Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt dinî konuların istismar edildiğini söyleyerek “İrticâî unsurlar, laiklik karşıtı faaliyetlerini, vakıf, dernek gibi bir takım legal oluşumlar vasıtasıyla yurt içinde ve dışında sürdürüyor”1 dedi. Askerî cenahta sık sık tekrarlanan bu söylemlerin anlamı ne? Çağdaş ve modern bakış ve anlayış açısından hiçbir anlam taşımaz! Zira, asker dinî konularda uzman değil!
Gelelim laiklik meselesine: Devletin, başta din ve vicdan hürriyeti olmak üzere bütün hak ve hürriyetlerin şemsiyesi olmasıdır. Dolayısıyla dini devlet, devleti de din işlerine karıştırmamaktr. Buna göre, kimse, kimsenin işine, inancına karışmayacaktır.
Bu tanımlamaya göre bakarsak, ülkemiz laik mi? Adam gibi bir anayasamız, kanunlar olmadığı, devlet organlarının görev ve selâhiyetleri netleşmediği gibi, laiklik konusu da içler acısıdır.
Avrupa’da doğup dine, dindara veya ateistlere nötr kalan laiklik, neden ülkemize “jakoben”ce yansımış, âdeta dini ortadan kaldıran bir unsur olarak kullanılmıştı?
Fransız İhtilâl-i kebîrinin tesirinde kalan Osmanlı aydınları ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları, bâtıl bir kıyas ile, “Batı laik oldu, dini terk etti, ilerledi; biz de dini terk edelim ve terakkî edelim” mantığıyla hareket ederek, dine savaş açtı. Hattâ, Protestanlığı millete kabul ettirmek için bir hey’et teşkil bile edilmişti.2 Türkiye’de Cumhuriyet’in ilânından sonra çok şiddetli bir laikleşme, sekülerleşme süreci yaşanır. Ve laiklik, manasının tam tersi işletilir: İslâmiyet devletleştirilip millîleştirildi. Diyanet, ardından imam hatipler ve ilâhiyat fakülteleri açıldı.
Atatürk, dindar değildi; fakat kısa sürede dini yok edemeyeceğini anladı. Ve çözüm olarak dini kontrol eden devlet kurumları kuruldu. İslamî söylem devletin tekelinde olmalıydı. Mustafa Kemal’le Emile Combes’u karşılaştırdığımız zaman; Mustafa Kemal, Cumhuriyet’in dini kontrol etmesi gerektiğini düşünürken, Combes, din ve devlet arasındaki kordonu tamamen kesmek istedi.
Türkiye’deki laiklik, sömürge modeli. Mustafa Kemal’in, din ile ilgili söylemine bakarsanız, sürekli medeniyetten bahsettiğini görürsünüz. Ve, Fransa’da da laik okulun kurucusu Jules Fery’ninkiler başta olmak üzere sömürgeciliği meşrûlaştıran söylemlere baktığınız zaman neredeyse kelime kelime aynı söylem: Dinin modernleştirilmesi ve reforme edilmesi lâzım. Devletin kontrolünde olmalı. Mustafa Kemal de, İslâm için aynı şeyleri düşünüyordu. Ama bir dini “medenî” yapmak için, onu serbest bırakamayız. Devlet denetiminde olmalı anlayışı.
Fransa’nın, sömürgesi Cezayir’de uygun gördüğü laiklik uygulaması, İslâm dünyasında Nasser, Burgiba ve Baas tarzı yönetimler için model oldu. Türk ve sömürge modelini uyguladılar. Bugün birçok İslâm ülkesinde, halkların İslâm üzerinden kendini ifade etmesi, devletlerin oluşturduğu bu İslâm tekeliyle açıklanabilir.3
Sonuç şu: Müslüman ülkelere sömürgeler laikliği… Türkiye, Mısır, Cezayir, Tunus gibi ülkelerde ise laiklik, dinin kontrol altına alınmasıdır. Buralarda uygulanan laiklik, jakobendir, baskıcıdır. Devlet ne kadar izin verirse, o kadar dindar olunabilir!..
Dipnotlar:
1- Savunma ve Havacılık Dergisi, Nisan-2008; 2-Prof. Dr. Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, İletişim, İst., 1998, s. 97.; 3-Pier-Jean Luizard/Zaman/14 Mart 2008.
08.04.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|