Muharrem Okur: “Levlâke levlâke lemâ halaktü’l-eflâk’ (Eğer sen olmasaydın, eğer sen olmasaydın; Ben Kâinâtı yaratmazdım) kudsî hadîsini açıklar mısınız?”
Kâinâtın yaratılışının sebebini ve hikmetini açıklayan ibret verici ve düşündürücü bir hadîs-i kudsî. Bu kudsî hadîste meâlen, Kâinâtın Yaratıcısı Cenâ- b-ı Hakk’ın, kâinâtın yaratılmasıyla ilgili, Son Peygamber Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma hitâben: “Eğer sen olmasaydın, eğer sen olmasaydın; Ben Kâinâtı yaratmazdım” buyurduğu beyan edilir.1
Risâle-i Nûr’un muhtelif bölümlerinde bu Hadîs-i Kudsî ele alınır ve hakîkatı ile mutâbık ve muvâfık bir biçimde îzahlar serd edilir.
Kâinâtın büyük bir ağaç mânâsında göründüğünü; ağaçta çekirdekler, gövdeler, dallar, çiçekler ve meyveler bulunduğu gibi, kâinâtta da aynı kânunun cârî olmasının Hakîm isminin bir gereği bulunduğunu beyan eden Üstad Bedîüzzaman Hazretleri, hilkat ağacının, cismânî âlemle berâber sâir âlemlerin de numûnesini ve esaslarını içeren bir çekirdekten yapılmasının ve ağaca menşe ve çekirdek olan mânâ ve nûrun yine aynı kâinât ağacına bir meyve olarak giydirilmesinin Hakîm isminin muktezâsı bulunduğunu kaydeder. Buna göre, kâinâtın teşekkülüne çekirdek olan nûr, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın zâtında onun cismini giyerek kâinâtın en son meyvesi sûretinde tezâhür etmiştir.2
Bedîüzzaman’a göre; şu görünen büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakıldığı takdirde, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nûru, o kitâbın Kâtibinin kaleminin mürekkebi hükmünde olur. Eğer bu büyük âlem bir ağaç sûretinde tahayyül edilirse, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nûru hem çekirdeği, hem meyvesi olur. Eğer dünyâ cismânî bir canlı farz edilirse, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın nûru, onun rûhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın nûru, onun aklı olur. Eğer çok güzel bir Cennet bahçesi tahayyül edilirse, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın nûru, onun, Hakkı îlân eden bülbülü olur. Eğer pek büyük bir saray farz edilirse, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın nûru, saray Sahibinin dâvetçisi ve teşrîfâtçısı olur.3
Saîd Nursî Hazretlerinin bu beyan tarzı, şu hadîsin de îzâhı ve tefsîri mâhiyetindedir:
Ashabdan Abdullah b. Câbir (ra), Peygamber Efendimiz’e (asm): “Yâ Resûlallah! Allah’ın her şeyden evvel yarattığı şey nedir, söyler misin?” diye sordu.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz (asm):
“Allah her şeyden evvel, senin Peygamberinin nûrunu Kendi Nûr’undan yarattı. Nûr, Allah’ın kudreti ile dilediği gibi gezerdi. O zaman ne Levh, ne Kalem, ne Cennet, ne Cehennem, ne Melek, ne Semâ, ne Arz, ne Güneş, ne Ay, ne İnsan ve ne de Cin vardı!”4 “Kadîr-i Zülcelâl, şu kâinâtı Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın nûrundan niçin yaratmasın?” diye soran Bedîüzzaman Hazretleri, kâinât ağacının Tûbâ ağacı gibi gövdesi ve kökü yukarıda, dalları aşağıda olduğu için, aşağıdaki meyve makâmından, tâ aslî çekirdek makâmına kadar nûrânî bir münâsebet hattı bulunduğunu, Peygamber Efendimizin (asm) Mi'râcının o münâsebet hattının kılıfı ve sûreti hükmünde bulunduğunu, kendisinin bizzat mi’râc yolunu açtığını, velâyetiyle gidip, risâletiyle dönerek o yolu ümmetine de açık bıraktığını; ümmetinin, kalp ve ruhlarıyla o nûrânî caddede onun (asm) mi'râcının gölgesinde seyr ederek istidatlarına göre o yüksek makamlara çıkabileceklerini beyan eder.5 Sallallâhü Aleyhi Vesellem. Yarın İnşaallah devam edelim.
Dipnotlar:
1- Keşf’ül-Hafâ, 2/164. 2- Sözler, S. 531, 532. 3- Mesnevî-i Nûriye, S. 98. 4- Kastalânî, M. Ledünniye, 1/7. 5- Sözler, S. 532.
19.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|