Zaman zaman bazı kesimlerin, “Türkiye laiktir, laik kalacak!” diye yürüyüş veya söylemlerine şahit oluruz. Türkiye laik falan değil ki, laik kalsın! Ne tanımı gerçeğe uyuyor, ne uygulaması.
İstiklâl Savaşı’nın ardından ipleri ele geçiren CHP (İttihad ve Terakki Partisi’nin jakoben, müstebit kolu) liderinin, ilke ve inkılâpları yerleştirmek için hangi yollara başvurduğunu kendi ifâdelerinden takip edelim: “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen asrî ve bütün mânâ ve eşkaliyle, medenî bir topluluk haline getirmektir. İnkılâplarımızın esas gayesi budur. Bu hakikatı kabul edemeyen zihniyetleri tar ü mâr etmek zarûrîdir.”1 Uygulanan laiklik de toplumu dinden soyutlayan “Militan laiklik”2 idi.
İngiltere Sömürgeler Bakanı Gladstone, Ocak 1938 yılında, hükûmet başkanına sunduğu raporda, “ihmal” olmadığını açıkça belirtmişti: “Savaş bize gösterdi ki, İslâm Birliği, imparatorluğun sakınması ve mücadele etmesi gereken en büyük tehlikedir. Ne mutlu bize ki, Kemal Atatürk, Türkiye’yi kavmiyetçi ve laik bir çizgiye yerleştirmekle kalmadı, aksine tesirleri çok derin olan reformlar yaptı. Bu reformlar, Türkiye’nin İslâmî tesirini kırdı.”4
Laik-seküler anlayışın hayatın her kademesinde uygulanmak istendiği, CHP’nin 1947 kongresinde, “Laiklik yalnız din ile siyaset arasında bir alâka kurulmaması değil, sosyal hayatın her yönü ile din arasında bir münâsebet kurulmamasıdır” şeklinde yer alır.5
Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal da, “Biz Avrupa’daki mânâda bir laiklik kabul etmiyoruz, devlet kontrolü olacaktır ve olmasında da fayda ve zarûret vardır”7 sözleriyle CHP zihniyetinin laiklik anlayışını ortaya koyuyordu.
Aslında laiklik bir idâre şekli ve bir rejim değildir. Ama, Türkiye’de bir rejim gibi algılandı. Oysa siyasî literatürde, demokrasinin temel esaslarına aykırı olmamak şartıyla laiklik, devletin her türlü, inanç, düşünce karşısında tarafsız kalmasıydı. Laikliğin tanımını yapan Bediüzzaman onu tüm yönleriyle ortaya koyar ve uygulama konusunda da yöneticileri ikaz eder:
“Lâik cumhuriyet, dini dünyadan ayırmaktır. Yoksa, dini reddetmek ve bütün bütün dinsizlik olmadığını biliyoruz. Laiklik, dine karşı tarafsız kalmaktır... Eğer lâik cumhuriyeti soruyorsanız, ben biliyorum ki, lâik mânâsı bîtaraf (tarafsız) kalmak, yâni hürriyet-i vicdân düstûruyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişilmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişilmez bir hükûmet telâkki ederim.”8 “Hem, bu mübarek vatanda bu fıtraten dindar millete hükmedenler, elbette dindarlığa taraftar olması ve teşvik etmesi, vazife-i hâkimiyet cihetiyle lâzımdır.”9
“Lâik cumhuriyet, prensipleriyle tarafsız kalır”10 diyerek Bediüzzaman, gerçek târifini verir ve buna ters uygulamaların da, Hıristiyanlıkta olabileceğini11 söyleyerek muhalefet eder. O devreleri de, “Cumhuriyet devrinde laiklik dinsizlik olarak tatbik edildi”12 “Dinsizlik laiklikten istifade ile kuvvet buldu”13 sözleriyle eleştirir.
Bugün, aynı zihniyet, hâlâ aynı bağnazlığı devam ettirmiyor mu? Yasakların temelinde de bu vardır, verilen mücadelelerin de… Ve bu aldatmaca nereye kadar devam edebilir?
Dipnotlar: 1- Cumhuriyet’in 10. Yıl Nutku, 30 Ağustos 1925.; 2- C. Eroğlu, Demokrat Parti Tarihi, s. 91.; 4- Prof. Zekz?k, s. 94.; 5- Doç. Dr. Mümtaz’er Türköne, Modernleşme, Laiklik ve Demokrasi, s. 3.; 7- Sebilürreşad, Mecliste Anayasa Müsakereleri, c. 13, sayı: 320, Nisan 1961, s. 317.; 8- Tarihçe-i Hayat, s. 187, 332.; 9- age, s. 194.; 10- Tarihçe-i Hayat, s. 195.; 11- Mektûbât, s. 421.; 12- Tarihçe-i Hayat, s. 195.; 13- Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 97.
09.04.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|