Mehmet KARA |
|
Bin yıl mı beklemek lâzım? |
28 Şubat 1997 tarihinde Millî Güvenlik Kurulu toplantısı sonrasında açıklanan ve Türkiye’de siyasî, idarî, hukukî ve toplumsal alanda etkisi halen devam eden postmodern darbenin üzerinden 13 yıl geçti.
Bu süreçte, sekiz yıllık kesintisiz eğitimle imam hatiplerin orta kısımları kapatıldı. Kur’ân kurslarına yaş sınırlaması getirildi. Meslek liselerine katsayı adaletsizliği uygulaması başlatıldı. Batı Çalışma Grubu ile inanan kesimler fişlendi. Başörtüsü yasağı sert bir şekilde uygulandı. Binlerce memur işlerinden atıldı. Geçtiğimiz yıl bugünlerde Bem-Bir-Sen tarafından düzenlenen “28 Şubat’tan Ergenekon’a: Temiz toplum, Temiz Türkiye” konulu panelde konuşan eski cumhuriyet savcısı Gültekin Avcı, “Yarbay geliyor diye ceketini ilikleyen savcılar vardı. Savcılığımdan utandığım zamanlar oldu” demişti. Gelinen noktada yarbayı görünce önünü ilikleyen savcılardan, orgeneraller hakkında dâvâlar açabilen savcılar ortaya çıktı.
Ancak 28 Şubat’ın açtığı derin yaralar konusunda herhangi bir adım atılmadı. 13 yıl sonra bir taraftan bu yasakların kaldırılması için çaba gösterilmesi gerekirken, bir taraftan da yargıya müdahale sayılabilecek eylemlerden kaçınmanın ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, “28 Şubat’ın etkisi 1000 yıl sürecek” demişti. Demokratik olmayan uygulamaların sona ermesi ve yasakların kalkması için bin yılın geçmesi mi bekleniyor?
KOMİK!
Duydunuz mu? Meğer 27 Nisan “muhtıra” değilmiş… Genelkurmay eski başkanı Yaşar Büyükanıt, 27 Nisan 2007 tarihinde internette bizzat kendisinin kaleme aldığını söylediği metnin muhtıra olmadığını, bildiri olduğunu söylemiş.
‘Balyoz darbe plânı’ operasyonuyla dönemin Genelkurmay Başkanları Yaşar Büyükanıt ve Hilmi Özkök’le beraber çalışan generallerin de ‘darbe planlamaktan’ gözaltına alınmasıyla gözler 27 Nisan’da e-muhtıra veren Büyükanıt’a çevrilmişti.
Tam da bugünlere denk gelen bir zamanda Ergenekon soruşturmasının baştan sona hukuk ihlâlleri ile dolu (!) olduğunu iddia eden Yargıtay eski Başsavcısı Vural Savaş’ın, “Darbe lâfı etmese bile ‘bir muhtıra verelim’ diyenler hakkında soruşturma kovuşturma açılıyor. Ama “Ben yazdım” diyen Büyükanıt Paşa hakkında işlem yapılmıyor. Göreceksiniz yapılmayacak. Hükümetle el sıkıştıkları için hiçbir şey yapmazlar. Bu bile ne kadar taraflı bir yargılama ve soruşturma yapıldığının en büyük delili (!)” sözlerinin internette yer alması e-muhtırayı gündeme getirmişti.
Büyükanıt “27 Nisan bir muhtıra değildir. Cumhurbaşkanlığı seçimine müdahale değildir. 27 Nisan Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin laiklik konusundaki duyarlılığının dile getirilmesidir. Başka bir şey değildir” demiş. (Fikret Bilâ, Milliyet, 23.2.2009)
Muhtıra “Bir kişi, bir grup ya da kurumca, başka kişi, grup ya da kuruma uyarıda bulunma, bir şeyi hatırlatma amacıyla gönderilen yazı” olarak tanımlanıyor. Bunlar olmuş mudur? Olmuştur. Muhtıranın başka tanımı varsa o zaman Büyükanıt açıklasın da millet de öğrensin.Üç yıla yakındır e-muhtıra diye bildiğimiz yazı meğer muhtıra değilmiş! Zaten 28 Şubat da bir postmodern darbe değildi! Hatta biraz daha geriye gidersek 12 Eylül, 27 Mayıs da birer askerî darbe değildi!
Çok güldük çok. Ama acı acı…
EĞER BİR ÜLKEDE DEMOKRASİ VARSA…
Bir başka komik açıklama da CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’dan geldi. Baykal, demokrasiye bakışını gösteren bir söz sarf etti ki evlere şenlik.
Partisinin grup toplantısında emekli kuvvet komutanlarının gözaltına alınmasını eleştirdikten sonra şöyle dedi Baykal: “Eğer sabah 4’te kapınız çaldığında ‘sütçüdür’ diyebiliyorsanız demokrasi vardır. Ama ‘eyvah geldiler’ diyorsanız, korku sizin ruhunuza işlemişse, işte o ülke demokratik bir ülke olmaktan çıkmış demektir…”
Demokrasiden bunu mu anlamak lâzım? Başka bir kriteri yok mu demokrasinin?
Bu zihniyetin demokrasi anlayışı bu oluyor demek ki…7 28.02.2010 E-Posta: [email protected] |