Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli
De ki: Hak geldi, bâtıl yok oldu. Muhakkak ki bâtıl yok olup gidicidir.
İsrâ Sûresi: 81 |
10.07.2009 |
Meyl-i zulüm, dehşetli meydan alıyor
Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” (En’âm Sûresi, 6:164) İşte siyaset-i şahsiye, cemaatiye, milliyeye dair en âdil bir düstur-u Kur’ânî. “Gerçekten insan çok zâlim, çok câhildir.” (Ahzâb Sûresi, 33:72.) İşte mâhiyet-i insaniyede dehşetli kabiliyet-i zulüm. Sırrı şudur: Beşerde, hayvanın aksine olarak, kuvâ ve müyul fıtraten tahdit edilmemiş. Meyl-i zulüm, hubb-u nefis dehşetli meydan alıyor. Evet, ene ve enaniyetin eşkâl-i habîsesi olan hodgâmlık, hodbinlik, hodendişlik, gurur ve inat o meyle inzimam etse, öyle ekberü’l-kebâiri icad eder ki, daha beşer ona isim bulmamış. Cehennemin lüzumuna delil olduğu gibi, cezası da yalnız Cehennem olabilir. Evvela: Şahıs itibarıyla, bir şahıs çok evsafa câmidir. Onların içinde bir sıfat, adâveti celb etse, birinci âyetteki kanun-u İlâhî iktiza eder ki, adavet o sıfata inhisar etsin, mecma-i evsaf-ı masume olan şahsına yalnız acısın ve tecavüz etmesin. Halbuki o zalûm-u cehûl, tabiat-ı zâlimaneyle, bir câni sıfat için, o evsaf-ı mâsumenin hakkına da tecavüz edip, mevsufa da husumet, hattâ onda da iktifa etmiyor; akrabasına da, hattâ meslektaşına da zulmünü teşmil eder. Birşeyin müteaddit esbabı olduğundan; olabilir, o câni sıfat da kalbin fesadından değil, belki hariç bir sebebin neticesidir. O halde sıfat caniye değil, kâfire de olsa, o zat câni olamaz. Cemaat itibarıyla görüyoruz ki, bir şahs-ı muhteris, bir intikamla veya muntakim bir muhalefetle, arzuyu tazammun eden bir fikirle demiş ki, “İslâm parçalanacak veyahut hilâfet mahvolacak.” Sırf o meş’um sözünü doğru göstermek, gururiyetini, enaniyetini, tatmin etmek için, İslâmın perişaniyetini—el’iyazübillah—uhuvvet-i İslâmiyenin boğulmasını arzu eder. Hasmın zulm-ü kâfirânesini, hayale gelemez cerbezeli tevillerle adalet suretinde göstermek ister. Medeniyet-i hazıra itibarıyla görüyoruz ki, şu medeniyet-i meş’ume öyle gaddar bir düstur-u zulüm beşerin eline vermiş ki, bütün mehasin-i medeniyeti sıfıra indiriyor. Melâike-i kiramın, “Yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökecek birisini mi yaratacaksın?” (Bakara Sûresi, 2:30.) âyetindeki endişelerinin sırrını gösteriyor. İşte, bir köyde bir hain bulunsa, o köyü mâsumeleriyle imhâ etmek veya bir cemaatte bir âsi bulunsa, o cemaati çoluk çocuğuyla ifnâ etmek veya Ayasofya gibi milyarlara değer mukaddes bir binaya, kanun-u zâlimanesine serfurû etmeyen birisi tahassun etse, o binayı harap etmek gibi, en dehşetli vahşetlere şu medeniyet fetva veriyor. Acaba, bir adam, kardeşinin günahıyla hak nazarında mes’ul olmadığı halde, nasıl oluyor ki, bir karyenin veya bir cemaatin binlerle mâsumları, hiçbir zaman fena tabiatlı ihtilâlciden hâli kalmayan bir şehirde veya bir mahallede bulunan bir serkeş adamın isyanıyla, hiç münasebet olmadığı halde, o mâsumlar mes’ul, belki ifnâ ediliyor?
