Basından Seçmeler |
Ben senin aklına şaşayım, aklına!
Türkİye’de hukuk yok zulüm var demek ne zaman aklına geliyor? Hukukun ucu askere dokunduğu zaman... Hukuk yok zulüm var demek ne zaman aklına geliyor? Hukukun ucu, darbecilere dokunduğu zaman... Hukuk yok zulüm var demek ne zaman aklına geliyor? Hukukun ucu, cuntacılara dokunduğu zaman... Hukuk yok zulüm var demek ne zaman aklına geliyor? Hukukun ucu, dönemin Genelkurmay Başkanı’nın bile yalanlamadığı 2003-2004’ün darbe tertiplerine, o devrin cuntacılarına dokunduğu zaman... Hukuk yok zulüm var demek ne zaman aklına geliyor? Hukukun ucu, 2003 yılı baharında, dönemin MİT Müsteşarı’nın Birinci Ordu’daki ihtilal hazırlığı olarak işaret ettiği Balyoz’a dokunduğu zaman... Hukuk yok zulüm var demek ne zaman aklına geliyor? Hukukun ucu, askerin içinde yalanlara dayalı andıçları, Türkiye’yi yönlendirmeye dönük lahikaları, ıslak imzalı darbe planlarını hazırlayan odaklara dokunduğu zaman... Hukuk yok zulüm var demek ne zaman aklına geliyor? Hukukun ucu, hem Cumhuriyet gazetesine bomba atıp, hem Danıştay’a kanlı baskın düzenleyip irtica çığlıklarıyla daha 2006’da, 2007’de darbe ortamı oluşturmak isteyenlere dokunduğu zaman... Hukuk yok zulüm var demek ne zaman aklına geliyor? Hukukun ucu, Hrant Dink ve Rahip Santoro cinayetleriyle Malatya’daki Misyoner Katliamı’ndan operasyon diye söz edebilen askerin içindeki odaklara dokunduğu zaman... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, Hrant Dink cinayeti örtbas edilmek istenirken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, asker bir gece vakti 27 Nisan muhtırasıyla millet egemenliğine darbe indirirken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, askerle bir olup 367 gibi bir hukuk ucubesiyle Meclis iradesinin önünü kesmek isterken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, asker 28 Şubat darbesini sahnelerken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, Sincan’da tanklar rejime balans ayarı yaparken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, kurbanlarının büyük çoğunluğu Kürtlerden oluşan 17 bin 500 faili meçhul cinayet işlenirken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, Güneydoğu’da binlerce köy yakılırken, yüzbinlerce insan köylerinden zorla atılırken, zorla evlerinden barklarından edilirken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, taş attıkları için binlerce Kürt çocuğu tutuklanırken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, KÇK operasyonlarında binlerce gözaltı ve tutuklama yaşanırken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, üniversitelerde türban ve başörtüsü yasağı devam ederken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, yüzde 47 oyla seçim sandığından çıkmış bir parti kapatılmak istenirken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, asker kişilere de Avrupa demokrasilerindeki gibi sivil yargı yolu açılırken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, bu ülkede asker ve sivilden oluşan iki başlı yargı düzeni demokrasiyle alay edercesine varlığını sürdürürken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, örneğin Orhan Miroğlu seçim zamanı siyaset meydanında Kürtçe konuştuğu için beş yıl hapis cezası alırken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, örneğin Perihan Mağden, Hrant Dink’in katillerine şarkılarıyla, klipleriyle methiye düzenleri eleştirdiği için üç kez hapis cezasına mahkum edilirken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, örneğin Baskın Oran’a ‘satılmış’ iftirasını atan, ‘yabancı devletlerden para alıyor’ diyen kişi Yargıtay’da beraat ettirilirken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, bir Ordu Komutanı’nı ifadeye çağıran sivil savcının yetkileri apar topar elinden alınırken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, Şemdinli Savcısı Ferhat Sarıkaya, ucu zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı’na dokunan bir iddianame hazırladığı için meslekten atılırken, avukatlık yapması bile yasaklanırken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, bir askeri garnizonda daha bu hafta “Adi başbakan!” diye parola düzenlenirken... Ama hukuk aklına bile gelmiyor, Hrant Dink cinayetine, Ahmet Kaya’nın ölümüne açılan yola taşlar döşenirken... Hukuk ne zaman aklına geliyor? Darbeciye, cuntacıya dokunduğu zaman... Ben senin aklına şaşayım, aklına!
