gözlüğü ile bakan bir kişi, birçok güzelliği de kaybeder. Aslında beş duyu organımızın hepsi bizi anlatır. Görmek, duymak, tat almak, kendi aralarında bizi herkese anlatır. Bunların kıymetini bilmek bu yüzden çok önemlidir… Herkesin sınavı değişiktir. Bazıları âmâ olarak hayatlarına devam ederler. Ama hepimizi çok seven Rabbimiz, onlara da daha değişik özelliklerinden nakşeder. Bu yüzden görmeyenler, duymayanlar, konuşamayanlar üzülmemelidir. İsyan etmemelidir. Topal bir karıncaya bile Nemrut’u öldürmek gibi en büyük görevi veren Yaratanımız, onlara da güzel isimlerinin yansımalarından nakşetmiştir. Gözlerimiz kalbimizi anlatırmış. Bu yüzden güzel görebilmek çok önemlidir. Bakmayı bilmek bize her şeyi kazandırır. Gözlerimizin, kıymetini her zaman bilmeliyiz. Bu güzel nimetle nimetlendirdiği için Rabbimize binlerce kere şükürler olsun… |
MERVE İRİYARI 25.10.2010 |
En kısa yol
Esbâbı bırak, hâli o an zevk edeceksin; Varlıklara bak, Hakk’ı ayân derk edeceksin… Mevlâ’ya giden doğru, emîn yol arıyorsan; Sünnet yolunun gayrını hep terk edeceksin!
Sebepler dünyâsında yaşayan insan, ister istemez, her işinde sebeplere baş vurmak zorundadır. Aksi halde yaratılış kànûnlarına riâyet etmemiş olur. Böyle bir durumda, Cenâb-ı Hakk’ın lütf ve ihsânı hâriç, muvaffakiyet zor ve enderdir. Gerek dünyâ gerek âhiret işlerinde hedefe varmak için, bu teklîf âleminin îcâplarını yerine getirmek de bir çeşit kulluk görevini îfâ etmek demektir. Zâten İslâmî mânâda tevekkül denilen mefhûm da bunu âmirdir: bütün sebeplere mürâcaatla netîceyi Hâlık-i Âlem’den beklemek… Fakat, sebeplerin fâil ve muktedîr olmadıklarını bilerek onlara tutunmak, aslında esbâbı terk etmek demektir. Yânî, sonuçları onlar değil, Kadîr-i Mutlak olan Allâh yaratıyor; tıpkı sebep ve vâsıtaları yarattığı gibi… "Ey esbâb-perest gàfîl! Esbâb bir perdedir; çünki izzet ve azamet öyle ister. Fakat iş gören, kudret-i Samedâniyedir; çünki tevhîd ve celâl öyle ister ve istiklâli iktizâ eder. Sultân-ı Ezelî’nin memurları, saltanat-ı Rubûbiyetin icraatçıları değillerdir. Belki o saltanatın dellâllarıdırlar ve o Rubûbiyetin temâşâger nâzırlarıdırlar. Ve o memurlar, o vâsıtalar kudretin izzetini, Rubûbiyetin haşmetini izhâr içindir, tâ umûr-u hasîse ile kudretin mübâşereti görünmesin.” Cenâb-ı Allâh’a ulaşmanın da sebep ve yolları vardır. Her ne kadar bütün varlıklar, ayrı ayrı, delîl olarak yaratanlarını ta’rîf ediyorsa da, bunun herkes tarafından okunup anlaşılması, görülüp idrâk edilmesi kolay değildir. Ancak lütf-u İlâhîye eren kullara nasîb olmaktadır. Bu bahtiyâr kulların başına nebîler, resûller ve onların açtıkları yolda ilerleyip hakîkati keşfeden velîler gelmektedir. O zevâtın gösterdiği, anlattığı, öğrettiği tarz ve usûlü bizler de uygulayabilirsek, o zaman Hakk’a giden yolları bulabiliriz. Yolun kısa fakat emîn olanı makbûldür. “İki nokta arasındaki en kısa mesâfenin doğru bir çizgi olduğu” fennî hakîkatince, kısa olanın doğru olması gerekmektedir. Orada maksada ulaşmaya mâniaların bulunmaması lâzımdır. Yol, her türlü tehlikeden de sâlim olmalıdır. Maddî mes’elelerde böyle olduğu gibi mânevî husûslarda da gàyeye ulaşmak için kısa, doğru, engelsiz ve tehlikesiz yol seçilir. Teklîfe tâbi’ olarak yaratılan insanoğlunun Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına ulaşabilmesi için böyle bir yola ihtiyâcı vardır. Her varlığın Rabbini tanıması için yaratıklar sayısınca hadsiz yollar bulunmaktadır. O’nun hoşnutluğuna götüren yollar da bir bakıma bu kadar sayısızdır. Ancak, denenmiş ve emniyeti bütün yolcuları tarafından tasdîk edilmiş en kestirme ve doğru yol, son Peygamber ve kâinâtın yaradılış sebebi olan Hz. Muhammed Mustafâ’nın (asm) açtığı cadde-i kübrâdır. Çünkü, “Rabbimizi bize tarif eden üç büyük, küllî muarrif var: …Birisi şu kitab-ı kebîrin âyet-i kübrâsı olan Hâtemü’l-Enbiyâ Aleyhissalâtü Vesselâmdır.” “Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i îmana imam, bütün insanlara hatîb, bütün enbiyâya reîs, bütün evliyâya seyyîd, bütün enbiyâ ve evliyâdan mürekkeb bir halka-i zikrin serzâkiri; bütün enbiyâ hayatdar kökleri, bütün evliyâ tarâvetdar semereleri bir şecere-i nûrâniyedir ki, herbir dâvâsını, mu’cizatlarına istinâd eden bütün enbiyâ ve kerâmetlerine îtimâd eden bütün evliyâ tasdîk edip imzâ ediyorlar.” şeklinde târif edildiği üzere, bizzât Cenâb-ı Hakk’ın irâde ve kudreti ile terbiye edilip yetiştirilen Nebî-yi Zîşân (asm), mükevvenâtı yaratıp tanzîm eden Zât-ı Ulûhiyetin marzî-i İlâhîsini en iyi bilmektedir. O, rızâya erecek en doğru yolu öğrenmiş ve kullanmıştır. Sonucunda, daha dünyâ hayâtında iken Hakk’ın rızâsı ile ve Cennetle müjdelenmiştir. Hem bu konuda Kendisi yalnız değildir. O’na uymayı en büyük bahtiyârlık bilen ashâbı ve ahbâbı ile birlikte bu saâdete ermiştir. Evet, Hakk’a, hakîkate, Rızâ-i İlâhîye, Cennete ve Cemâlullâh’a erişmenin en kısa yolu, O Habîbullâh’a (asm) uymakla bulunabilir!
Ekrem KILIÇ |
25.10.2010 |