25 Ekim 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Mehtap YILDIRIM

Kur’ân övgüsü, sahabe öğretisi “îsar”


A+ | A-

Cömertliğin de ötesinde öyle bir haslet vardır ki, sahabelerin en güzel şekilde uyguladıkları isâr’dır. Yani, kendi ihtiyacı olsa dahi bir başka ihtiyacı olanı düşünmek. Çok muhtaç olduğu bir şey dahi olsa kardeşinin nefsini kendi nefsine tercih etmek ve ona vermek.

Hayalimizi Asr-ı Saadet’e götürdüğümüzde ne kadar zor şartlarda, ama bir o kadar da fedakârlığın ve medeniyetin doruk noktada yaşandığını görüyoruz.

İnsanın hayatını devam ettirebilmesi için en çok muhtaç olduğu şeylerden biri de su iken; çöl sıcağında, yaralı bir halde savaş meydanında “su” diye inleyen her bir yaralı suyu içmeden diğer kardeşine veriyordu. Böylece hiçbiri suyu içememişti, ama cennetten süzülen âb-ı hayat gibi şahadet şerbetini içmişlerdi.

Yine birkaç lokma yiyeceği, kendisi aç olduğu halde komşusuna gönderen sahabenin, bir süre sonra aynı tabağın yine kendisine döndüğünü hatırladığımızda “Ya Rabbi, bu ne güzel bir ahlâk” demekten kendimizi alamıyoruz. Zira tabağı alan her komşu “Komşum daha açtır” diye düşünerek yemeği komşusuna vermiştir.

Nazarlarımızı böyle nurlu bir geçmişten şimdiye çevirdiğimizde içimiz ürperiyor. Dehşete kapılıyoruz. İlişkilerin maddiyata ve menfaate dayalı olduğu; tüketimin çılgınca yaşandığı, daha fazla alabilmek ve tüketebilmek için insanların kıyasıya mücadele ettiği korkunç bir zamanda yaşıyoruz.

Kapı komşusunu tanımayan, aç mı tok mu bilmeyen insanlar, vakitlerini bilgisayar başında hiç tanımadıkları kişilerle sohbet ederek geçirebiliyorlar. Hem de kılları kıpırdamadan, vicdanları sızlamadan... Nasıl bu kadar duyarsız olabildi ki insan?

Bazıları da fakir komşularını etrafında görmek istemediğinden midir nedense, koloniler halinde uydukentlerde, havuzlu sitelerde, villalarda beraber oluşturdukları yaşama alanlarında hayatlarını sürdürmekteler.

Zengin ülkelerdeki sınırsız tüketimle tonlarca yemek çöpe giderken, yoksul ülkelerde bir lokma bulamadığı için açlıktan ölen çocuklar var. “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne!” anlayışı mikrobik bir hastalık gibi Batıdan Müslüman ülkelere de bulaşmış durumda maalesef.

Kur’ân’ın övgüsüne mazhar olmuş “îsar hasleti”ne 21. Lem’a olan İhlâs Lem’ası’nda yer verilmiştir. Belki defalarca okumuşuzdur, ama bu özelliği bir iç disiplin olarak ruhumuza yerleştirebiliyor muyuz? Risâle-i Nur’un bize verdiği derslerle kazandırmak istediği “sahabe ruhunu” biz de itaatkâr bir talebe edasıyla öğrenerek yaşayabiliyor muyuz? Unutmayalım ki, bildiğimiz halde uygulamadıklarımızdan daha fazla sorumluyuz.

Bir an için “îsar hasleti”ni bugün uyguladığımızı hayal ettim. Yazlık, bağ evi, dağ evi, daire gibi birden fazla evi olanların, oturmadıkları evlerini hiç ev alamayan barakalarda yaşayan fakirlere verdiğini düşündüm. Hem de seve seve, bundan hiç üzüntü duymadan.

Ticaretle uğraşanların, en azından bir işsiz gence şirketinde veya fabrikasında bir iş imkânı sağladığını düşündüm.

Yediği önünde yemediği arkasında olanların sofralarındaki çeşitleri azaltarak, yiyecek alamayan yoksullara gönderdiğini hayal ettim.

Bankalarda ya da yastık altında birikmiş parası olanların hepsini ihtiyaç sahiplerine dağıttığını düşündüm. Madem misafiriz burada, ölüm geldiğinde birikmiş paranın, fazladan evin ne faydası olacaktı ki?

Bu kadarını düşünmek bile ne çok şey değiştirdi değil mi?

Siz daha fazlasını hayal edebilirsiniz. Eğer “sahabe mesleği”ni meslek edinmek isteyenlerdenseniz, îsar hasletinin ahlâkınıza ne derece sirayet ettiğini bir yoklayarak, kendi adınıza yapabileceklerinizi düşünebilirsiniz.

25.10.2010

E-Posta: [email protected]



Hakan YALMAN

Solunum kongresinden manevî teneffüse


A+ | A-

20 Ekim’de başlayan ve geçtiğimiz Cumartesi günü sona eren, TÜSAD’ın (Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği) 40. yılında düzenlediği “32. Ulusal Solunum Kongresi”ne katıldık. Büyük bir organizasyondu ve akciğerlerimizin sağlığı için fiilî duâ içinde olan ordunun kalitesini ve ülkemizde tıp biliminin geldiği noktayı gururla izledik.

Kongrede 2010 yılının Dünya Akciğer Sağlığı Yılı olduğu da vurgulandı. “Solunum Aktüel gazetesi”nin kongre özel sayısına göre; ‘Astım, KOAH (Kronik Obstrüktif [Bronşları Tıkayıcı] Akciğer Hastalığı), Akciğer Kanseri, Solunum Sistemi Enfeksiyonları, Tüberküloz ve Solunum Yetmezliği gibi akciğer hastalıkları yüzünden dünyada her yıl on milyonlarca insan hayat mücadelesi vermektedir; 10 milyondan fazla kişi de hayatını kaybetmektedir.’

