Faruk ÇAKIR |
|
Uyutma taktiğini bırakın |
Maalesef, Türkiye’nin yakın tarihi ‘başarıya ulaşan’ darbelerle ve darbe planlarıyla dolu. Bunların en meşhurları da 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980’de yaşandı. Hatırlanacağı üzere 27 Mayıs 1960’ta, Türkiye’yi 1950-60 arası 10 yıl ‘tek başına iktidar’ ile yöneten DP devrildi ve “İslâm kahramanı” övgüsüne lâyık olan Adnan Menderes ve 2 bakan arkadaşı idam edildi. Bu kanlı darbenin izleri silinmeden, başka müdahaleler de yapıldı ve neticede 12 Eylül 1980 darbesine gelindi. 12 Eylül 1980’deki darbeye imza atan darbeciler, milleti kandırmak için “Bakın, biz 27 Mayıs 1960’daki darbe gibi kan akıtmadık, kansız bir darbe yaptık. Bunun için şükredin ve yerinize oturun” tavrı takındı. Milleti bu şekilde yanıltan ve kandırmaya çalışan darbeciler, ‘münafıkâne’ tavırlarını, hazırladıkları “1982 anayasası” ile de sürdürdü. Darbecibaşı, meydanlarda yaptığı konuşmalarla ‘darbe anayasası’nı millete kabul ettirebilmek için yeri geldiğinde “Benim babam da hacıydı, hocaydı” demeyi de ihmal etmedi. Neticede ‘hayır’ demenin yasak olduğu bir atmosferde “1982 darbe anayasası” yüzde 96 nisbetinde ‘evet’ oyuyla kabul edildi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan ve 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edilen “Balyoz Darbe Planı İddianamesi”ne göre yeni darbe planları hazırlayanlar 12 Eylül 1980’deki ‘darbe planı’nı örnek almışlar. Sözkonusu iddianamede, 196 şüpheli var ve bunların arasında hâlâ görevde olan subaylar da bulunuyor. Mahkemece kabul edilen iddianameyle, bütün şüphelilerin 15 ile 20 yıl arasında hapis cezası alması isteniyor. Şüpheliler, “Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini, cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmeye teşebbüs” suçunu düzenleyen eski TCK’nın 147 ve 61. maddeleri gereğince cezalandırılmak isteniyor. İddianamede hiç de yabana atılamayacak iddialar var. En dikkat çekici nokta ise, bu kadar ağır ithamlarla suçlananların bir kısmı hâl-i hazırda ‘görev’ başında! Her şey bir yana, bu çelişkiyi açıklamak mümkün mü? “Darbe planı hazırlamak” gibi bir ithamla suçlanan kişilerin, görevde kalmaları nasıl mümkün oluyor? Bu durumu vatandaşa anlatmak ve izah etmek kolay mı? Meselâ, neredeyse bir hafta önce bir gazetede (Bugün, 15 Temmuz 2010) bazı TSK mensuplarıyla ilgili olarak çok ciddî iddiâlar dile getirildi. Aradan günler geçti ve açıklama yapması gerekenler sustu. Dün bir gazetede (Hürriyet, 20 Temmuz 2010) ‘kimliği belirsiz bir yetkili’ anlayışıyla güya açıklama yapılmış. Böyle ciddî bir iddia karşısında bu kadar ‘rahat’ hareket edilebilir mi? Bütün bunlar “milleti uyutma taktiği” olarak yorumlanırsa, kim itiraz edebilir? İtiraz edilse, kabul görür mü? “Her kurumda ‘çürük elma’lar olur, bu meseleleri büyütmemek lâzım” demekle de bir yere varamayız. Doğru, her kurumda ‘çürük elma’lar olur, ama o kurumlara düşen; bu ‘çürük elma’ları buldukları ilk anda kapı dışına koymak olmalıdır. Hangi kurum olursa olsun ‘çürük elma’larına sahip çıkıyor ve bu yanlışta da ısrar ediyorsa; zarar eder. Hem itibarını, hem de inandırıcılığını kaybeder. “Darbeciler”e hiç kimsenin, hiçbir zaman sahip çıkmaması lâzım vesselâm. 21.07.2010 E-Posta: [email protected] |