10 Temmuz 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Görüş

Dedeoğlu

Afyonkarahisar ve Sandıklı ilçesi ve köylerinde yediden yetmişe herkesin tanıyıp bildiği bir halk ozanının lâkabı Dedeoğlu’dur. Mesleği dolayısıyla her köye, kasabaya defalarca gitmiş, kalmış, görüşmüş konuşmuştur. Uzun yıllar düğünlerde çalgıcı tabir edilen müzik icra etmesi onu meşhur etmiş. Güler yüzlü, konuşkan, hoş sohbet bir insan olması; zengin, yoksul herkesin durumuna göre ücrette yardımcı olması ve halkın örf, âdet inançlarına uygun türküler, destanlar, ağıtlar, hikâyeler ve oyunlarla eskiden köy odalarında mesleğini icra ederdi. Bu programlarda adet gelenek ve örflere uygun davranılmasını sağlayan bir yapısı vardı. Gaz lambası ile yaşanan uzun kış gecelerinde çeşitli orta oyunları düzenler, halkı güldürür, sonunda ibret dersi verip düşündürürdü. Ayrıca gençlere görgü kuralları, büyüklere saygı, küçüklere sevgi, misafir ağırlama, uğurlama gibi konuları söz arasında misallerle anlatırdı.

Uzun yıllar önce yine bir kış günü köyümüzün odasında bir düğün gecesi vardı. Yaşlı insanlar odada baş sedirde otururlar, gençler kenarlarda oturur hizmet ederler, bizim gibi küçük çocuklar da fırsat buldukça kalabalığın arasından yapılan eğlenceye bakmaya çalışırdık. Programın bir bölümünde söz annelerden, annelerimizin çektiği sıkıntılardan bahsetti. Bu durumu yarı mizah, yarı drama anlatıp arkasından da doğum anında ölen bir annenin destanını okuyacağını söyledi. Köy odasında seyirciler ve eğlenceye katılanlar, erkek olması dolayısıyla aralarından anne rolünü oynayacak bir kişi çağırdı, bir de çocuk lâzımdı. En küçük olarak beni gözüne kestirdi. Utana sıkıla ben de oyuna katıldım. Doğum esnasında vefat eden bir anne ve yeni doğan çocuk olarak oyun bitecekti. Dedeoğlu da doktor rolünü oynayacaktı. Anne rolündeki, ağrılı bir annenin rolünü iyi yapıyordu. Biz yere yattık, üzerimize bir çarşaf örtüldü, biraz sonra doktor benim elimden tutarak "Maşallah, maşallah, aslan gibi," diyerek çarşaftan beni çıkarırken taze çocuk gibi ben de bastım çığlığı... Seyircilerin kahkahaları ve alkışları köy odasının isli raflarında, tavanlarında yankılanıyordu. Arkasından çarşafın altında sessizce teslimi ruh eden annenin hüznü sardı içleri... Dedeoğlu aldı sazı eline ve yanık yanık destanı okumaya başladı... birden gülmeleri ağlamaya, neşeyi kedere çevirdi. Köy odasında gece gaz lambasının verdiği ışık peş peşe yanan düğün sigaralarının dumanlarının gölgesinde küçüldü gitti..

Uzun yıllar sonra, yarım asra yakın bir zaman geçti aradan. Dedeoğlu ile Huzurevi’nde karşılaştık. Yaşlı, sakallı, pir-i fani bir ihtiyar, bir elinde baston öteki elinde valizi ile Huzurevi’nin girişinde yorgun adımlarını yavaş yavaş ilk defa kapıdan içeriye atıyordu. Meraklı bakışlarla etrafını süzüyordu. Kendimi tanıttım ve ‘müdür’ odasına aldım. Babamı iyi tanıyordu. On çocuklu bir kişiyi onun tanımaması mümkün değildi. En az dokuz defa sadece bizim aileye düğün için gelmiştir. Yaşı, başı, saçı, siması, duruşu, tavırları değişmiş, ancak; tatlı dili, güler yüzü ve sohbeti muhabbeti değişmemişti. Onu nezaketle kabul edip en uygun odaya yerleştirdik. Uzun muhabbetten, geçmişten gelecekten, hayattan, maldan, evlâttan anlatırken maziye gidip geliyordu. Daha sonra rahatsızlıklarını anlattı. Astım, bronşit dolayısıyla türkü söyleyemediğini, parkinson rahatsızlığı sebebiyle de saz çalamadığını anlattı.

Huzurevinde yeni bir hayat ve taze bir dünya başlamıştı onun için. Dedeoğlu, bütün dünya meşkalesini bir tarafa bırakarak kendisini, iç dünyasında kalbinin derinliklerinde yeniden keşfediyor gibi bir hali vardı. Dünyadaki görünen muhteşem renklerin, çiçeklerin varlıkların güzelliklerini, nizam ve intizamdan sık sık bahsederdi. Allah’ın bizlere ikram ettiği nimetlere şükür etmemiz gerektiğini anlatırdı. Odasına sık sık ziyarete gittiğimde ya Kur’ân-ı Kerim okur, ya da ibadet ederken görürdüm. Kendisini bilenler türkü, destan, ağıt söylemesini ya da müzik aleti çalmasını istediklerinde “Allah onları benden aldı” derdi. Bazen astım krizine girdiğinde nefes alamayacak kadar zorlanır, yüzü kızarır, hıçkırırdı. Bu durumdan hiç şikâyetçi olmadığı gibi espri yapmayı da ihmal etmezdi: “Zamanında bu nefes çok düdük öttürdü, şimdi de olacak böyle” derdi. O düdük dediği klarneti geçmişte çalmaya başladığı zaman yoldan geçenlerin bile durup dinlediği söylenir.

Odasından dışarı fazla çıkmayan Dedeoğlu, vaktini ibadetle, duâ ile Kur’ân ve zikirle süslüyordu. Rahatsızlığından dayanılmayacak ağrılarını tevekkül ve teslimiyetle geçiştirmeye çalışır, her haline şükür ederdi. Yağmurlu bir Sonbahar günü beni odasına çağırtmış. Ben varıncaya kadar yatağında Hakk'ın rahmetine kavuşmuş. Odasına girdiğimde bir asra yakın yaşamış Allah dostunun cansız bedenini görüyordum, ölüm gerçeğiyle birlikte. Üzerine beyaz bir çarşaf örttüm. Geriye, yan tarafında açık kalmış Kur’ân-ı Kerim, valizi, bastonu, gözlüğü ve hatıraları kalmıştı. Onunla rolleri değişmiştik sanki. Uzun yıllar önce beyaz bir çarşafın altından benim doğumumu karşılamıştı (temsil de olsa). Ben de onu uzun yıllar sonra ebediyete uğurladım sessizce, üzerine beyaz bir çarşaf örterek. Allah rahmet eylesin.

[email protected]

MUZAFFER KARAHİSAR

10.07.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.