28Şubat sürecinin has isimleri arasında olan Zekeriya Beyaz galiba Takvim gazetesinde olsa gerek “Nurculuk hakkında ne dersiniz?” şeklindeki belli ki ısmarlama ve şike olan suâle şöyle cevap vermekteydi: “Nurculuk hakkında iki kavil var. Birisine göre İslâm içi, diğerine göre de İslâm dışıdır...”
Zaten başka türlü cevap verseydi şaşardık. Mısır’da bu hususlarla ilgili anlatılan gerçeğini aratmayacak bir fıkra var. Saltanat ve rejim hocasına sorulmuş ki: “Hocam çarşaf hakkında mütalâanız nedir? “Ne dese beğenirsiniz? Tabiî ki Baykalvari veya Bektaşivari cevap vermiş: “Zinhar haramdır...”
Bunun üzerine başka birisi atılmış ve sormuş: “Efendim kadınların kısa etek/şort giymelerine ne buyurursunuz?” Bunun üzerine klasik veya Beyazvari cevabı vermiş: “Fihi kavlani...” Yani iki görüş olduğunu söylemiş. Bektaşiye zeval olmaz...
Darbe dönemlerinde hep böyle olmuştur. 28 Şubat sürecinde Zekeriya Beyaz gibilerin yaptığını 27 Mayıs sürecinde Neda Armaner ve Turan Dursun gibiler icra etmişler. Darbeler döneminde icraat hep aynı olmuş. Hin-i hacette zaten bu tarz adamlar hep bulunur. Turan Dursun gider, Faik Bulut gelir vesaire... Sadaklarında daima atacak okları vardır. Sözü dallandırıp budaklandırmadan hemen söyleyelim. 27 Mayıs sürecinde Neda Armaner ve Turan Dursun gibiler Nurculuğun İslâm dışı bir cereyan olduğuna dair kitap yazarlar. Onu İslâmdışı kategoriye sokarlar. Dr. Neda Armaner, “İslâm Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nurculuk” adlı bir kitap yazar. Laikçi tekfirciler veya zındıka komitesi bununla da kalmaz. Daha sonra İsmet Zeki Eyüboğlu İslâm’dan ayrılan cereyanlara bir yenisini ekler: Nakşibendilik.
Eskiden İslâm’dan ayrılanlar genellikle cereyan ve akım bazında ele alınırdı. Günümüzde ise moda değişti ve bu, kavramlara kadar indi. 27 Mayıs sürecinde yaşasaydı Neda Armaner’in kitabını muhtemelen Şahin Filiz kaleme alırdı. Şimdi ise Şahin Filiz cereyanlardan ziyade cereyanlara güç veren kavramları hedef alıyor ve başörtüsünün (onlar bühtanla türban diyor, türbanın da 12 Eylül rejiminin uydurduğu bir bid’at olduğunu Doğramacı’nın itiraflarından anlıyoruz) İslâm dışı olduğunu söylüyorlar. Zaten Bediüzzaman’ın onca muhakematı içinde tek mahkûm olduğu mesele tesettür meselesidir. Dolayısıyla şeairdir. İslâmda tesettür-ü nisvan meselesi dünden bugüne hep çekişmeli olmuştur. Ama unutmamak gerekir ki; İskilipli Atıf Hoca da şapka meselesi yüzünden idam sehpasını boylamıştır. Dolayısıyla Hareket Ordusundan beri kalkışmaların odağında ve gerekçesinde hep dinî eğilimler olmuştur. Karşı tarafa göre dindarlık, irticadır. Tekfirci laiklerin kullandıkları irticanın karşılığı İslâmda irtidat kavramıdır. Onlar da modernizme göre insanları ve kitleleri tekfir ediyorlar. Artık İslâmdışılık alanını da onlar belirliyorlar. Onların İslâm dedikleri şey de anti-İslâmcılıktır. Aslında, birçok kişinin de belirttiği gibi, irtica dinsizlerin takiyyesi ve şeriat düşmanlığı da İslâm düşmanlığının perdelenmiş hâlidir. Dolayısıyla kavramların simyası üzerinden bir kavga veriliyor.
***
Bu anlamda AKP’yi kapatma dâvâsının ikizlerinden birisi olan 27 Nisan 2007 muhtırasında Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri irticaî faaliyet olarak değerlendirilmiştir. AKP’nin kapatma dâvâsında ise kapatma gerekçeleri arasında Safahat’ın dağıtımı da var. 28 Şubat sürecinden itibaren kavganın en önemli ayaklarından birisi manevî algılar olmuştur. Milletin manevî dayanakları yıkılmak ve yerine maddî unsurlar ikame edilmek istenmektedir. Bundan dolayı kavganın en önemli odaklarından birisi Çanakkale ruhudur. Safahat ve Mehmet Akif Ersoy’un tasvir ettiği Çanakkale ruhu manevî dinamiklere haizdir. Öyleyse irticaîdir. Bu sebeple de Abdurrahman Yalçınkaya’dan önce Doğu Silahçıoğlu, Cumhuriyet gazetesinde yazmış olduğu makalede Akif ve onun da ötesinde İstiklâl Marşı’na sataşmış ve orada kullanılan manevî ifadeleri ve kavramları taşlamıştır. Keşke Turgut Özakman’larına yeni bir Çanakkale Destanı ve İstiklâl Marşı yazdırabilseler. Yazdıramazlar zira onda o ruhu mücerret yok. Onun yazacağı Çanakkale Destanı veya İstiklâl Marşı ile bırakın Çanakkaleyi savunmak bir köyü bile savunamayız. Destan yazmak için destansı adamlara ihtiyaç var. Mehmet Akif gibi...
***
Yine darbelerin ve darbecilerin vazgeçilmez gerekçelerinden birisi Nurculuk ve Bediüzzaman’dır. Son seferde farklı olsaydı şaşardık doğrusu. Damar kendisini sürekli olarak tekrarlıyor. Kapatma dâvâsıyla ilgili iddianamede yer alan gerekçelerden birisi de Isparta Belediye Başkanı Hasan Balaban’ın ilköğretim öğrencilerine içinde Bediüzzaman Said Nursî’yi anlatan bir kitabı dağıtması da vardır. Özakman’ın kitabını mı dağıtsaydı? Bu da aslında dine, diyanete tahammül edemediklerini gösteriyor. Tahammülsüzlüklerini önce yasaklayarak sonra da aforoz ederek gösteriyorlar. Başörtüsünü kamusal alanda yasakladıkları yetmiyormuş gibi bir de dinen aforoz ediyorlar. Halbuki bu aforizmaları yapanların tamamına yakını dinden bibehre insanlardır. İsmet Zeki Eyüboğlu gibilerin dine iltizamları veya bağlılıkları ne ki; dinî konularda yargıları senet sepet olsun.
Meseleyi eğip bükmeye gerek yok. Doğrudan mücadele edemediklerini, tevil ederek yani kimyasını bozarak ve dejenere ederek ortadan kaldırmayı deniyorlar. Er geç yanıldıklarını anlayacaklardır.
23.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|