Dünyanın akciğer hastalıkları ile ilgili sloganının ‘Akciğer Sağlığı Nefes Almak ve Yaşamak için esastır’ olduğu vurgulandı. Küresel iklim değişikliklerinin akciğer hastalıkları üstüne etkileri, domuz gribi gibi aktüel konular ele alındı. Özellikle vurgulanan nokta sigaranın zararları ve sigaranın bırakılması noktasında insanların daha önemle bilgilendirilmesi, bu konunun ciddî bir ülke politikası haline dönüştürülmesi vurgulandı. Artık bu konunun çok daha ciddî şekilde alınmasının gerekliliği herkesin ortak fikriydi.

Kongreyi takip ederken içinde bulunduğumuz camianın ne kadar şanslı olduğunu düşündüm.

Risâle-i Nur Külliyatı ile tanıştığım ilk günden bu yana en çok dikkatimi çeken husus Nur Talebelerinin büyük çoğunluğunun sigara içmemesi oldu. Bu konuyu bir zamanlar sıklıkla dile getirilen “mahalle baskısı”nın olumlu bir boyutu şeklinde ele alabiliriz. Öyle ki, önce Batıda sonra da ülkemizde sigara içmenin zorlaştırıldığı ve bir toplum baskısı oluşturma politikası izlendiğini hep birlikte gözledik. Bu aslında Risâle-i Nur Talebesi olmanın dünyevî ve uhrevî faydaları içinde sıralanan maddelerden bir kısmının detaylarında olan bir güzellik olmalıydı. Mesleğin içine girdiğimiz günden itibaren pek çok kişinin sigara içiyor olmasına rağmen bir müddet sohbetlere devam ettikten sonra genel havaya uyup sigarayı terk edişine şahit olduk.

Kongrede sigara bıraktırma polikliniklerinin faaliyetleri üzerinde konuşulurken hizmetimizin bu açıdan da ne kadar hayırlı ve etkili bir konumda olduğunu düşündüm. Belki de orada bulunan bilim adamları hizmetin bu yönünün farkında olsalar Üstadı ve hizmeti çok takdir ederlerdi. Nur Talebeliği ve daha genelde İslâm dinini hakkı ile yaşamanın güzellikleri içinde bedeni bir emanet olarak görmek ve onu en iyi şekilde ve kıymetine uygun olarak kullanmak yer alır bu da en güzel sağlık felsefesidir.

Tam da bu satırları yazdığım sırada Florida Üniversitesi’nden Dr. Eron Manusov ve Dr. Furkan Aydıner’in Türki’de mutluluk oranı ile ilgili çalışmaları elime geçti. Bu çalışma verilerine göre mutlu olduklarını ifade edenlerin Türkiye ortalaması yüzde 56 şeklinde belirlenmiş. Risâle okuyanlarda ise okuma düzeyi ile doğru orantılı olarak mutlu olduklarını ifade edenlerin oranı yüzde 62 ile yüzde 93 arasında değişiyormuş. Bu da nura gerçek talebe olmanın insanın ruhen ve bedenen iyi olmasına ne ölçüde hizmet ettiğinin çok açık bir göstergesi idi.

Bütün bu bilgilerden sonra insan arzu ediyor ki hem ülkemizde hem de dünya genelinde herkes Risâle-i Nur’u tanısın hem dünyada hem de ukbada mutlu olsunlar. Bilim adamları, sosyologlar, psikologlar, idareciler ve insanlığın mutluluğuna hizmet arayışı içinde olan herkes; eğer Risâle-i Nur’un hayata ve insanlara kattıklarının farkında olsalar bizden çok daha fazla sahip çıkarlardı. Onları fark eder hale getirmek, her fırsatta bu hakikatleri insanlara ulaştırmak da bizim boynumuzun borcu olmalı.

Artık içinde bulunduğumuz güzelliği hakkı ile fark edip bunları insanlığın geneline ulaştırmak için var gücümüzle çalışmak noktasında en ufak bir tereddüdümüz olmamalı. İnsanlığın her açıdan mutlu ve huzurlu bir gelecek için nurlara ihtiyacı olduğu ve bu hakikatlerin manevî solunumumuzun temel atmosferi ve Asr-ı Saadetten gelen esintisi olduğunu unutmamalı ve ulaşabildiğimiz herkesi bu manevî atmosferin tertemiz havasına dâvet etmeliyiz. Bu şefkat Peygamberi (a.s.m.) ve onun bu asırdaki sadık varisinin mesleğini asra taşıma konumuna hasbelkader gelmiş olan dâvâmızın en önemli parçası olmalıdır.

25.10.2010

E-Posta: [email protected]



Ahmet ÖZDEMİR

Allah’a kul olmak


A+ | A-

Bugün İslâm tarihinden bir sayfa açmak istiyorum. İslâm öncesi Araplarında “himaye” geleneği oluşmuştu. Yalnız insanların köleleştirilmesi ve satılması bir “hak” haline gelmişti. Adeta güçlüler haklı (!) konumuna yükselmişti. İslâmiyet’in gelişiyle birlikte haklılar güçlü konumuna gelecekti. Yani “Hakkın hatırı âlidir, hiçbir hatıra feda edilmez” prensibi önem kazanacaktı. Ama bunun da bedeli ağır olacaktı. Bazen kanlar akacak, canlar feda edilecekti.

İslâm güneşinin dünyayı nurlandırdığı ilk yıllardı. Bu nur bazılarının gözünü kamaştırıyor, bazılarını da kendisine çekiyordu. İslâm nurunun etrafında halkalanan yıldızlar günden güne artıyor, dünya ve ahiret bahtiyarlığına koşuyorlardı. Onlardan birisi de Suheyb b. Sinan’dı. O, Ammar’la birlikte Müslüman olmuştu.

Hz. Suheyb (ra), Abdullah b. Cüd’an’ın azatlı kölesi idi. Bunun için yalnızdı, onu düşmanlarına karşı koruyup himaye edecek güçlü bir kabilesi ve çevresi de yoktu. Müşriklerin sanki tek görevi Müslümanları korkutmak ve yıldırmaktı. Hele Müslüman olan sahipsiz birisi ise onlar için arayıp bulamadıkları bir fırsattı. Onu görünce hemen zulüm damarları kabarıyordu.

