Devam eden Ergenekon dâvâsına paralel olarak gözaltılar da devam etti. Her gözaltı hadisesinden sonra olduğu gibi bu defa da bazı isimlerin tutuklanması ‘sürpriz’ karşılandı. Gözaltı ve tutuklamalara itiraz edenler, “Bu profesörler ‘suç’ işlemiş olamazlar, bunda bir yanlışlık var” demeyi sürdürdü.
En başta ifade etmek gerekir ki, gözaltı ya da tutuklamalar ve benzeri işlemler mutlak surette hukuka ve adalete uygun olmalıdır. Bunu denetlemek de her halde yine ‘yargı’nın görevleri arasındadır. Dolayısı ile gözaltı ya da tutuklamalarda hukuka aykırı bir durum var ise, konu bu yönüyle de yargıya taşınabilir.
Bu ve benzeri tutuklamalara itiraz edenler, “Bu profesörler böyle bir suç işlemiş olamazlar” diyor. Elbette değil profesörlerin, hiç kimsenin darbeye ve darbecilere destek olmaması gerekir. Ancak geçmişte de görüldüğü üzere çok sayıda profesör, ve belkide en başta onlar; 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat ‘darbe’lerine destek olmuş-lardır. Bu bakımdan, hadiselere sırf bu noktadan yaklaşmak inandırıcı olamaz.
Medyadaki haberlere bakılınca, son ‘dalga’nın ‘çağdaş yaşama ve eğitime’ darbe vurduğu ileri sürülüyor. Arama yapılan derneklerden birinin adının ‘çağdaş yaşam’ olması dışında bu iddianın bir değeri var mı? Arama yapılması ya da gözaltılar, “Siz niçin öğrencilere burs veriyorsunuz? Niçin okul açıyorsunuz? Niçin eğitime yatırım yapıyorsunuz?” diye yapılmıyor ki!
Bakınız, geçmişte de bir gazeteci gözaltına alındığında “Olur mu böyle şey? Bu arkadaşımı-zın böyle bir şey yapması, ihtilâlcilerle içli-dışlı olması mümkün değildir” denilerek adına ‘kitap imzalama kampanyaları’ açılmıştı. Ancak ilerleyen günlerde ‘delil’ler ortaya çıkınca, başlangıçta destek için ‘imza atan’ları çoğu bu desteğini geri çektiklerini açıkladılar. Dolayısı ile delilleri bilmeden, işin aslını esasını öğrenmeden kişileri ne suçlamak, ne de tamamen temize çıkarmak mümkün değildir. Bununla birlikte hukukun temel kaidesi gereği, “Suç ispatlanana kadar kişiler masumdur” kaidesini de unutmamak gerekir.
Neredeyse her 10 yılda bir ihtilâl yapılan ülkemizde, “Mümkün değil, bu kişiler böyle bir işe kalkışmaz” demek çok zor. Hepimiz biliyoruz ki ihtilâlleri en başta ‘aydın’lar alkışladı. 27 Mayıs sonrası günlerini kitaplardan öğrenmiş olsak da, 12 Eylül 1980 ve bilhassa 28 Şubat sürecindeki günlerde yaşananlara gözlerimiz ve kulaklarımız şahit oldu. “Adil” olması gereken hukukçuların, toplu halde brifing aldıklarını nasıl görmezden gelebiliriz? O gün brifing alanlar olduğu gibi bugün de ‘darbe planları’ yapanlar olabilir. Bunu ancak adil bir yargılama sonrasında öğrenebili- riz.
Bazıları da aramalar sonrasında götürülen ‘delil’lere itiraz ediyorlar. “Böyle delil olur mu? Bu kadarı da olur mu?” şeklindeki sorularla itirazlar dile getiriliyor. Belki de bu durum, kaderin bir cilvesidir. Geçmiş yıllardaki ‘baskın ve aramalar’da nelerin ‘delil’ olarak götürüldüğünü hatırlatmak gerekir. Keşke o zamanlarda da “Böyle delil olur mu? Bu kadarı da fazla” deselerdi.
Böyle durumlarda unutulmaması gereken nokta, “Birisinin hatasıyla başkasını; eşini, dostunu, ailesini, suçlu görmemek” olmalıdır. Suçun ‘şahsîliğini’ hiç unutmayalım...
19.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|