Tekirdağ’dan okuyucumuz: “‘Evet, seni yaratan, bütün nev-î insanı yaratan Zât olduğunu, bilbedâhe senin yüzündeki sikkesi gösteriyor. Çünkü mâhiyet-i insâniye birdir, inkısâmı gayr-ı mümkündür. Hem hayat vasıtasıyla eczâ-ı kâinât onun efrâdı hükmüne ve kâinât ise, nev’î hükmüne geçer’ (Lem’alar, s. 331) cümlesinde ‘onun’ ifâdesi ile ne kastediliyor?”
İnsanı fert olarak yaratan, bütün insan nev’înin Hâlık’ı olan Zât-ı Zülcelâl’den başkası değildir. İnsanın yüzüne vurulan taklit edilmez mühür, bunun en göz alıcı delilidir. Çünkü insan cinsinin mâhiyeti birdir, yani insanoğlu genel vasıfları ve nitelikleri itibâriyle birbirinin aynıdır. Yani insanlık, nev'î olarak aynı özellikleri ve nitelikleri göstermektedir. Bu vasıfların bölünmesi mümkün değildir. Meselâ doğruluk her toplumda fazîlettir. Temizlik her kesimde iyi huydur. Saygı ve sevgi her ırkça erdemdir. İnsan mânevî statü olarak eşit şartlarda imtihana çekilmiştir. Öfke, gazap, akıl, irâde, sevgi ve şehevî duygular çerçevesi her insanın davranışlarında hâkim vasıflardır. Cismânî ana donanım bakımından da insanlar birbirlerinin aynıdırlar.
İnsanlığın mâhiyeti, sahip olduğu hayat vâsıtasıyla kâinâta öylesine hâkimdir ki, kâinâtın eczâsı onun efrâdı hükmündedir, yani kâinâtın cüzleri, insanın vücud parçaları hükmünde bulunmaktadır. Yani Allah’a kul olduğunu idrâk eden insan bütün kâinâta kendi öz malı gibi, kendi vücudunun parçaları gibi bakabilmekte ve istifâde edebilmektedir. Bedîüzzaman’ın bir diğer ifâdesiyle; “Her kim kendisini Allah’a mal ederse, bütün eşyâ onun lehinde olur; ve kim Allah’a mal olmasa, bütün eşyâ onun aleyhinde olur.”1
Nitekim “Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı îman ile hayatlandırınız”2 sözüyle “hayat” için “imanın” en vazgeçilmez bir unsur olduğunu kaydeden Bedîüzzaman; hayatın, küçük bir cüz’ü büyüterek en büyük bir küll hükmüne getirdiğini, yani her bir ferde bir âlem değeri kazandırdığını beyan etmek sûretiyle de3, hayatı kâinâta eş bir nîmet olarak nazara vermektedir. Bahsettiğiniz cümle içindeki “onun” zâmiri ile, bir önceki cümlede geçen “mâhiyet-i insâniye” kelimesi kast ediliyor olsa gerektir.
***
Erkan Bey: “Suâl: Şu pis istibdat ne vakitten beri başlamış, geliyor?” Cevap: “İnsanlar hayvanlıktan çıkıp geldiği vakit, nasılsa bunu da beraber getirmiştir.” (Münâzarât) Burada geçen “hayvanlıktan” kelimesi ile kastedilen nedir?”
Kuvvetlinin zayıfa baskı uygulaması ve ezmesi demek olan istibdat, hayvanların fitrî vasıflarındandır. Mahlûkâttan kuvvetli olanlar, zayıf olanları her zaman ezmeye meyyâldir. Meselâ müstebit kurt, fıtrî olarak dâimâ bîçâre koyunu parçalamak istemektedir.4 Çünkü istibdat, baskı, zayıfı acımasızca ezmek gibi menfî duygular hayvanlara mahsustur. Mahlûkâtın zayıf olanları ise, Fâtır-ı Hakîm tarafından bünyelerine derc olunan kuvvetlerle, yani fitrî silâhlarla, güçlülere karşı kendilerini korumaktadırlar. Meselâ şâhin gibi saldırgan, vahşî ve müstebit kuşlara karşı serçe, şaşırtıcı uçuş teknikleri sâyesinde hayatını idâme ettirmektedir. İnsanda ise zorba istibdâda karşılık kardeşlik, yardımseverlik, sevgi, şefkat, insaf, iz’an ve merhamet gibi insânî vasıflar, duygular ve lâtifeler hem daha fazla hâkimdir, hem de istenen, teşvik gören ve emredilen davranışlardır. Menfî duygular insanda behîmî, yani hayvânî birer kuvve olarak nitelendirilir. Bu nitelemede âdetâ bu duyguların hayvandan alındığı vurgusu hâkimdir.
Oysa melekî duygularla birlikte hayvânî duyguları da insan doğuştan getirmiştir. Ve bu duyguların bünyesinde imtizâcıyla insan iyiyi kötüden, hayrı şerden, fazîleti rezîletten, doğruyu yanlıştan ayırt edip almakla ve amel etmekle yükümlü kılınmıştır.
Üstad Hazretleri bahsettiğiniz cevâbında, istibdâdın hayvânâta mahsus bir duygu olarak, insanın behîmî vasıflarında var olduğunu mecâzî bir ifâde tarzı içinde beyan etmiştir.
Dipnotlar:
1- Mesnevî-i Nûriye, s. 92
2- Sözler, s. 134
3- Lem’alar, s. 323
4- Münâzarât s. 24
23.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|