Çok partili hayata, kısmî bir demokrasiye geçilmesine rağmen, aynı bağnaz ve katı yayın hayatı devam ettirilir. Solcu-Kemalist basın, “Jakoben laiklik” ve ilkelerin müdafiidir.
1965’lere kadar, İslâmî değerlere ehemmiyet veren veya o istikamette yayın yapan gazete yok gibidir. Dogmatik ve bağnaz devlet anlayışının kahredici baskısı devam etmektedir.
Bu tarihlerde, Nur cemaati, başta haftalık İttihad gazetesi olmak üzere çeşitli gazeteler çıkarırlar.
1950-1980, hattâ 1985’lere kadar basının en büyük silâhı ve kozu yine “irticâ” öcüsüdür. Sık sık, temcid pilavı gibi irtica kampanyaları ısıtılıp ısıtılıp kamuoyunun önüne sürülüyor, askerler ve idâreciler kışkırtılıyordu. Gösterdikleri istikamette icraat yapmayanlar korkutuluyordu. Dayandığı nokta, “İlke ve İnkılâplar” yâni Atatürkçülüktür.
Bu husûsu Mehmet Ali Birand 19 Mayıs 1993 tarihli Sabah’taki yazısında şöyle itiraf eder:
“Bizim de aralarında bulunduğumuz lâiklik yandaşları yıllarca bağnaz bir tutum sergiledi. Daima bizim dediklerimiz doğruydu ve din unsuruna ağırlık veren herkes kötüydü. Gericilikle suçladık, Ticanî olduklarını söyledik. Bize göre laiklik âdeta üzerinde tartışılmayacak bir tabu idi ve herkes ezilmeliydi. Üstelik elimizde de önemli bir sopa vardı: Ordu.
“Eğer biraz gelişirlerse ordunun hemen müdahale edip gerekeni yapacağını söyleyerek korkuturduk. Çok hatalı bir yaklaşım olduğunu yıllar sonra yavaş yavaş öğrenmeye başladık.”1
Maalesef Türkiye’de basın, eskiden beri “haysiyet kırıcı yayınlarla İslâm ahlâkını zedeledi ve kamuoyunun fikirlerini perişan” etti... Meşrûtiyet döneminde bir kısım Müslüman Türk yazar-çizer de, acemilik, ölçüsüzlük, “hürriyet ve meşrûtiyet” havasının taşkınlıklarıyla İstanbul’u Avrupa’ya, Anadolu’ya da İstanbul’a kıyas ederek onların paralelinde neşriyat yaparak haysiyet kırıcı bir neşriyât ile ahlâk-ı İslâmiyeyi sarstılar. Ve efkâr-ı umumîyeyi perişan ettiler.2
Halen kökü dışarıda komiteler “irtica” kampanyalarını sürdürüyor. Solcu-eyyamcı basın, darbeleri daima destekledi; alkışladı. Ülkenin demokratikleşmesinde ve insan haklarının yerleşmesinde en büyük vazifeyi basın-yayın organları yapması gerekirken; maalesef Türk basını (çoğunlukla) demokrasinin tehlikeye girdiği dönemlerde daima antidemokratik güçlerle işbirliği yaparak onları övmüş, alkışlamıştır.
Tabiî bu davranış, onların tarihî altyapı ve gelişme seyrinden kaynaklanıyordu.
Dipnotlar:
1- Sabah, 1994.
2- Divan-ı Harb-i Örfi, s. 25.
23.02.2009
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|