Hasan Cemal, Milliyet, 26 Şubat 2010 |
27.02.2010 |
Or hukuku
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u kutlamalıyım. Tereyağından kıl çeker gibi komutanlarını yargıçların elinden çekti aldı. Kozmik odadaki aramaların kendi izniyle gerçekleştiğini belirtip “Yoksa nah alırlardı” diyen Başbuğ’un ne kadar haklı olduğunu gördük. Zaten benim tezim de bu yöndedir. Türkiye’de hukukun gücü değil güçlülerin hukuku olduğunu söyler, yazar dururum. Hatta geçen yıl CNN Türk’teki Reha Muhtar’ın programında Ergenekon soruşturmasında mesafe kat edilmesinin devlet zirvesindeki zımni mutabakata bağlı olduğunu belirtirken, “Genelkurmay istemese o askeri tesislerde tavuk bile alamazsınız” dediğimde gülmüşlerdi. Yaşananlara bakınca orgeneral ve oramirallerin özel bir durumu olduğunu anladık. Önceki akşam tüm orgeneral ve oramirallerin toplanması gibi... Örgüt üyesi olmakla suçlanan Binbaşı Zekeriya Öztürk ve Yüzbaşı Fikret Emek, hala cezaevinde. Örgütün en tepe yöneticileri olmakla suçlanan Orgeneraller Hurşit Tolon ve Şener Eruygur dışarıda. Darbe günlükleri yüzünden Gazeteci Mustafa Balbay içeride. Özden Örnek günlüklerinde geçen tüm komutanlar serbest. Bırakın mahkemeyi henüz savcılık aşamasında serbest bırakıldılar. Balyoz Darbe Planı nedeniyle gözaltılar oldu. Planın alt kademesindeki subaylar tutuklandı, Orgeneraller Ergin Saygun, İbrahim Fırtına ve Oramiral Özden Örnek ifadeleri alındıktan sonra tutuklamaya gerek görülmedi. Sırada Balyoz’ın 1 Numarası olmakla suçlanan Orgeneral Çetin Doğan var. Onun durumu bugün netleşecek. Bakalım, o da diğer orgeneraller gibi salıverilecek mi? Hatırlayacaksınız, Ergenekon’da 10. dalgada gözaltına alınan Orgeneral Tuncer Kılıç da serbest bırakılmıştı. Bir başka gelişme Erzurum-Erzincan hattında yaşandı. Orgeneral Saldıray Berk’in ifadesini almaya giden savcılar kışlanın kapısından çevrildi, sonra o savcılar HSYK tarafından topluca görevden alındı. Şimdi? Saldıray Berk’e gönderilen ifade fezlekesi rafa kaldırıldı. Yeniden ifadesine ihtiyaç olup olmadığına sonra karar verilecek. İfadesi alınsa bile fazlaca ehemmiyetinin olmadığı malumlarınızdır. Şemdinli Dosyası’nda Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın nasıl koruma ve kollama altına alındığını herhalde anlatmaya gerek yok. Savcı Ferhat Sarıkaya, hukuk diplomasını bile kaybetti. Or’lar toplandı, Or’lar yırttı, gerçekten nah aldılar. Ergenekon ve Balyoz’un zencilerine Or olsun.