Suheyb b. Sinan da İslâm dâvâsı uğrunda müşriklerin zulmüne uğrayan Müslümanlardan birisi idi. Bir gün onu çıplak olarak zırh giydirip güneşin cehennemî sıcaklığı altına terk ettiler. Yine bir defasında Suheyb, Mekke çarşısında Ammar ve Habbab’la birlikte giderlerken müşriklerle karşılaştılar. İman kalesinin abidevi şahsiyetlerini gören müşrikler, “İşte Muhammed’in beraber olduğu kişiler!” diyerek ağza alınmadık hakaretleri yağdırdılar. Onlar da müşriklerin karşısında susmadılar. Suheyb şöyle haykırıyordu:

“Evet! Biz Allah’ın Peygamberi Muhammed’le beraberiz. Onunla oturup kalkıyoruz. Biz Allah’ın Peygamberine iman ettik, siz iman etmediniz. Biz onu doğruladık, siz yalanladınız. Unutmayın! Biz Müslüman olduğumuz için değersiz değiliz, siz de müşrik olduğunuz için asla üstün değilsiniz!”

Hz. Suheyb’in bu kahramanca cevabına dayanamayan müşrikler, “Allah’ın aramızdan nimet ve rahmetine erdirdiği kimseler bunlar ha!” 1 diyerek Suheyb’e saldırdılar. Hırslarını onu ölesiye döverek alıyorlardı. Suheyb’i öyle dövdüler ki, ne diyeceğini bilemez hale gelmişti.

Suheyb, bütün bu işkencelere dayandı. Yapılan işkenceler onu hak yolundan asla döndüremedi. Aksine imanını kat kat arttırdı.

Aradan yıllar geçti…

Mekke’den Medine’ye hicret edildi. Suheyb’in hicret ettiğini duyan müşriklerden bazıları peşine düştüler. Mekke’den ayrılmasına izin vermeyeceklerini belirtip “Sen Mekke’ye bir köle olarak geldin. Fakirdin. Bizim sayemizde zengin oldun. Burada kazandığın serveti beraber götürmek istiyorsun. Buna razı olamayız. Seni bırakmayız!” dediler.

Suheyb bunun üzerine hemen atından yere inip yayını çıkardı ve onlara şöyle cevap verdi:

“Ey Kureyş topluluğu! Bilirsiniz ki, ben sizin en iyi ok atanlarınızdanım! Vallahi, üzerime gelecek olursanız, ok çantamdaki okların hepsini atar, sonra da kılıcımı sıyırırım! Bunların birisi elimde bulundukça, bana yaklaşamazsanız. Şimdi, istediğinizi yapın! Yanımdaki malımı size bırakırsam, yolumu açacak mısınız bakayım? Mekke’deki malımı da almak istiyorsanız, size onu da vereyim, tek yolumu açın?” dedi. Bu teklif müşriklerin hoşuna gitmişti.

Suheyb yanındaki malını verdi. Mekke’dekilerin yerini de onlara bildirip canını kurtardı. Suheyb başından geçenleri Resulullah’a anlatınca ona “Ey Yahya’nın babası! Satış kârlı çıktı. Satış kârlı çıktı!” dedi. Cenâb-ı Allah’ın onun hakkında şu âyeti indirdiği rivayet edilir:

“İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah’ın rızasını almak için kendini ve malını feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir.” 2

Nefis ve malını Cenâb-ı Hakk’a satmak ve O’na abd ve asker olmak ne kadar kârlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğu anlaşılmıyor mu?

Dipnotlar:

1- En’am Sûresi, 53.

2- Bakara Sûresi, 207.

25.10.2010

E-Posta: [email protected]



Süleyman KÖSMENE

Kadının iffeti ziynetidir


A+ | A-

“İffet” rumuzlu okuyucumuz: “Evlilik ve iffetin önemi üzerinde durur musunuz?”

İffet kadının namusudur, asaletidir, güzelliğidir, süsüdür, ziynetidir, güzel ahlâkıdır. Kadının edepli ve hayâlı oluşu, utanma duygusu, evine, kocasına ve çocuklarına bağlı oluşu, doğruluğu ve iyiliği “iffet” kavramının mânâsı içinde yer alır.

İffetli olmak kadının da, erkeğin de güzel ahlâkındandır. Evlilik iffetin koruyucusudur. Eşlerin birbirlerini haramdan alı koymaları ve iffetli olmaya yönlendirmeleri aile hayatının en tatlı ibadet halidir. Bedîüzzaman Hazretlerine göre, kocasının Allah korkusundaki duyarlılığına bakıp, “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim” diye Allah korkusunu tatmaya başlayan kadın bahtiyar olduğu gibi; karısının dindarlığına ve iffetine bakıp hayat arkadaşını ebedî hayatta da kendi yanında ve kendisini seviyor bulmak için dindarlığı ve iffeti yaşayan erkek de bahtiyardır.1

Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:

“Allah gözlerin haince harama bakışını da bilir, gönüllerin sakladığını da.”2

“Mü’minler kurtuluşa ermiş ve umduklarına kavuşmuşlardır. Çünkü onlar namazlarını huşu ile kılarlar. Onlar dünya ve âhiretlerine faydası olmayan her türlü şeyden yüz çevirirler. Onlar zekâtlarını verirler. Onlar namuslarını korurlar.”3

“Mü’minlere söyle! Gözlerini haramdan sakınsınlar. Namuslarını da korusunlar. Bu, onların temizliği için daha uygundur. Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle! Gözlerini haramdan sakınsınlar. Namuslarını korusunlar! Ziynetlerini, görünmesi zarurî olan kısımlar müstesna, açığa vurmasınlar.”4

Peygamber Efendimiz (asm) buyurdu ki:

“Siz iffetli ve namuslu olunuz ki, kadınlarınız da iffetli ve namuslu olsunlar. Siz babalarınıza karşı iyi davranınız ki, evlâtlarınız da size iyi davransınlar. Kim Müslüman kardeşine yapmış olduğu bir kötülükten dolayı özür diler, o da özrünü kabul etmezse, o kişi, başında bulunduğum Kevser havuzunun yanına varamaz.”5

“İffetli olunuz ki, hanımlarınız da iffetli olsunlar. Anne ve babanıza iyilik ediniz ki, çocuklarınız da size iyilik etsinler.”6

“Siz şu altı şeyi kabul edin; ben de Cennete girmenize vesile olmayı kabul edeyim:

1- Konuştuğunuzda yalan söylemeyin.

