H. İbrahim CAN |
|
İklim antlaşması yok: Kirletmeye devam! |
Aralık ayında Kopenhag’da yeni bir iklim antlaşması üzerinde uzlaşılamamasından sonra, BM İklim Şefi Yvo de Boer’in de istifa etmesi, iklim değişikliklerinden endişelenen milyonlarca insanı umutsuzluğa itiyor. Amerika başta olmak üzere sanayileşmiş ülkelerin kendi şirketlerinin kârlarını azaltacağı gerekçesiyle yeni antlaşmaya katılmaktan kaçınması, hatta görünüşte taraftar olmalarına karşın, perde arkasından engellemeye çalışmaları, anlaşmaya varılmasını imkânsızlaştırıyor. Bu arada Kyoto Protokolünün de yavaş yavaş süresi bitiyor. Zaten yalnızca 27 zengin ülkeyi bağlayan bu antlaşmaya da en büyük kirletici olan Amerika katılmamıştı. Türkiye de Protokole 2009 yılında katıldı; ama kısıtlayıcı rejime 2012’den sonra katılacak. Zaten Protokolun yenisi de yapılamadığı için tam bir çıkmaza girildi. 2012 yılına kadar yeni antlaşmaya varılması ihtimali hayli zayıf. Zaten bu Protokol ile hedeflenen emisyon azaltma oranlarına da bir çok ülkede ulaşılamadı. Özellikle İspanya ve Kanada hedefi tutturamayacaklarını şimdiden açıkladılar. Ama bu Protokol ile oluşturulan karbon piyasası mekanizması, yoksul ülkelerde rüzgâr tarlaları, barajlar, güneş enerjisi sistemleri yoluyla emisyon azaltılarak, kotalarını çok karbon salan ülkelere satmalarını teşvik ederek önemli iklim katkıları sağladı. Peki neden gelişmiş ülkeler bu antlaşmaya karşı çıkıyor? Zira en çok kirleten onlar. Antlaşmayla getirilecek olan karbon kotası ve iyileştirme limitlerindeki artışların yanı sıra, gelişmekte olan ülkelere çevre dostu politikalara yönelmek için ödemeleri gereken yüksek meblağlar (yılda 100 milyar dolar) onların işine gelmiyor. Henüz yayınlanmamış bir Birleşmiş Milletler araştırmasına göre; 3000 en büyük şirketin, tabiata verdiği zararı karşılamasının gerekmesi halinde, bu rakamın 2008 fiyatlarıyla 2,2 trilyon dolar olacağı hesaplanıyor. Bu rakam bu firmaların toplam kârının üçte biri demek. Ya da dünyadaki yedi ülkenin yıllık ekonomilerinin toplam büyüklüğüne eş. Elbette politikacıların seçim kampanyalarını finanse eden bu şirketler, ülkelerinin böyle bir kaybı doğuracak antlaşmalara girmelerini engelleyecekler. Hem de bu bedele, iklim değişikliğinin hanehalklarına getirdiği ilâve maliyetler, insanların yurtlarından edilmesinin sosyal etkileri dahil değil. İklimler değişiyor. Bu kış ülkemizde yaşadığımız, bir çok şehri sellere boğan yağışlar, Washington’da görülen tarihî karlar, ani ısınma ve soğumalar, küresel ısınmanın sonuçları. Bunun en büyük sebebi de artan sera gazları. Çin ve Hindistan’ın başını çektiği çok kirleten ülkeler, daha kısıtlayıcı yeni bir antlaşma yerine Kyoto Protokolünün 2020 yılına kadar uzatılması için kulis yapıyor. ABD Başkanı Obama ise yeni antlaşmayı senatodan geçiremediği bahanesine sığınıyor. Kısacası; insanoğlu kendi aç gözlülüğü için dünyanın iklimini dinamitlemeye devam ediyor. Büyük felâketler yoğunlaşıp, yaygınlaşana kadar da zengin ülkeler aklını başına almayacak. Bedelini ise yoksul ülkeler, kuraklık, işsizlik ve açlık olarak ödemeyi sürdürecek. Türkiye ise hâlâ katı yakıtlara bağımlılığını sürdürürken, nükleer enerji ve diğer alternatif enerji tartışmaları kısır tartışmalar içinde boğulup gidecek. 20.02.2010 E-Posta: [email protected] |