Çin son on yılın efsanesiydi. Amerika ve Japonya’nın ardından dünyanın üçüncü en büyük ekonomisi olmuştu. Ucuz Çin malları bütün dünyayı hızla işgal ediyordu. Oyuncak ve elektronik eşya ile başlayan, oradan hemen hemen tekstil dahil bütün tüketim mallarına uzanan ürün zinciri ile dünya üretim piyasalarına hakim olmuştu Çin. Uluslar arası şirketler fabrikalarını işgücünün son derece ucuz, hammaddenin teşvikli, elektrik ve diğer girdilerin indirimli olduğu bu ülkeye taşımaya başlamışlardı. Hızla büyüyen ekonomiden elde edilen gelir de yine Amerikan hisse senetlerine yatırılmaya başlandı. Halen bilinen 2 trilyon dolarlık Amerikan hissesi Çinlilerin elinde. Çin aynı zamanda dünyanın en büyük hammadde müşterisiydi. Avustralya’dan Afrika’ya kadar her yerden hammadde topluyordu.
Çin hükümeti ise 1 milyar 276 milyon nüfusunu beslemenin, isyan etmeksizin kontrolü altında tutabilmenin yolunun ihracattan geçtiğini, ucuz mal üretmekten geçtiğini biliyordu. Aslında üreten Çin değildi; Amerikan şirketleri başta olmak üzere uluslar arası şirketlerdi. Ama sonuçta ucuz da olsa iş imkânı sağlanıyordu milyonlarca insana. Özellikle geçim kaynaklarının kıt olduğu kırsal bölgelerdeki nüfus, sanayinin hızla büyüdüğü şehirlere akın ediyor, oralarda 50-100 dolar aylık maaşla günde 12 saat, ayda 29 gün çalışıyor, evine ekmek parası gönderiyordu. Bu şekilde şehirlere gelen milyonlarca göçmen işçi, fabrikada yatıyor, orada yiyip içiyor, sigortasız, sağlık güvencesiz ve emeklilik imkânı olmaksızın adeta karın tokluğuna çalışıyordu. İhracat malları üretiminde çalışanların sayısı 50 milyonu buluyordu.
2004 yılının Nisan ayında Çin’de gördüğüm manzara yüreğimi burkmuştu. Hong Kong’tan başlayan ve Guangzhou ve Shenzhen’e uzanan yolculuk boyunca fabrikaların yatakhane balkonlarına asılı binlerce çamaşır, izbe binalar, mutsuz insan görüntüleri hızla yükselen bu dünya devinin içyüzünü ortaya koyuyordu. Dünyaya gösterilen hızla gelişen ve modernleşen ülke görüntüsünün ardında, sefalet, emeğe saygısızlık, hâlâ insanlara söz hakkı tanımayan şiddetli bir istibdat ve sansür yatıyordu. Yerli halk bir şehirden diğerine izinle gidebiliyor, internette ağır sansür uygulanıyor ve televizyonlarda ancak izin verilen kanallar izlenebiliyordu.
Fiyatlar inanılmaz derecede düşüktü. Bu düşük fiyatların en önemli sebebi de ucuz işçilik, ucuz hammadde ve teşviklerdi.
İnsan hakları savunucusu gelişmiş ülkeler, sömürdükleri bu ülke insanlarının içler acısı durumunu görmezden geliyorlardı. Uluslar arası kuruluşlar bile Çin’de kırsaldan gelip fabrikalarda köle gibi çalıştırılan bu işçilerin durumuyla ilgilenmiyordu.
İşte küresel kriz bu noktada geldi. Çin mallarına talep dünyada hızla azalmaya başladı. Çin’in ihracatı yavaşladı. Yalnızca geçen Ocak ayında ihracatları yüzde 17,5 azaldı. Bir anda 20 milyon göçmen işçi işsiz, aşsız kaldı. Onların Çin’in iç kesimlerindeki evlerine gönderdikleri ekmek parası kesildi. Çin’de durum hızla kötüleşmeye başladı. Tabiî Çinliler kendi hayatlarını kötüleştiren küresel krizin mimarı olan Amerika’da halen 2 trilyon dolarlarının neden durduğunu, geri çekilmediğini sormaya başladılar.
Geçen ay Çin Başbakanı ihracattaki düşmeyi iç talebi arttırarak ve büyümeyi devam ettirerek telâfi edeceklerini açıkladı. Bu yıl yüzde 8 büyüme planlıyorlardı. Hükümet hemen 580 milyar dolar tutarında bir teşvik paketi açıkladı. Genel sağlık sigortası, yeni demiryolları, ucuz ev yatırımları da bu paket içinde sokaktaki Çinliye verilmesi planlanan yeni hizmetler. Bunların işe yarayıp yaramayacağını zaman gösterecek.
Bu kriz Çin’deki totaliter rejimin sonunu getirecek gibi görünüyor. Dünya nüfusunun beşte birinin yaşadığı bir ülkeyi, hele karınlarını doyuramıyorsanız, yalnızca demir yumrukla yönetmeye devam edemezsiniz. Kimbilir belki de bu şerrin ardından böyle bir hayır doğacak. Bu hayırdan da en çok baskı gören yüzmilyonu aşkın Çinli Müslüman fayda görecek İnşallah.
20.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|