2- Söz verdiğinizde sözünüzden dönmeyin.

3- Size güvenene hıyanet etmeyin.

4- Harama karşı gözünüzü yumun.

5- Harama elinizi uzatmayın.

6- İffetinizi koruyun.”7

“Dört haslet vardır ki, kime verilmişse ona dünya ve âhiretin hayrı verilmiş demektir: 1- Zikreden bir dil, 2- Şükreden bir kalp, 3- Musîbete sabreden bir beden, 4- Namusunu ve kocasının malını koruma hususunda hıyaneti düşünmeyen bir kadın.”8

“Üç kişi vardır ki, onlara yardım etmek Allah üzerine bir haktır: 1- Allah yolunda cihad eden, 2- Bedelini verip kendisini hürriyete kavuşturmak isteyen köle, 3- Namus ve iffetini muhafaza etmek düşüncesiyle evlenmek isteyen kimse.” 9

“Şu altı şeyi koruyacağınıza dair garanti verin. Ben de Cennete gireceğinize kefil olayım: 1- Namaz, 2- Zekât, 3- Emanet, 4- Namus, 5- Mide, 6- Dil” 10

Dipnotlar:

1- Bedîüzzaman, Lem’alar, s. 199.

2- Mü’min Sûresi: 19.

3- Mü’minûn Sûresi: 1-5.

4- Nûr Sûresi: 30, 31.

5- Câmiü’s-Sağîr, 3/1181.

6- Câmiü’s-Sağîr, 2/795.

7- Câmiü’s-Sağîr, 2832.

8- Câmiü’s-Sağîr, 1/266.

9- Câmiü’s-Sağîr, 2/870.

10- Câmiü’s-Sağîr, 1/385.

25.10.2010

E-Posta: [email protected]



S. Bahattin YAŞAR

Ne ile imtihandayız?


A+ | A-

Dünyanın kanunu bu ki, muhakkak bir şeylerle imtihan edileceğiz. Ne ile, kiminle, neden ve nasıl imtihan edildiğimiz ise, mülk Sahibinin işi.

Kul, imtihanda olduğunu, ne ile imtihan edildiğini ve imtihanı nasıl kazanabileceğini bilmek, düşünmekle mükelleftir.

Onun için kimi sağlığı ile, kimi malı-mülkü ile, kimi fakirliği ile, kimi her türlü nimetin kendinde toplanması ile, kimi de her türlü maddî ve manevî nimetlerden mahrum kalma ile imtihan olmaktadır.

Belki bir anne-baba için en zor olanlarından birisi de evlât ile imtihandır.

Hayatından verdiğin evlâdın, maddî ve manevî sağlığı, başarısı, eğitimi, evliliği, çocukları ve daha neler neler hep imtihanın farklı sorularıdır.

İyi evlât manzaraları, kötü evlât manzaraları...

İmtihan da imtihan.

**

Evlâtlar ve mal sahibi Eyüp peygamber ondan fazla evlâdını kısa aralıklarla kaybetmiş ve ciddî mal zenginliğini yitirmiş, ama ‘sabır’ ve ‘şükür’ halini terk etmemiş, teslimiyet göstermiştir.

Bu, içeride yaşanan bir imtihandır.

Bir de kendi dışındaki varlıklar, insanlar veya olaylarla olan imtihan vardır. Bu da hayatın içindeki her şeyi kapsamaktadır. Özellikle de insan ilişkileri.

Kabul edelim ki, herkesin imtihan içerisinde olduğu bir insan unsuru mutlaka vardır. Ondandır ki herkesin kendi imtihan halinde olduğu insanı bilmesi ve onun hak ve hukukuna daha bir riayet etmesi gerekir. Yani, ona, ‘sen benim imtihanımsın’ demeli ve öylece yaşamalı hayatı.

Bundandır ki, imtihan sebebimiz çok da gizli değildir.

Az çok ne ile imtihan olduğumuzu hissederiz, biliriz.

Yani, zihnimizi en çok ne ile meşgul ediyorsak, en ciddî imtihan sorumuz o değil midir? Tabiî bazen de zaman zaman gündemimize giren sorular vardır.

Hasılı yaşıyor olduğumuz her ânın içinde cevap bekleyen bir soru gizlidir.

İşte belki de insanın en önemli gündeminin bu olması gerekir.

Herkes için geçici bir zaman dilimi olan dünya hayatı, ahirette karşılaşılacakların bir menzilidir. Tıpkı mevsiminde ekip, yine mevsiminde hasat etmek gibi bir şey yaşananlar.

İnsan, imtihanda olduğu şuuru ile yaşadığında, yaşanan her hale karşı bir farkındalık içerisinde olur.

Ne yaptığını, ne yapması gerektiğini, yaptıklarının hesabının ne olduğunu bir bir idrak eder.

İşte bu tam bir uyanıklık halidir.

Ama bir de, âyette belirtilen, ‘Allah’ı unutanlar gibi olmayın ki, Allah da onlara akibetlerini unutturmuştur.” mânâsına uyan insanlar vardır.

Onlar da hiç ölmeyecekmiş gibi bir hayat hali içerisinde varlıklarını sürdürürler. Ölümden bahsedilse, başkalarına havale ederler. İş ve hizmet zamanlarında nefislerinin istediklerini yaparlar. Ama ücret ve zevk durumlarında ise hemen nefislerini ön plana çekerler.

Oysa olması gereken, hizmet ve mevt durumlarında nefsi, ücret ve haz durumlarında ise başkaları gözetmek sağlıklıdır.

İnsanın içinde olduğu durum ve şart ne olursa olsun, kulağa küpe olarak takılması gereken şudur ki, ‘Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.’

Gösterdiğiniz ilgi ile karşılaşacağınızdan emin olabiliriz.

