Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli
Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların, zinetleri (yabancı erkeklere) teşhir etmeksizin (bazı) elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur. İffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir.
Nur : 60 |
25.10.2010 |
Zahirî çirkinlikler altında parlak güzellikler vardır Bir kısım hâdiseler var ki, zâhiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. İkinci Nokta: “O herşeyi en güzel şekilde yarattı” (Secde Sûresi: 7.) âyetinin bir sırrını izah eder. Şöyle ki: Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hâdise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zâhiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle: Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında, nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebâtâtın tebessümleri saklanmış. Ve güz mevsiminin haşin tahribâtı, hazin firâk perdeleri arkasında, tecelliyât-ı Celâliye-i Sübhâniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tâzibinden muhâfaza etmek için, nazdar çiçeklerin dostları olan nâzenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nâzenin, taze, güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, vebâ gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemâsız kalan birçok istidad çekirdekleri, zâhiri çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güyâ umum inkılâblar ve küllî tahavvüller birer mânevî yağmurdur. Fakat insan, hem zâhirperest, hem hodgâm olduğundan, zâhire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhâkeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana âit gàyesi bir ise, Sâniinin esmâsına âit binlerdir. Meselâ, kudret-i Fâtıranın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, mânâsız telâkkî eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar. Meselâ, atmaca kuşu serçelere tasliti, zâhiren rahmete uygun gelmez. Halbuki serçe kuşunun istidadı, o taslit ile inkişaf eder. Meselâ, “kar”ı pek bâridâne ve tatsız telâkkî ederler. Halbuki, o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gàyeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez. Hem insan, hodgâmlık ve zâhirperestliğiyle beraber, herşeyi kendine bakan yüzüyle muhâkeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri, hilâf-ı edeb zanneder. Meselâ, âlet-i tenâsül-i insan, insan nazarında bahsi hacâletâverdir. Fakat şu perde-i hacâlet, insana bakan yüzdedir. Yoksa, hilkate, san’ata ve gàyât-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edebdir, hacâlet ona hiç temas etmez. İşte, menba-ı edeb olan Kur’ân-ı Hakîmin bâzı tâbirâtı bu yüzler ve perdelere göredir. Nasıl ki bize görünen çirkin mahlûkların ve hâdiselerin zâhirî yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli san’at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâniine bakar; ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar; ve pek çok zâhirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitâbet-i kudsiyedir.
Sözler, s. 211, (yeni tanzim, s. 365)
LÜGATÇE
hüsün: Güzellik. zâhir: Dış görünüş. müşevveş: Karışık. nebâtât: Bitkiler. firâk: Ayrılık. tecelliyât-ı Celâliye-i Sübhâniye: Kusur ve noksanlıktan münezzeh olan Allah’ın celâlinin tecellileri, görüntüleri. tâzib: Azap ve acı verme. neşv ü nemâ: Gelişme, yayılma, olgunlaşma. tahavvül: Bir halden diğer bir hale geçme, değişme. zâhirperest: Dış görünüşe ehemmiyet veren. hodgâm: Bencil, kendini beğenen. Sâni: San'atla yaratan Allah. esmâ: İsimler. kudret-i Fâtıra: Benzersiz bir şekilde yaratan Allah’ın gücü. mücehhez: Donanımlı. taslit: Musallat olma. inkişaf: Gelişme, açılma. bâridâne: Soğukça. bârid: Soğuk. mahz-ı edebî: Tam bir edeb. hilâf-ı edeb: Edebe ters. âlet-i tenâsül-i insan: İnsanın üreme organı. hacâletâver: Utandırıcı, utanç veren. hilkat: Yaratılış. gàyât-ı fıtrat: Yaratılış gayeleri. ayn-ı edeb: Edebin ta kendisi. menba-ı edeb: Edebin kaynağı. kitâbet-i kudsiye: Kudsî yazı, kusursuz ve eksiksiz yazı. |
25.10.2010 |