Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Bundan sonra... |
Gazze’ye yardım gemileriyle gidip İsrail tarafından rehin alınan ve kelepçelerle hücrelere tıkılan gönüllülerin Türkiye’ye dönmesiyle rahat bir nefes aldık. Ama buruk bir sevinç bu. Çünkü gelenlerin arasında, tabut içinde dönen dokuz şehidin cenazesi de vardı. Bilindiği gibi, bu konuda da günlerce sağlıklı bilgi alınamamış; “Ölen dokuz kişiden dördü Türk” diyen Dışişleri Bakanlığının bu kişilerle ilgili olarak verdiği isimlerden birinin hayatta olduğu, bizzat kendisinin taziye çadırındakilere telefon etmesiyle anlaşılmış; süreç ilerledikçe yeni şehit isimleri özel kaynaklarda yer almıştı. Hattâ eşinin vefat ettiğini, konuya ilişkin son basın açıklamasıyla öğrenen bir hanımın o anda çekilen yürek yakıcı fotoğrafı gazetelerde çıktı. Ve neticede, Türkiye’den gidenler içinde İsrail kurşunlarıyla şehit edilenlerin toplam sayısının dokuz olduğu, bu dönüşten sonra anlaşıldı. Ama bu sayı da kesin değil. İHH Başkanı Bülent Yıldırım başta olmak üzere yolcular ölü sayısının daha fazla olduğunu, kurşunlarla vurulduktan sonra denize atılanlar bulunduğunu ifade ediyorlar. Yabancılar da aynı şeyi söylüyor. Ve bu kayıpların sayısı dahi hâlâ netleşmedi. Dolayısıyla, bundan sonraki süreçte takibinin yapılıp hesabının sorulması gereken önemli konulardan biri de, bu kayıpların durumu olmalı. Yardım kafilemiz dokuz cenaze+X kayıpla döndükten sonraki süreçte yapılacak çok iş var. Bir defa, yakın mesafeden ateş açılarak katledildikleri, ilk adlî tıp raporuyla belirlenen şehitler, denize atıldığı söylenen kayıplar ve ikisi durumları çok ağır olduğu için orada bırakılan yaralılar başta olmak üzere, saldırılarda vefat eden veya hayatî tehlike atlatan insanlar için İsrail “insanlık ve savaş suçu” işlemekten yargılanmalı. Bu suçun fail ve sorumluları için insanlığın ortak vicdanında verilen ağır mahkûmiyet kararı, uluslararası hukuk sisteminde de yerini bulmalı ve faillere hak ettikleri cezalar verilmeli. İlâveten, İsrail’e, katlettiği canların diyeti yanında; itip kaktığı, en temel ihtiyaçlarını dahi karşılamalarına imkân vermeden günlerce hücrede tutup herşeylerine el koyduğu gönüllülerin mağduriyetleri bütünüyle telâfi edilecek şekilde tazminat ödettirilmeli. Manevî ve maddî olarak. Aynı şey, gemilerde bulunan ve operasyonda İsrail askerlerince büyük ölçüde tahrip edilerek işe yaramaz hale getirilen insanî yardım malzemeleri için de geçerli. Onlar da tazmin edilmeli. Bunun için, olayla ilgili olarak bütün ülkelerin, BM ve NATO dahil uluslararası kuruluşların talep ettiği “soruşturma,” bağımsız ve tarafsız mekanizmalar oluşturularak bir an önce başlatılmalı ve en kısa zamanda sonuçlandırılmalı. Bu iş, ABD’nin anlaşılmaz bir tavırla savunduğu İsrail’e kesinlikle bırakılmamalı. Hele Başbakan Netanyahu katliâm yapan askerler için “Onlarla gurur duyuyoruz” der ve Savunma Bakanı Barak o askerlerle tek tek tokalaşıp tebriklerini bildirirken ABD’nin nasıl böyle bir teklifle ortaya çıkabildiği, ayrı bir garabet. Üstelik başkanlık koltuğunda Obama gibi bir isim varken... Bir diğer nokta, bütün bu olup bitenlerin asıl sebebini oluşturan Gazze ambargosunun artık kalkması ve oradaki insanî dramın sona ermesi. Son olayın ardından, Mısır bile katı tavrından vazgeçip Refah sınır kapısını açmak zorunda kaldığına ve ABD dahil, uluslararası toplumdan “Gazze ablukası kalksın” çağrıları yükselmeye devam ettiğine göre, bunun da gereği yapılmalı. Filistinliler de kendi aralarında süren ve İsrail’in elini güçlendirmekten başka bir netice vermeyen ihtilâfı sona erdirerek, çözüm sürecine ve bunun için samimî gayret gösteren uluslararası aktörlere pozitif anlamda katkı sunmalı. Böylece İsrail, eline istismar edeceği hiçbir koz ve fırsat vermeyen, çok yönlü ve çok boyutlu yaptırımlarla da desteklenen akılcı, gerçekçi, sağduyulu ortak politikalarla hizaya sokulup, bu kronik sorun adaletli ve mâkul bir çözüme bağlanmalı. 04.06.2010 E-Posta: [email protected] |