Yani birileri için attığınız bütün adımlar, aslında kendinizedir.

25.10.2010

E-Posta: [email protected]



Faruk ÇAKIR

Yasak kıran ol, dalga kıran değil!


A+ | A-

Karşı karşıya olduğumuz problemleri çözmeye çalışmak yerine; erteleyerek ve öteleyerek bir yere varamadığımızı bir defa daha görüyoruz.

Eğitimde, sağlıkta, gençlikte, ailede ve sosyal hayatın her noktasında onlarca, belki de yüzlerce problemle karşı karşıyayız. Bu problemlerin varlığını kabul edip, çözmek için gayret etmek yerine ‘halının altına’ süpürmeyi tercih etmek niçin?

“Eğitimde problem mi var?” demeyelim. İlk bakışta okullarımız ‘deprem’e karşı yenilenip güçlendiriliyor; fakat çocuklarımızı tehdit eden ‘manevî deprem’lere karşı okullarımızda tedbirimiz, çaremiz, ‘sığınağımız’ var mı?

Evet, okullarımızın ve sınıflarımızın sayısı arttı; Peki aynı nisbette ‘eğitim kalitemiz’i arttırabildik mi? Sınıflardaki öğrenci sayısı azalmış olsa bile, ‘tehdit’ sayısı azaldı mı? Okul kapılarının, alkol ve uyuşturucu tacirlerince gözaltında olduğunu ‘yetkili’ler ifade etmiyor mu? Peki, çocuklarımızın ‘mide sağlığı’nı düşünerek ‘kantin’lerde alınan tedbirlere; ‘ruh ve kalp’ sağlığını düşünerek sınıflarda tedbirler ilâve edebildik mi?

Bu ve benzeri önemli meselelerini nedense gündemimize alamıyoruz. Erteleyerek ve öteleyerek ‘yıl sonu’nu getiriyoruz ve yaralar tedavi olmadan gelecek yıla aktarılmış oluyor.

Bilindiği üzere, son yılların en hararetli tartışması başörtüsü yasağı konusunda oluyor. Farklı görüşlere mensup kişiler, uygulanan yasağa itiraz edip sona ermesini istiyor. Zaten yasakçılar da bu ‘kanunsuz ve keyfî yasağı’ gönül huzuruyla savunamıyor, ciddî çelişkilere düşüyorlar. Üniversitelerdeki yasak kısmen sona erince, ‘sıradaki dertler’ sökün etmeye başladı. Yıllardan beri üniversitedeki kanunsuz yasağı savunmaya çalışanlar, bu defa da “Üniversitedeki yasağın sona ermesi size yetsin! Artık hiçbir talepte bulunmayın” diyorlar. Bizden de “Peki, başüstüne Sahip!” dememizi bekliyorlar. Hayır, Türkiye tam anlamıyla hür ve demokrat bir ülke oluncaya kadar, haklı talepler dile getirilmeye devam edecek.

‘Yasakçılar’a şunu hatırlatmak isteriz: Başörtüsü yasağına itirazlar dile getirilirken, bu itirazlar sadece üniversitedeki uygulamalar ile sınırlı değildi. Mümkün olan her fırsatta başörtüsü yasağının bütün kurum ve kuruluşlarda sona ermesi gerektiği ifade edilerek bu günlere gelindi. İlâve olarak, kanunsuz yasağın uygulandığı yıllarda sebep olunan mağduriyetlerin tazmin edilmesi gerektiğini de hatırlattık ve yine hatırlatırız!

Türkiye’nin problemi, elbette sadece başörtüsü yasağı değildir. Meselâ, talep edilen okullarda ‘mescid’ler de açılmalıdır. Nitekim, 12 Eylül 1980 öncesinde pek çok okulda ‘mescid’ vardı ve arzu eden öğrenciler buralarda namazlarını kılabilirdi. Hatta, okuduğumuz lisenin 12 Eylül sonrasında kapatılan mescidi, okul müdürüne müracaatımız neticesinde darbeden kısa bir süre sonra açıldığının da şahidiyiz. Bugün ya da yarın bu talep daha sıklıkla dile getirilse, “Bu da nereden çıktı? Eskiden böyle bir talep yoktu? Bu provokasyondur!” mu diyeceksiniz?

Sözümüz sadece ‘yasak’çılara değil, yasağa karşı yükselen itirazlara ‘dalga kıran’lık yapanlaradır.

25.10.2010

E-Posta: [email protected]



Recep TAŞCI

Döviz bulutu


A+ | A-

Gökyüzü kara bulutlarla kaplı.

Hava indi inecek.

İşte, hafiften yağmur başladı.

İnsanlar ıslanmamak için adımlarını hızlandırdı.

Keyifle sokağı seyrediyorum.

Yağmurun şiddetlenmesiyle birlikte el ayak çekildi.

Nazar değmesin.

Son iki yılda yağış bol.

Toprak suya doydu.

Barajlar doldu.

Hatta taşma tehlikesine karşı zaman zaman kapaklar açıldı.

Yağmur; rahmet, bereket…

İyi de…

Aşırısı felâket.

Evler, tarlalar, ekinler sular altında kalıyor, canlar yanıyor.

Son örneği Pakistan.

Bilânço kanlı.

Yüzlerce can kaybı, evsiz barksız kalan milyonlar.

İnsanlığın bitmeyen çilesi.

Deprem, çığ, hortum, fırtına, heyelan gibi afetler…

Dünya var olduğundan beri insanlığa musallat.

İnsanın tek savunma silâhı; aklı. Bir de kaderi…

Aklını kullanarak ürettiği bilim ve teknoloji sayesinde felâketlerin faturasını azaltma yönünde başarılı adımlar atıyor.

Ne var ki, aynı performansı sosyal ve ekonomik alanda sergileyemiyor.

Sömürü, kan, gözyaşı hayatından hiç eksik olmuyor.

Hırslarına, ihtiraslarına gem vuramıyor.

Ekonomik krizler çıkarıyor.

Bu arada gözüm dışarıda.

Yağmur dindi.

TV’yi açtım.

Meteoroloji sel baskınlarına karşı yurttaşları uyarıyor.

