Muharrem Okur: “Levlâke levlâke lemâ halaktü’l-eflâk’ (Eğer sen olmasaydın, eğer sen olmasaydın; Ben Kâinâtı yaratmazdım.) kudsî hadîsini açıklar mısınız?”
Dünkü yazımızda, bu hadîs-i kudsî üzerinde bir ifrât, bir de tefrit olmak üzere iki muhâlif görüşün bulunduğunu; Risâle-i Nûr’un ise her ikisini de reddederek, hadîs-i kudsî’yi mustakîm bir çizgi içinde yorumladığını ifâde etmeye çalışmıştık.
Bedîüzzaman Hazretleri bu hadîs-i kudsîye birkaç yönden istikamet çizerek ulaşır:
Evvelâ: Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın beşere hediye ettiği nûr eşsiz ve benzersizdir. Onun nûru ile dünyânın şekli değişmiştir. İnsan ve bütün kâinâtın hakîkî mâhiyetleri o nûr tûfânı ile inkişâf etmiştir. O nûr ile görünmüştür ki; şu kâinâtın mevcûdâtı Allah’ın isimlerini okutan birer Samedânî mektup, birer vazîfeli memur, bekaya mazhar birer kıymettâr ve mânidâr mevcutturlar. Eğer o nûr olmasa idi, varlıklar külliyen mutlak fenâya mahkûm, kıymetsiz, mânâsız, faydasız, abes, karmakarışık ve tesâdüf oyuncağı mâhiyetinde evhâm karanlıkları içinde kalacaktı. İşte bu sırdandır ki, akıl sahibi bütün insanlar Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın duâsına “Âmin!” demektedirler. Arştan ferşe, serâdan süreyyâya kadar bütün mevcûdât onun nûruyla iftihâr edip alâkadarlık göstermektedirler. 1
Eğer o nûr olmazsa kâinâtın da, insanın da, hattâ her şeyin de hiçe ineceğini beyan eden Said Nursî Hazretleri, böyle bedî ve eşsiz bir kâinâta, böyle eşsiz bir Zâtın (asm) lâzım olduğunu kaydeder. “Yoksa kâinât da, eflâk da olmamalıdır” diyerek hadîs-i kudsîye atıfta bulunur. 2
Bedîüzzaman Hazretleri, bu hadîs-i kudsî’yi bir de Resûlullah Efendimiz’in (asm) duâsı ile îzah eder. Zamanın ve mekânın tek ferdi sıfatıyla Resûl-i Kibriyâ Efendimiz (asm), öyle yüksek bir namazda, insanı ve bütün mahlûkâtı mutlak fenâya düşmekten, kıymetsizlikten, faydasızlıktan, abesiyetten âlâ-yı illiyyîn olan kıymete, bekaya, Cennete, ulvî vazîfeye ve Allah’ın birer mektubu olma makamına çıkarmak için, öyle umûmî bir duâ etmektedir ki, Hazret-i Âdem’den (as) Kıyâmete kadar gelen bütün kâmil ve nûrânî insanlar kendisine ittibâ ve iktidâ ederek, duâsına “Âmin!” demektedirler. Öyle umûmî bir ihtiyaç için duâ etmektedir ki, değil dünyâ ehli; semâvât ehli ve bütün kâinât dahî niyâzına iştirâk edip hal diliyle, “Oh! Evet, Yâ Rabbenâ ver! Duâsını kabul et! Biz de istiyoruz!” derler. Duâsına ve niyâzına bütün mevcûdât, semâvât ve hattâ arş vecde gelip, “Âmin! Allâhümme Âmin!” derler. 3
Said Nursî Hazretlerinin, Hazret-i Muhammed’i (asm) “Şeref-i Nev’-î İnsan”, “Ferîd-i Kevn-ü Zaman”, “Fahr-i Kâinât” ve Umûm Peygamberlerin kendisine ittibâ ve iktidâ ettiği tek şahsiyet olması gibi sıfatlarla zikredişinin 4 temelinde bu hadîs-i kudsînin bulunduğunda şüphe yoktur.
Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın beşerî hayatı ile, fazl-ı Rabbânî ile tekâmül eden mânevî şahsiyetini, tavus kuşunun yumurtası ile göklerde uçan tâvus kuşu arasında kurduğu bir nisbet ile tavzih eden Bedîüzzaman Hazretleri, Tâvus kuşu gibi güzel bir kuşun yumurtadan çıkıp tekâmül ettiğini, semâlarda uçmaya başladığını; âlemde şöhret kazandıktan sonra, birisi çıkıp da yerde kalan yumurtasının kabuğu içerisinde o kuşun güzelliğini, kemâlâtını ve terâkkiyâtını ararsa haksızlık yapmış olacağını; binâenaleyh, Peygamber Efendimizin (asm) tarihlerce kaydedilen hayatının da bir çekirdekten ibâret ve beşeriyet şartları içerisinde geçtiğini, uzaktan yüzeysel bir nazarla onun hayatına bakan bir adamın mânevî şahsiyetini idrâk edemeyeceğini, kıymetini takdir edemeyeceğini; fakat onun beşerî hayatına ve zâhirî hallerine ince bir kışır ve nâzik bir kabuk nazarıyla bakıldığı takdirde, o kışır içerisinden iki âlemin güneşinin ve Tûbâ ağacı gibi Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın, feyz-i İlâhî ile sulanmış, fazl-ı Rabbânî ile tekâmül etmiş olan hakîkî çehresinin çıktığının görüleceğini kaydeder. Bir zerrenin ışığa kaynaklık edemeyeceğini, ancak o zerrenin mânâ-yı harfî ile gökteki yıldızların ışığına mazhar olabileceğini; binâenaleyh Nebî-i Zîşân Efendimizin de (asm) Rahmân-ı Rahîm’in tecellîlerine mazhar bulunduğunu belirtir. 5
Bu durumda böyle bir umûmî Mazhar için kâinâtın yaratılmış olması hiç de mübâlâğalı görülmemelidir. Çünkü Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olmasa idi, bütün maksatlar beyhûde olacaktı. Nasıl ki, anlaşılmaz ve muallimsiz bir kitap, mânâsız bir kâğıttan farksız oluyor ise, bu kâinât sarayının da, bu dünyâ menzilinin de, bu mevcûdât kitâbının da ya bir tarif edici ve muallim nezâretinde bulunması, ya da bulunmaması lâzım geldiği anlaşılmalıdır. 6 Doğrudan vahye mazhar olan bu tarif edici ve muallim ise, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dan başkası değildir.
Bu vesileyle; kutlu doğumuna bir kez daha ulaştığımız Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed’e (asm), ümmetinin şu an alıp verdiği nefesleri sayısınca salâtü selam olsun. Âmin.
Dipnot:
1. Sözler, S. 71; 2. Sözler, S. 215; 3. Sözler, S. 70, 218; 4. Sözler, S. 71, 218; 5. Mesnevî-i Nûriye, S. 74; 6. Sözler, S. 113.
20.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|