Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
28 Şubat’ta kaderin fetvası |
MGK’nın 28 Şubat 1997’deki toplantısına izafeten “28 Şubat süreci” olarak adlandırılıp post-modern darbe ya da müdahale gibi nitelemelere konu olan sürecin 13. yılı da geride kaldı. Ama başörtüsü yasağı, İHL’lerin orta kısımlarının kapatılması, Kur’ân eğitimine getirilen yaş sınırı ve meslek liselilere ÖSS’de uygulanan katsayı engeli gibi icraatı hâlâ sürüyor. 28 Şubat’a tepki oylarının iktidara getirdiği AKP 7.5 yıldır işbaşında olmasına rağmen...
Bunların zulüm olduğunda kuşku yok. Ve inancımıza göre, zulüm devam etmez. Bu inancımızın kaynağı ise, aynen bu mealdeki hadis.
Üstadın izah ettiği “Beşer zulmetse de kader adalet eder” prensibi de işin bir başka boyutu.
Peki, 28 Şubat kaynaklı, belli başlılarını yukarıda sıraladığımız zulümleri bu iki temel esas açısından değerlendirirsek, neler söyleyebiliriz?
Burada öncelikle, bunlar ve aynı eksendeki diğer haksızlıklar için “Hangi fiilimizle kadere fetva verdirdik ki, bu zulümlere maruz kaldık?” sualinin cevabını ararsak, şunları ifade edebiliriz:
En önemli sebep, siyasetteki iktidar mücadelesinde, niyet ve kasıt öyle olmasa bile, dinin bir araç haline gelmesi ve böylece dünyevîleşmesi.
Bu durum, bazı zihinlerde, çoğu belki farkında bile olmadan dini bir iktidar ideolojisine dönüştürüp, ardından “müşahit-mücahit-müteahhit” formülüyle ifade edilen değişimi tetikliyor.
Ve bu çok kritik dönüşüm, tesettür, Kur’ân eğitimi ve imam hatip gibi kavram ve kurumların da içini boşaltarak aslî anlamlarından koparıyor.
AKP iktidarında bu alanlardaki sıkıntıların artarak devamı da bu tesbitle birlikte düşünülmeli.
Meselâ tesettürün en önemli hikmetlerinden biri, kadını da, erkeği de, “modern hayat”ın gereği olarak gösterilen ihtilâtın doğuracağı sakıncalardan korumak iken, başörtülü olarak, ölçüleri zorlayacak derecede sosyal hayata katılma eğiliminin yaygınlaşması, bu hikmetle çelişiyor.
Cinsler arasındaki fıtrî mesafe kapandıkça mahremiyetler zedelenip, hassasiyetler aşınıyor.
Bunun sonucunda tesettür yer yer bir moda aksesuarına dönüşürken, münhasıran başörtüsünde odaklanılması, meseleyi bir bütün olarak anlaşılıp öyle yaşanması icab eden tesettür kavramından da, dinin sair vecibelerinden de uzaklaştırıyor.
Ve netice itibarıyla, yasağı koyup inatla sürdürenler zulmediyor, ama kader adalet ediyor...
İmam hatipler ve Kur’ân kurslarıyla ilgili haksız 28 Şubat tasarruflarının kader cihetinde de dikkatle tahlili gereken çok önemli noktalar var.
Bu müesseselerde eğitim anlayışı, müfredatı ve uygulamaları açısından düzeltilmeyi bekleyen kusur, noksan ve aksaklıkların giderilemeyip, dinin ve çağın gereklerini karşılayacak bir ıslahatın yapılamayışı; Bediüzzaman’ın tarif ettiği “Kur’ân-kâinat bütünlüğü” esasına dayalı din-bilim imtizacının istenen ölçüde başarılamayışı ve din-siyaset bahsindeki yanlışların oralara da taşınması, kadere o fetvayı verdiren hallerin başlıcaları.
İmam hatipler resmî ideoloji kalıpları ile İslâmı siyasî bir ideolojiye dönüştüren yanlış yorumların kıskacından kurtarılarak, Kur’ân’ı kâinat kitabıyla birlikte okuyup okutan müstakim bir çizgiye oturtulmalı ki, önleri açılıp ihya edilsinler.
Keza Kur’ân kursları, mukaddes kitabımızın sadece lâfzıyla değil, çağa hitap eden derin mânâ ve mesajlarıyla da öğretildiği yerler haline getirilmeli ki, misyonların icabını yerine getirebilsinler.
Aynı muhakeme silsilesini cemaatlerle ilgili sıkıntılara da uyarlamak mümkün ve de gerekli.
İlk emri “Oku” olan; dünyanın da, ahiretin de kazanılmasını “ilme sarılma” şartına bağlayan ve bütün hükümlerini akla ve ilme tasdik ettiren bir dinin mensuplarının, bu mânâlarla hiçbir şekilde bağdaşmayan hurafe ve taassup tezahürlerine herkesten önce karşı çıkmaları gerekirken, bunun lâyıkıyla yapılamayışı da önemli bir etken.
28 Şubat’ı tekrar dirilmemek üzere bitirmek için verilmesi gerekli hukuk ve demokrasi mücadelesinin başarısı da bunların yapılmasına bağlı. 28.02.2010 E-Posta: [email protected] |