Bir alt yazı haberi geçiyor.

“Ülkeye döviz yağıyor.”

Normal.

Yerküre semalarında koca bir döviz bulutu dolaşıyor.

ABD, bulutun müsebbibi.

Amerikan Merkez Bankası FED matbaası hiç susmuyor, sürekli para basarak, bulutu büyütüyor.

Amaç bir taşla birkaç kuş vurmak.

Şöyle ki;

-İhracatını kamçılayıp ithalatını kısmak,

-Finans kuruluşlarını desteklemek,

-Daralan iç talebi canlandırmak.

Öte yandan para bollaştıkça bulut ülke sınırlarını aşıyor, yağacak verimli topraklar arıyor.

Ancak topraklara faydası yok.

Aksine zarar veriyor.

Millî parayı değerli kılarak ihracatı baltalıyor, ithalatı patlatıyor.

O yüzden Çin, Brezilya, G. Kore, Tayvan, Malezya gibi gelişmekte olan ekonomiler “sıcak para” denilen bu dövizin ülkelerine girişine set çekiyorlar.

Türkiye ise kucak açıyor.

Çünkü sanal bir cennet oluşturuyor.

Makro göstergeleri cilâlıyor.

Büyümeyi hızlandırıyor.

Enflasyonu dizginliyor.

Borsayı rekora koşturuyor.

Bütçe açığını kapatıyor.

Dış kredi kullananların kârlarını arttırıyor.

Ha…

Cari açık katlanıyormuş…

O kadar kusur kadı kızında da olur!

Tek sorun döviz bulutunun ülkeyi aniden terk etme riski.

İşte o zaman seyreyle gümbürtüyü.

Bütün göstergelerin cilâları dökülür.

Ülke 50 cente muhtaç olur.

Acı reçeteler halka hediyelik paket diye sunulur.

Temennimiz tarihin tekerrür etmemesidir.

25.10.2010

E-Posta: [email protected]



Cevher İLHAN

“YÖK şartı” ve sürünceme…


A+ | A-

Başörtüsü yasağına karşı siyasetin demokratik mutâbakatının önünde şimdi de Anamuhalefet Partisi’nin yasağın kaldırılması için ileri sürdüğü, YÖK, yüzde 10 seçim barajı ve dokunulmazlıkların bir “paket” olarak eklenmesi gösterilmekte.

Türkiye’nin Mart’ta artık seçim sürecine gireceğini söyleyen iktidar partisi sözcüleri, “Bu çok zaman alır, mümkün değil” diye siyasî rakiplerini işi yokuşa sürmek”le suçlamaktalar.

Oysa, herkes biliyor ki, partiler arası komisyonda uzlaşıldıktan sonra sözkonusu tâdilatın Meclis’ten geçmesi, iddia edildiği gibi ayları değil, ancak birkaç haftayı alır. YÖK’ün yapısı için başta Anayasa’nın 130. ve 131. maddeleri ile Yüksek Öğretim Kanunu’nun değiştirilmesini gerektiriyor; lâkin diğer hususlar öyle değil. “Yüzde 10 seçim barajı” için seçim kanununda tek kelimelik tashih kâfi. Milletvekili kürsü dokunulmazlığı ise AB standartlarında belirlenmiş; bunun esas alınması yeterli.

Kaldı ki bütün bu teklifler, iktidar partisinin millete vaad ettiği “düzenlemeler”in başında gelmekte…

AKP’NİN VAADLERİ…

26 Eylül 2002’de “Her şey Türkiye için” başlığını taşıyan AKP’nin ilk “seçim beyannâmesi”nde “temel hak ve özgürlükler” bölümünde, evrensel hukukun iç hukukun parçası haline getirildiğine ve AB’ye tam üyeliğin ön şartı olan Kopenhag Kriterleri’ndeki temel hak ve özgürlüklere atıfta bulunularak, siyasî partiler ve sivil toplumla mutâbakat ve işbirliği aranacağı belirtilmiş..

İlk AKP hükûmetinin kurulduğu 16 Kasım 2002’de Genel Başkan sıfatıyla “Recep Tayyip Erdoğan” imzasıyla kamuoyuna deklâre edilen AKP’nin “Âcil Eylem Plânı”nda, “YÖK’ün yapısı”nın değiştirilmesi başta olmak üzere bütün bunlar sayılıp söz verilmiş. Seçim sisteminden Siyasî Partiler Kanununa kadar temel sorun alanlarında “siyasî ve idarî düzenlemeler” takvime bağlanıp tek tek taahhüd edilmiş.

Devamında, hükûmet programlarında, hak ve özgürlüklerle ilgili düzenlemelerin evrensel düzeydeki AB normları çerçevesinde sür’atle yapılacağı teminatıyla, “Bir yıl içinde üniversitelerin idarî ve akademik özerkliğe kavuşmaları sağlanıp YÖK’ün yeniden yapılandırılacağı” yazılmış.

Ayrıca “dokunulmazlıklar”ın “kürsü dokunulmazlığı”yla sınırlandırılması AKP’nin en başta verdiği vaadlerin arasında yer almış.

Keza AKP hükûmetinin ilk Millî Eğitim Bakanı Mumcu ile ardından yedi yıl bu görevi yürüten Çelik’in, “YÖK’ün yapısının değiştirilmesi”ni bakanlıklarının öncelikli ve “birinci görevi” olarak saydıkları vaadleri, arşivlerde. Buna bağlı olarak parti yetkililerinin miting meydanlarında “12 Eylül darbesi ürünü YÖK’ün düzeltileceği” ve “Başörtüsü nâmusumuzdur” ifâdeleri hâfızalarda…

Kısacası, YÖK’ün bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi sâdece yüksek öğretimde koordinasyonla kalması; akademik eşgüdümü sağlayan bir akademik kurul haline getirilmesi, üniversitelerin özerkliğe kavuşturulmasının gereği, dünden bugüne her fırsatta deklâre edildi.

