M. Latif SALİHOĞLU |
|
'Devletin parasını yedi' iftirası |
Ermeni diasporası ile bombacı teröristlere methiye düzen şair Tevfik Fikret'in meşrebinde gidenler, Sultan II. Abdülhamid'e "Kızıl Sultan" damgasını vurdular... Bu, son derece âdi, seviyesiz, dahası kin ve husûmet yüklü bir yakıştırmaydı. Evet, tamamıyla kin ve husûmet kaynaklı bir yakıştırmaydı; zira, bütün padişahlar arasında ender meziyetlere sahip bulunan Sultan Abdülhamid, bunu hiçbir şekilde hak etmiyor. Öte yandan, ahlâken temiz, takvâlı, gayretli ve bir o kadar da "kudretli padişah" olduğu tarihin tasdikinde olan Sultan Abdülhamid'i hakkıyla anlamak, anlatmak, muhaliflerine, yahut muarızlarına cevap vermek için de, illa "Abdülhamid meddahlığı" yapmaya gerek yok. Başkasına hiç hakaret etmeden ve hiç mübâlağaya kaçmadan o şahsiyeti olduğu gibi anlatmak yeterlidir ve doğru olanı da budur... Zira, hakikati tağyir eden mübâlağa hem ihtilâlcidir, hem de "zemm–i zımnî"dir. Yani, dengesizce ve ölçüsüzce bir şahsı olduğundan büyük göstermeye çalışmak, bir bakıma onu küçük düşürmektir. İşte, bu vartaya düşenlerden bazıları, sırf "Abdülhamid meddahlığı" nâm–ı hesabına hareket ederek, Üstad Bediüzzaman gibi "terk–i dünya" edip bütün hayatını imâna hizmet ve Sünnet–i Seniyyeyi ihyâya adayan bir şahsiyete dahi fütursuzca kara çalmaya yeltenebiliyor. İşte bakınız, hayatında hiç zekât ve sadaka kabul etmeyen, hediyeyi dahi mukabilsiz almayan, Sultan Abdülhamid'in iradesiyle verilen maaş ve "ihsân–ı şâhâne"yi reddeden, M. Kemal'in Çankaya'da köşk, yüksek maaş, mebusluk... gibi parlak tekliflerini dahi elinin tersiyle iten ve "Ben sevâd–ı âzama tabiyim" diyerek en fakir bir vatandaş gibi geçinip gitmeyi tercih eden Üstad Bediüzzaman gibi bir Kur'ân şâkirdi hakkında, dost yüzlü bir şahıs, kitabında aynen şunları yazmış: "...Daha sonra Sultan Reşad'la görüşen Said–i Nursî, ondan Van'da tesis etmek istediği medrese için yardım almış ve hayatının sonuna kadar bu para ile yaşamıştır." Nasıl?.. Tüyler ürperten, vicdanları sızlatan bir iftira değil mi? İlk okuduğumda, belki yanlış anlamış olabilirim diyerek, tekraren okudum. Ama, maalesef ifade aynen öyle... Dehşete kapıldım. Üstad Bediüzzaman hakkında "Bütün hayatı boyunca İslâmî gayret sahibi" ifadesini de kullanan dost yüzlü bir insan, böylesine şeni', böylesine ağır ithamlı bir ifadeyi nasıl sarf edebilir diye, hayretler içinde kaldım. Böylesi bir isnadın nasıl bir insafsızlık, nasıl bir vicdansızlık eseri olduğuna bir türlü karar veremedim. Havsalam almadı. Zira, şeytanın bile aklına gelmeyecek böylesi bir isnadı, şimdiye kadar Bediüzzaman'ın can ve imân düşmanları dahi ileri sürmediler. Mahkemelerde, sadece "Neyle geçiniyorsun?" diye sordular; lâkin "İktisat ve bereketle yaşıyorum" cevabını alınca da sustular. Şimdi kalkmış birileri, Said Nursî'nin vücudunu ortadan kaldırmaya azmetmiş düşmanlarının dahi tevessül etmedikleri bir isnatta