Sünûhat, s. 39-42, (yeni tanzim, s. 94-101)
LÜGATÇE:
kuvâ: Kuvveler, hisler. müyul: Meyiller, arzu ve istekler. tahdit: Sınırlama, hudutlandırma. hubb-u nefis: Nefis sevgisi. ene: Benlik, ego. eşkâl-i habîse: Pis şekiller. hodgâmlık: Kendini düşünmek, bencillik. hodbinlik: Kendini görmek. hodendişlik: Kendisi için endişe etmek. inzimam: Birbirine ilâve olunmak, katılmak. ekberü’l-kebâir: Büyük günahların en büyüğü. evsaf: Vasıflar, sıfatlar. adâvet: Düşmanlık. mecma-i evsaf-ı masume: Masum vasıfların toplandığı yer. zalûm-u cehûl: Çok cahil ve çok zalim. mevsuf: Vasıflı, sıfatlı. tahassun: Sığınma. |
10.07.2009 |
Bir Barla programının ardından
Barla’da geçen günlerin farklılığını orada kalmayan anlamazmış. Üstadın “Müfritane irtibatta terakkî etmeliyiz” sözünü Barla’da Kayserililerle hakkalyakîn yaşadık. 16 saatlik yorucu yolculuktan sonra Barla’ya indik. Eğirdir Gölü’nün muhteşem manzarası bizi çok etkilemişti. Kamelyasıyla, terasıyla, yemekhanesiyle, güleryüzlü insanlarıyla ve mükemmel manzarasıyla bakmaya doyamadığımız Yeni Asya Barla Tesisleri’ndeydik. Artık program başlamıştı. Ve bizler Üstadın soluduğu havayı içimize çekmeye başlamıştık. Programa, sabah derslerimizle, özel okumalarımızla, öğlen grup çalışmasıyla yapılan derslerimizle, gezilerimizle ve akşam birbirinden değerli büyüklerimizin dersleriyle devam ediyorduk. Sabah, İşârâtü’l-İ’câz isimli eserden çalışmalı ders yaptık, çok güzel istifade ettik. Artık o eserlere daha sıkı sarılmaya başladık. Öğle vakitlerine grup çalışmasıyla yapılan dersler damga vurdu. Kahramanmaraşlı liseli kızların ilk günkü Ayetü’l-Kübrâ dersi, sonra üniversiteli kızların Namaz bahsi, Kayserili kızların Tesettür bahsi ve 23. Söz’ü hiç aklımızdan çıkmıyor. Artık, Üstad’la bütünleşen mekânlara gezimiz başlamıştı. Öncelikle Risâle-i Nur’a olan emeklerinin hakkı ödenmez olan Nur Talebelerinin kabristanlarını ziyaret ettik. Allah onlardan razı olsun. Daha sonra Üstadımızın Barla’da ikamet ettiği evlere gittik. Oradan aldığımız feyizle soluğu, ismiyle müsemmâ olan Cennet Bahçesi’nde aldık. Niyazi Amcanın anlatımıyla etrafı temâşâ etmeye başladık. Sonra tesisimize döndük. Ertesi gün gideceğimiz Çam Dağı’nın heyecanı içimizi sarmıştı. Ve sonunda Katran Ağacı ile buluşma vakti gelmişti. Çam Dağı’na tırmanmaya başladık. Yoruluyorduk, ama Üstadın “Ben bu menzilleri Yıldız Sarayı’na değişmem” dediği mekânlara gitmenin heyecanı o yorgunluğumuzu alıp götürüyordu. Ertesi gün gölün zevkini çıkarmak için uçsuz bucaksız Eğirdir Gölü’nün kıyısına vardık. Kıyıda geçen tefekkür dolu saatlerden sonra tesislere ders yapmak üzere döndük. Artık son ziyaret yerlerimiz olacak olan Isparta’daki Üstadın Evine gittik. Orada Bayram Amcanın yaptığı dersten sonra Sidre ve Sav’ı gezdik. Barla’dan ve birbirimizden ayrılma hüznü kalplerimizi sızlatmaya başlamıştı. Artık ayrılık vaktiydi. Önce Kayseri’den gelen arkadaşlar ayrıldı o nurlu menzillerden ve ardından Kahramanmaraşlılar. Böylece bir Barla programı daha sona ermişti. Emin olarak söyleyeceğimiz bir şey var ki, o da Barla’ya gelenin asla pişman olmayacağıdır. İlknur Ablanın spikerliğiyle, Feride Ablanın taklitleriyle, Büşra’nın esprileriyle, Melike’nin sempatikliğiyle, Şevval’in kıyafetleriyle, Gülsüm Ablanın yorumlarıyla, Meral Ablanın bilimsel açıklamalarıyla, Şükriye Ablanın hiperaktifliğiyle, Büşra’nın konuşmasıyla, Fatma’nın ve Gülşen’in çocuklara olan ilgisi, Melahat Teyzenin mimikleri, Bahriye Halanın tecrübeleriyle, küçük Nesibe’nin davranışlarıyla, Fatmanur’un çıkmayan sesiyle, Halime’nin avcılığıyla, Kayseri’den gelen Hasan Amcanın esprileriyle, küçük Emine’nin çığlıklarıyla, Ayşenur’un sorularıyla, Niyazi Amcanın kitaplarıyla, aşçı amcanın leziz yemekleriyle, Sümeyye’nin yemek duâsıyla, Bayram Amcanın ağaç tepesinden seslenişleriyle geçen programımızı çok özleyeceğiz. Ve hiç unutmayacağız. Allah herkese oralara gidip istifade ve istifâza etmeyi nasip eylesin. |
BÜŞRA TURNALI - MELİKE BETÜL K 10.07.2009 |