AKP sözcüleri, hâlen “YÖK yapısı kesinlikle değişmeli” diye konuşmaktalar. YÖK Başkanı da zaman zaman bunu dile getirmekte…

Bu bakımdan Başbakan’ın ve iktidar partisi sözcülerinin üniversitelerin özerkliği ve eğitim özgürlüğü açısından başörtüsü yasağının kaldırılmasıyla ilgili CHP’nin “YÖK önerisi”ni “işi yokuşa sürmek” olarak yorumlayıp vazgeçmesinin hiçbir mâkuliyeti yok.

UZLAŞMA KAPISINI KAPATAN…

Tesbit şu ki, iktidar partisinin “başörtüsü yasağı”nı demokratik irâde ve toplumsal uzlaşmayla aşmak yerine, hâlâ yasal ve anayasal düzenleme ile çözme tavrı çıkmaza sürüklemekte. Özellikle yakın konu YÖK’ü de içine alan “şartları” peşinen müzakereden kaçınması, daha baştan süreci kilitlemekte.

Diyelim ki başörtüsü meselesinde iç tartışmalarla kırılgan hale gelen CHP, sözkonusu “önerileri” bahane olarak ortaya attı. Peki, iktidar partisinin bu bahaneleri karşılayıp, en azından YÖK’ü müzakere masasına yatırıp, çözümü kolaylaştırması gerekmez miydi? Oysa samimiyet, ortak çözüme dair bütün teklifleri ön şartsız görüşmeyi gerektirmekte…

Tekrar başa dönülüyor, ama yine mutâbakat zemini yok. Bir AKP Grup Başkanvekilinin, “CHP’nin bütün şartlarını kabul ediyoruz, gelin çözelim” çağrısına, CHP’den “Caymadık, hodri meydan!” cevabı geliyor! Ancak çözüm yine berhava, bir başka bahara bırakılıyor. Partilerin karşılıklı adım atmak yerine, politik propaganda alanlarına odaklanmaları siyasî hastalığı ve handikabı nüksediyor. Karşılıklı suçlamalarla peşinen ipler kopartılıyor; siyasî hesaplarla popülist politik polemiklerle uzlaşma kapısı kapatılıyor. Sonuçta “samimiyet sınavı”nda siyaset yine sınıfta kalıyor. Ve sorun, yine “seçim malzemesi” olarak sürüncemede kalıyor. Yine olan hak ve özgürlüklere oluyor…

Vaziyet bu…

25.10.2010

E-Posta: [email protected]



Yeni Asyadan Size

Bediüzzaman TIR’ı ve ilânat vazifesi


A+ | A-

Gazetemiz tarafından Said Nursî’nin vefatının 50. yılı dolayısıyla hayata geçirilen Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet TIR’ı, bir aylık zaman diliminde Türkiye’yi baştan başa dolaştı. Toplam 55 il sınırına uğrayan Hizmet TIR’ı, 49 şehirde program yaptı. TIR’ın 17 Eylül’de Edirne Selimiye Camii önünde başlayan muhteşem turu, 17 Ekim tarihinde İstanbul’da, tarihî Beyazıt Meydanı ve Beyazıt Camii önünde noktalandı. Her safhası ayrı bir hatıranın yaşanmasına vesile olan organizasyonun başlangıç ve bitiş noktalarındaki kareler bile tek başına bu faaliyetin önemini gözler önüne serdi.

Giydirilmiş TIR, Risâle-i Nur hakikatlerinin ve Bediüzzaman’ın geniş kesimlere tanıtılması ve zihinlerde yerleşmiş yanlış tasavvurların izalesi için “Bediüzzaman Türkiye yollarında” sloganıyla yola çıktı. Bediüzzaman Hazretlerinin hatıralarının canlı olarak yaşatıldığı Kastamonu, Van, Bitlis, Şanlıurfa, Isparta, Barla, Denizli, Burdur gibi mekânlara da uğrayarak, karşılamaya gelenlere duygulu anlar yaşattı.

Hizmet TIR’ı, gittiği şehirlerin ana meydanlarında programlar düzenledi. Gezilen şehirlerde çeşitli yazarlar konuşmalar yaptı, seminerler verildi, kitaplarını imzaladı. Ziyaretçilere Bediüzzaman Kimdir?, Aydınlar Konuşuyor, Bediüzzaman’ın Eğitim Modeli ve 5. Ulusal Risale-i Nur Kongresi Sonuç Deklarasyonları başlıklı kitapçıklar dağıtıldı.

Bu organizasyon Anadolu Ajansı başta olmak üzere çeşitli ajanslar tarafından takip edilerek haberleştirildi. Ulusal ve yerel medyanın da yakından izlediği programları Yeni Asya günü gününe okuyucularına duyurdu. Hatıra, röportaj ve diğer ayrıntıları sıcağı sıcağına okuyucularına aktardı. Yaşadıkları manzaralar karşısında heyecan ve hissiyatlarını kaleme alanların yazıları gazetemizde yayınlandı.

Bediüzzaman Hazretlerinin “Bu zamanda Nurlarla hizmet-i imaniye, her tarafta ilânatla ve muhtaç olanların nazar-ı dikkatlerini celb etmekle olur” (Lem’alar, Yirmi Altıncı Lem´a, s. 265) ifadesinde yer alan bir tavsiyeyi yerine getirmesi bakımından hem bizzat güzel olan, hem de neticeleri itibarıyla güzel olacağına inandığımız Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet TIR’ını yeni proje ve faaliyetler izleyecek.

Daha önce de duyurduğumuz gibi bu faaliyet bir albümle taçlanacak ve okuyucularımıza hediye edilecek.

***

Abone ve Dağıtım’dan yeni kampanya

Yeni Asya bütün birimleriyle, daha önce kalitesini ispat ettiği alanlarda ürün yelpazesini genişleterek ve yeniden yapılanmış pazarlama anlayışı ile yeni yayın dönemine hazırlandı.

Bu çerçevede gazetemiz abone ve dağıtım birimi de yeni bir kampanya başlattı. Anadolu’yu dolaşacak olan Abone ve Dağıtım Koordinatörü Adem Azat, bölge temsilciliklerimizi ziyaret edecek. Ziyaretlerde bölgelere özel abone kampanyaları masaya yatırılıp tiraj artışı için görüş alış verişinde bulunulacak. Bu kampanya sonrası temsilcilerimiz gösterdikleri başarı nispetinde ödüllendirilecek.