ÇANKAYA’DA ÜÇLÜ ZİRVE Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in başbakan yurtdışındayken Genelkurmay’la Balyoz mekiği dokuyarak soyunduğu arabuluculuk girişimi sonuçsuz kalınca, devreye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül girdi. Çiçek’in “Başbakan Vekili” sıfatıyla, başbakanın bilgisi olmadan ve Genelkurmay’dan herhangi bir talep gelmeden, bir yerde durumdan vazife çıkararak Genelkurmay karargâhına gitmesi, ardından Çankaya’dan randevu talep etmesi şık değildi. Nitekim Gül, Genelkurmay görüşmesinin ardından randevu istendiğini öğrenince iptal ederek tavır koydu. Doğrusu da budur. TSK’nin başkomutanı olarak, ortada rahatsızlık varsa tespiti için bir aracıya ihtiyaç yoktu. (...) Cumhurbaşkanı, haftalık olağan görüşme gününü fırsat bilerek ikili görüşmeleri üçlü zirveye dönüştürdü. “Eğer problem varsa oturup birlikte konuşalım” demeye getirdi. Çatışma görüntüsünden uzak kamuoyuna pozitif mesaj verme bakımından değerlendirildiğinde yerinde bir hamle olduğu düşünülebilir. Tüm iyi niyetli girişime rağmen, üçlü fotoğrafın negatif unsurlar içerdiği gerçeği de unutulmamalıdır. Yargıda devam eden bir operasyonu, sivil ve askeri otoritenin başkomutanın moderatörlüğünde ele almasının mahsurlu yanları yok mudur? Balyoz soruşturmasının sonucuna bakın, anlarsınız. Yargıya baskı yapmak için mutlaka telefon etmek veya kurye göndermek gerekmez. Toplantının varlığı bile mesaj niteliği taşır. Yoksa “Biz Or’lar toplandık” denir miydi?
Şamil Tayyar, Star, 26 Şubat 2010 |
27.02.2010 |
Cemil Çiçek kim?
Cemİl Çiçek’in hatıralarını okuyabilecek ömrüm olur mu bilmiyorum. Ama o hatıralarda devletle muhafazakâr iktidarlar arasındaki ilişkinin çok ilginç ipuçları bulunacağını biliyorum. İmam Hatip kökenli bir hukukçu. Mücadele Birliği deneyimini yaşamış, oradan ilk ayrılanlar arasında yer almış. Mücadele Birliği’ne yönelik “devlet ilgisi”ni öne sürmüş. MSP’de siyaset yapmış. Özal’la birlikte olmuş. Özal’ın yakın halkası içinde çalışmış. Kısa süre Mesut Yılmaz’lı ANAP’ta kalmış. ANAP’ta iken, partisinin görüşüne aykırı olarak Korkut Özal ve Abdülkadir Aksu ile birlikte Refahyol hükümetine güven oyu vermiş. Sonra Erbakan’la 28 Şubatlı günleri yaşamış. Refah’ın Anayasa Mahkemesi’ndeki savunmasını yapmış. Sonra, kısa bir tereddüt geçirmenin akabinde AK Parti oluşumuna katılmış. Gül’ün kabinesinde Adalet Bakanlığı gibi, en hassas bakanlıkta görev üstlenmiş. Tayyip Erdoğan’ın iki kabinesinde de Adalet Bakanı, Devlet Bakanı, Hükümet Sözcüsü, Başbakan Yardımcısı olarak görev yapmış... En son... Erdoğan’ın İspanya seyahatinde Başbakan vekilliğini üstlenmiş. Şu sıraladığımız kısa özet, siyaset yürüyüşü olarak aşağı yukarı son 30 yılın özeti. Daha eskilere gidildiğinde son 40 yılın özeti. Cemil Çiçek, hep Türkiye’nin orta yerinde bulunmuş bir sima. Çiçek’in en çok konuşulan yönünün, açık edilsin edilmesin, “bir