bulunuyor. Acaba diyorum, bu ve benzeri şahıslar, gûyâ hürmet ettikleri Bediüzzaman Hazretlerinin otobiyografisi olan "Tarihçe–i Hayat" isimli eseri okumadılar mı? Kezâ, onun kul hakkını yemeyen, Dârü'l–Hikmet âzalığı devresi hariç, devletten hiç maaş almayan, kut–u lâyemüt derecesindeki maişetinin bir kısmını bu paradan, bir kısmını da tâbettirdiği eserlerinin satışından temin ile hayatını idame ettiren fevkalâde muktesit bir şahsiyet olduğunu bilmiyorlar mı? Herşey bir yana, o zamanki (1911) devlet/hükûmet tahsisatının (ödenek) nasıl bir sistemle, nasıl bir mevzuat ile yapıldığını da mı bilmiyorlar? En azından, böyle def'aten ve "Padişahın elinden, Bediüzzaman'ın eline teslim" şeklinde olmadığı ve olamayacağını da mı bilmiyorlar? Yoksa bilerek mi bu tarz bir iftirada bulunuyorlar? Buna şimdilik ihtimal veremiyoruz. Ancak, bu konuda yine de söylenecek daha çok söz var. Lütfen takip ediniz. (Devamı var)
Tarihin yorumu 10 Kasım 1924
Apar–topar C. Halk Partisi
Bugün kısa adı CHP olan "altı ok" simgeli parti, resmî tarih itibariyle 9 Eylül 1923'te kuruldu. O tarihte, Cumhuriyet henüz ilân edilmemişti. Dolayısıyla, partinin isminde "C", yani "Cumhuriyet" tâbiri de henüz yoktu. İlk ismi sadece "Halk Fırkası" olan bu parti, kuruluşundan bir yıl, bir ay sonra, yani 10 Kasım 1924'te Cumhuriyet Halk Fırkası ismini aldı... Halk Fırkasının önüne apar–topar "Cumhuriyet" tâbirini eklemenin sebebine gelince... Başında Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Paşa, Refet Bele ve Adnan Adıvar’ın bulunduğu bir grup milletvekili, 9 Kasım günü Halk Fırkasından ayrıldılar. Bu grubun yeni bir parti kuracağı ve parti isminde "Cumhuriyet" tâbirinin bulunacağı yönünde duyumlar alınınca, Halkçılar telâşa kapıldılar ve hemen ertesi gün isim değişikliği yapma cihetine gittiler. Evet, Halk Partisinin (HF) "CHF"ye dönüşme tarihi, 10 Kasım 1924'tür. Bu partiden ayrılan grup ise, çalışmalarını bir hafta sonra tamamladı ve 17 Kasım günü "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası"nın (TCF) kuruluşunu resmen ilân etti. Bu kez de, Halkçıları "Acaba partinin tüzüğünde neler var?" telâşı sardı. Parti tüzüğünde "Cumhuriyet, demokrasi ve liberalizmin benimsendiği, ayrıca dinî inançlara saygılı olunacağı" şeklindeki ifadeleri gören Halkçılar, iyiden iyiye küplere bindiler ve bu partinin kuyusunu kazmanın yolunu tuttular. Üç–dört ay sonra zuhur eden Şeyh Said Hadisesinin vebâlini de TCF'ye yükleyen Halkçılar, bu partiyi 3 Haziran 1925'de kapattırdılar ve mensuplarını bertaraf etme siyasetini güttüler. Öyle ki, 1926'daki muhayyel "İzmir Sûikastı"ndan da sorumlu tutulan TCF mensupları, İstiklâl Mahkemesinin cenderesinden geçirilerek, muhalif siyaset tamamıyla susturulmuş oldu. Tek parti zihniyeti, bu sultasını 14 Mayıs 1950'ye kadar devam ettirdi. Bu tarihten sonra ise, tek başına iktidar yüzünü bir daha göremedi. 10.11.2010 E-Posta: [email protected] |