Başarılar diliyor, bütün temsilcilerimize gösterecekleri gayret için şimdiden teşekkür ediyoruz.

***

2011 takviminiz hazır

Piyasaya sürdüğü takvim çeşitleri ile müşterilerinin ilgi ve güvenine mazhar olan Yeni Asya 2011 sezonunda da iddiasını koruyor. Yeni Asya Takvim ve Promosyon Müdürü Ramazan Altınsu kalite ve güvende çıtayı yükseltmek için çalıştıklarını belirtti. 365 günlük blok takvimin muhtevasının zenginleştirildiğinin ve ansiklopedik bir bilgi kaynağı haline geldiğinin altını çizen Altınsu, görsel zenginlik ve karton çeşitliliğinin de arttırıldığı müjdesini verdi.

Türkiye’de üç ayrı bölge, yurtdışında da Avrupa ve Avustralya için olmak üzere basılan takvimler için hazırlanan kataloğa sentezhaber.com adresinden de ulaşılabiliyor.

***

Yeni Asya TÜYAP’TA

TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş. ve Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından TÜYAP Beylikdüzü Fuar ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilecek ‘’29. İstanbul Kitap Fuarı’’, kültür ve edebiyat dünyasını bir araya getirecek. 30 Ekim - 7 Kasım tarihleri arasında açık olacak fuarda Yeni Asya Neşriyat da stand açacak. Fuarda yazarlarımız imza günlerinde okurları ile buluşacak.

Hayırlı haftalar dileklerimizle...

25.10.2010

E-Posta: [email protected]



H.İbrahim CAN

Amerikan belgeleriyle Irak’ta savaş suçları!


A+ | A-

Afganistan’daki ABD vahşetini, doğrudan askerî kaynakların belgeleriyle ispatlayan Wikileaks sitesi bu kez de Amerikalıların Irak’taki zulmünü gözler önüne seriyor. 2004-2009 yılları arasında Amerikan ordu birlikleri tarafından düzenlenen 391.000 belgenin hepsi sitede.

Halen İsveç’te yaşayan Julian Assenge’nin kurduğu Wikileaks sitesinde, Amerika’nın bütün kirli çamaşırları göz önüne seriliyor.

Böylece Irak’a özgürlük getirme iddiasıyla saldıran Amerikan ordusunun nasıl 66.081 sivili öldürdüğü –bir çok diğer kaynak bu rakamın yüzbinlerle ifade edildiğini bildiriyor-, bir çok insana nasıl işkence yapıldığı ve savaş suçu işlendiğini ortaya koyuyor.

Altı yıl boyunca ortalama her gün 31 sivilin öldüğü bir savaşın, uluslar arası hukuk kurallarına uyduğu, faillerinin savaş suçu işlemediği söylenebilir mi?

O kadar açık anlatılan işkenceler, katliâmlar, tecavüzler var ki, BM, Obama’yı insan hakları ihlâllerini soruşturmaya dâvet etmek zorunda kaldı. Zira belgelerde sözde Iraklı askerlerin sivillere yaptıkları işkencelerin bütün ayrıntıları yer alıyor. Bir yer altı sığınağında tutulan adamın elleri arkadan bağlanmış ve tavana bileklerinden asılmış halde iken, plastik hortumla dövülüp, elektrikli matkapla işkence edildiği anlatılıyor bir belgede. Kayda göre, üstlere durum bildirilmiş, soruşturmaya gerek olmadığı cevabı gelmiş. Daha da kötüsü Frago 242 denilen ve Haziran 2004’te yayınlanan bir emre göre koalisyon birlikleri doğrudan koalisyon askerleri tarafından yapıldığı ispatlanmadıkça herhangi bir savaş hukuku ihlâlini soruşturmayacaklardı.

Yani işkence serbestti!

Belgelerde okuması bile dehşete düşürecek işkence öyküleri var.

Peki kim sızdırıyor bu kadar gizli belgeleri? Hem de ABD gibi dünyanın güçlü devletinin hışmına uğramaktan korkmadan?

Bu kadar çok belgenin birkaç sıradan sivil yada asker tarafından ele geçirilip, korkusuzca sızdırılması mümkün değil. Bizim kanaatimize göre ortada bir temizlik harekâtı ya da devlet içi rekabet var. Hükümetin Irak politikasından hoşlanmayanlar, yapılanları vicdanları kabul etmeyenler, orada yaptıkları ve yaşadıklarının vicdan azabını ancak itiraf ederek hafifletebileceğini hissedenler vs. şeklinde listeyi uzatmak mümkün. Tıpkı Ergenekon dâvâsında ortaya çıkan çok gizli belgelerin muhtemel kaynaklarında olduğu gibi.

Bu insanlık suçlarını gördüğünüzde, Türkiye’nin Amerika’nın yanında Irak Savaşına girmemiş olmasının ne kadar doğru bir karar olduğunu görüyorsunuz. O tezkere çıkmış olsaydı, ülke olarak bizler de bu suçlara ortak olacaktık.

Şimdi dünya kamuoyunun gözleri Obama’da. Bu kadar ayyuka çıkan savaş suçlarının faillerini cezalandıracak mı?

Bize göre cezalandırmayacak. “Bu fiilleri işleyenler Iraklı askerler. Öyleyse Irak yönetimi gereğini yapsın” gibi, ipe sapa gelmez bahaneler duyacağız.

Ve Obama Nobel Barış Ödülü’nü şöminesinin üstünde gururla sergilemeye devam edecek. Ama kendisine tavsiyemiz, ödülden sızan kanı arada bir hizmetçisine sildirmesi.

25.10.2010

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri




Son Dakika Haberleri

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Abdullah ŞAHİN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet BATTAL

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Ali Rıza AYDIN

  Atike ÖZER

  Baki ÇİMİÇ

  Banu YAŞAR

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H.İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Hakan YILMAZ

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehmet YAŞAR

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Muzaffer KARAHİSAR

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Saliha FERŞADOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  YENİ ASYA NEŞRİYAT

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.