yerlerle ilişkili olmak” olduğu kesin. “Bir yerler” deyince de “Devlet” anlaşılıyor. “Derin”liği bir türlü ölçülemeyen ve hangi ideolojik muhtevaya sahip olduğu kavranamayan “Devlet!” Benim bulunduğum birçok ortamda, Cemil Çiçek isminin “kuşku”larla anıldığını ve benim, kendi bildiklerim çerçevesinde bu kuşkuların yersizliğini izah etme zaruretini hissettiğimi belirtmeliyim. Liberalinden muhafazakârına birçok yayın organında da, Bugün dahil, Cemil Çiçek isminin “kuşku”larla anıldığını gözlemlemek mümkün. Bu konuları değerlendirirken, birçok ortamda seslendirdiğim soru şu olmuştur: -Taa başından beri Cemil Çiçek, Erdoğan-Gül-Arınç üçlüsü ile birlikte yürüyor. Gül ve Erdoğan, Çiçek’e en etkin görevleri sundular. Acaba neden? Acaba bunlar Çiçek’e nasıl bakıyorlar? Çiçek’in “Devlet”le ilişkilerini nasıl görüyorlar? Yoksa bunlar da tıpkı “Çiçek” gibi devletle ilişki (!) içindeler mi? Ya da 8 senedir Erdoğan ve Gül, devletin en tepesinde olduklarına göre ayrıca ilişki içinde olunduğu farz edilen “Devlet” ne? Cemil Çiçek son olayda, Başbakan vekili olarak Genelkurmay’a gidiyor ve gerilimi konuşuyor. Cemil Çiçek, bugüne kadar da, kamuoyuna pek yansımayan ortamda, Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Aslan Güner’le “hassas konular başta olmak üzere” düzenli görüşmeler yapmış. (Hürriyet, 25 Şubat 2010, Metehan Demir’in haberi) Bunların, Başbakan’ın bilgisi dışında olması söz konusu değil. Soru şu: -Acaba Başbakan Erdoğan veya daha önce Abdullah Gül, Cemil Çiçek’in alakalarına karşı en küçük bir kuşku duydu mu? Şayet bir kuşku söz konusu ise bu yan yana çalışmalar ne anlama gelmeli? Acaba şöyle bir bakışa ne denir? Türkiye’de, siyaset kurumundan ayrı kendine özgü bir “Devlet” olduğu açık. AK Parti hükümetinin ilk zamanlarında da “Hükümet böyle düşünüyor ama acaba devlet nasıl bakıyor” gibi söylemlerin medyaya yansıdığını biliyoruz. Demirel bu “Devlet”i, siyasetçinin altına verilen “Vahşi at”a benzetir. Çok partili hayata geçildiğinden bu yana böyle seçimle gelen iktidarlardan ayrı bir “devlet olgusu” mevcuttur ve seçimle gelenler, bu olgu ile birlikte yaşamak gerektiğini, mücadele edilecekse bile, birlikte yaşayarak mücadele edileceğini, zaman zaman alt üst oluşlar yaşanacağını bilirler. Bu alt üst oluşların en çok, daha İslami görünen siyasi oluşumlar için söz konusu olduğunu da bilirler. İşte, tam da böyle bir siyasi denklem içine girildiğinde, o yapı ile ilişkileri nasıl sürdürmeli? Çatışma ile mi? Müzakere ile mi? Benim gördüğüm şudur: Özde, derinde çatışma bile olsa, görünürde ve sürdürülebildiği ölçüde müzakere tercih edilmekte, bunu yapacak bir kişi aranmakta ve onun aracılığından istifade edilmektedir. Cemil Çiçek bence böyle bir isimdir. Devlet dilini anlayan, içinde bulunduğu siyasi yapının projelerini devlet diline çeviren bir insan...(...)
Ahmet Taşgetiren, Bugün, 26 Şubat 2010 |
27.02.2010 |