Ali FERŞADOĞLU |
|
Yokluk ispat edilebilir mi? |
Allah’ın varlık ve birliğini gösteren sayısız muhteşem deliller vardır. Bunlardan bir kısmı aklî, bir kısmı naklî, bir kısmı tecrübî ve gözleme dayanır. İnkâr konusunda önce şu hususu da vurgula-yalım: “İlgilenmeme” şeklinde gelen inkâr ile “yokluğu”, inkârı ispata yeltenilen inkâr arasında büyük fark vardır. İkincilerin aklına şaşmak gerekir. Ki, akıl, kullanılmayan cihaz; işletilmeyen maden ocağı gibidir. Varın ispatı, yokun ispatından her zaman ve zeminde daha kolay ve mümkündür. Çünkü, var olan aynı zamanda kendi kendisini de gösterir, ortaya koyar. Meselâ, bir tek elmayı göstermekle elma cinsinin yeryüzünde bulunduğu ispat edilir. Oysa, yokluğunu iddiâ eden kimse bütün yeryüzünü, hattâ kâinatı dolaşıp, ancak ondan sonra onun yokluğunu ispat edebilir. Evet, “varı ispat etmek gayet kolay, yoku ise çok zor”, hattâ imkânsız. Yâni, inkâr edenler, kâinatı didik didik edip, hiçbir yerde olmadığını göstermekle dâvâlarını ispat edebilirler. Bu da imkânsızdır. Çünkü nefsü’l-emirde (gerçekte) nefiy, yokluk ispat edilmez; ihata lâzımdır. 1 Yâni, kâinatı bütünüyle kucaklamak, her tarafını görmek, göstermek gerekir. Meselâ, “Şu odada mâdeni 250 bin liralık madeni bir para var!” diyen gösterir; dâvâsını rahatça ispat eder. “Yoktur!” iddiasında bulunan; odanın her tarafını didik didik etmeli. Hattâ, koltukların içini, döşemenin altını söküp, bütün kuytu yerleri, karanlık delikleri dahi tarayıp açığa çıkarmalıdır. Aksi halde, “yok!” demek bir ispat, bir marifet değildir... İspatta şöyle aklî-ilmî bir avantaj daha var: Zâyıf da olsa, herbir delilin sağında ve solunda pekçok takviye kuvvetleri mevcuttur. İmân hakikatlerini ispat için ortaya konan delilleri tetkik ederken, “Şu kocaman ne-ticeyi bu zayıf, nahif delil kaldırmaz” şeklindeki tenkit de geçersizdir. Zîrâ, İslâmiyetin doğruluğuna delâlet eden şahitlerden, işaretlerden her birisi, o müdafaa meydanında arkadaşını himaye etmekle sıhhat raporunu imzalayarak sağlam olduğunu tasdik eder. O da, onun ilim ve haberine ehl-i vukuf olur. Çünkü, imân hakikatlerinde hedef ispattır, inkâr değildir. Sabit olan birşeyi gösterenlerin biri, bin gibidir. Zira, sübutta gösterenlerin gösterme tarzları birbirine uygun olduğundan ve örtüştüğünden herbirisi ötekileri tasdik etmiş olur. Nefiy (inkâr) cihetinde, nefiy edenlerin şehadetlerinde tevâfuk / örtüşme yoktur. Nefylerine mütehalif sebepler gösterirler. Bunun için, şehadetleri birbirinin doğruluğuna delil olamaz. Çünkü tevafuk yok. Yâni, bir şeyin yokluğu herbirisine göre başka bir gerekçeye dayanır. Meselâ, ay başlangıcındaki hilâli göremeyenlerin herbirisinin gerekçesi farklıdır: Biri, “Rahatsızdım, göremedim!” derken, öbürü “Hava bulutlu idi, görmedim!”, bir başkası “O anda uyuyordum!”, bir diğeri “Miyopum ondan göremedim!” der. Örtüşme ve birbirine güç verme, destekleme olmayınca; elbette ispat ve izaha yardımcı olması muhal, imkânsız olur.2 Dolayısıyla birbirine güç vermezler. Aynı şekilde, uzman olmayan iki şahid veya iki ispatçının görerek “Var!” dediği husus; on binlerce uzmanın inkârına tercih edilir. İki kişi, Ramazan hilâlini (kavisleşmiş kaş gibi ince çizgidir; gözü sağlam olan görebilir) “Gördük”; on binlercesi “Görmedik!” dese; ikisinin sözüne itibar edilir. Öyle ise, ilmî kariyer ve rütbeleri ne kadar büyük olursa olsun, “görmeme” konusundaki iddiâları geçersizdir. İspat edenler, “Benim nazarımda ve gözümde hilâl var” demiyor; “Gerçekte, göğün yüzünde hilâl vardır, görünür” der. Mesele gayet basit, net ve açık: İnkârcıların imânî bir meseleyi inkâr etmelerindeki ittifakları tek bir haber gibidir; tesirsizdir. Amma, inananların imânî mesele-lerdeki sözlerinin herbirisi ötekisine yardımcıdır, takviye eder, güç katar.3
Dipnotlar:
1- Age, s. 133-134. 2- Mesnevî-i Nûriye, s. 88. 3- Mesnevî-i Nûriye, s. 73. 06.07.2009 E-Posta: [email protected] [email protected] |