Faruk ÇAKIR |
|
Doğru söyleyene destek gerekmez mi? |
BOLU Valisi Halil İbrahim Akpınar’ın 19 Haziran 2009’da düzenlenen “Abant Platformu” toplantısında yaptığı konuşma bazılarında ciddî rahatsızlığa sebep olmuş ve valinin konuşması hakkında ‘soruşturma’ açılmış. Herhangi bir konuşma ya da hareket hakkında soruşturma açılması, illâ ki o hareketin cezalandırılacağı anlamına gelmeyebilir. Fakat Vali Akpınar’ın dile getirdiği gerçeklerden ürkerek, konuşma hakkında soruşturma açılmış olmasını, hele hele 2009 yılında anlamak mümkün değildir. Peki, Bolu Valisi Akpınar o konuşmasında ne demişti? Özetle dediği şuydu: “Aradan geçen uzun yıllara rağmen, zaten pek de iyi olmayan demokratik hayatımıza tecavüz eden darbecileri yargılayamadık, bu millete revâ gördükleri yargısız infazların, işkence ve kötü muâmelelerin hesabını soramadık.” (Yeni Asya, 20 Haziran 2009) Vali Akpınar, o konuşmasında şunları da söylemişti: “Bugün demokratik hayatımızın önündeki en büyük engel, hiç şüphesiz, darbeci generallerin anayasasıdır. Mevcut anayasa, halkın iradesini pek fazla önemsemeden, oligarşik bürokrasinin vesâyetinde sınırlı bir demokrasi öngörmektedir. Temel felsefesi, kurulması hayal edilen, istenilen rejime sadık siyasî partilerin, halkın çoğunluk oyunu alıp iktidara gelemeyeceği varsayımı üzerine kuruludur. Mevcut anayasa ve ilgili mevzuât ile ‘Halkın iradesi sonucu oluşan Meclis’in ve hükûmetin elini kolunu bağlayıp, iktidarı bir türlü muktedir konuma getirmeyecek mekanizmalar yoluyla, oligarşik jakoben bürokrasi hâkimiyeti sürdürülmelidir’ düşüncesini sürekli hâkim kılacak kurum ve düzenlemeler getirilmiştir.” Konuşmasında 27 Mayıs ihtilâlini de eleştiren Bolu Valisi, bu konuda da şöyle demiş: “Düzmece yargılama sonucu katlettikleri Başbakan ve iki bakanın acısını bile yüreğimize gömdük. Ülkemizde halkın iradesini bir türlü içine sindiremeyen kişi ve gruplar, içinde bulunduğumuz bu dönemde bile hâlâ Baas Rejimi ya da bir çeşit Pol Pot Rejimi özlemiyle hükümeti devirmeyi, binlerce kişiyi yok etmeyi planlıyorlar. Bu kişi ve gruplar, halkın iradesine karşı plan yapmaktan ne usanıyorlar, ne de utanıyorlar. Her türlü kanunsuz, ahlâka mugayir yol ve yöntemi kullanmakta bir sakınca görmüyorlar. Üstelik geçmişte bu işleri yapmış olanların cezalandırılması bir yana, ödüllendirilmiş olmaları bu gibi kişileri teşvik ediyor.” O günkü toplantıda konuşan Vali Akpınar uzun süre alkışlanmış, ama anlaşılıyor ki aradan bir kaç gün geçince bu defa da ‘soruşturma’ açılmış. Elbette böyle gariplikler ilk defa yaşanmıyor. “Doğru söyleyeni 11 köyden kovma” alışkanlığını devam ettirmek isteyenler var. İşte bu anlayışa karşı çıkmak lâzım. Hadisenin hukukî yönü bir yana, bu konuşma millet ekseriyetinin yüreğine su serpen doğru tesbitlerin dile getirilmesinden ibarettir. Dolayısı ile “doğru söyleyeni kovma” alışkanlığına bir son vermek durumundayız. Gerçi, Vali Akpınar, sözlerinin arkasında olduğunu dile getirmiş, ama sadece onun bunu söylemesi yetmez. Gerçeklerin ortaya çıkması için gayret sarf eden herkesin, hepimizin bu “doğru söz”lere sahip çıkması gerekir. Bu bakımdan sivil toplum kuruluşlarına da iş düşüyor. Aynı zamanda milletin hak ve hukukunu mufazafa için yola çıktığını ilân eden siyasî partilere de iş düşüyor. Onlar da bu gerçekleri dile getirenlere ve bilhassa bu tesbitlere sahip çıktıklarını ilân etmek durumundadırlar. Aksi halde, “doğru söyleyenin kovulmasını seyredenler kervanı”na katılmış olmaktan kurtulamazlar. Abant Platformu’nun toplantısında “12 Eylül ve demokratikleşme” konusunda yaptığı konuşma dolayısıyla hakkında inceleme başlatılan Vali Akpınar, “Ben yine her fırsatta demokrasi, insan hakları ve özgür toplum konusunda konuşacağım. Onların beklediği anlamda uslanmayacağım” demeyi sürdürmüş. (Milliyet, 9 Temmuz 2009) Konuşma önemli, ama bu konuşmaya sahip çıkmak, doğruda sebat etmek de çok önemli. İnşallah gerçekleri dile getiren vali ve bilcümle yöneticilerin sayısı artar. Aksi halde bu karanlıktan nasıl kurtulabiliriz ki? 10.07.2009 E-Posta: [email protected] |