Cevher İLHAN |
|
27 Mayıs ve Demokrasi mânâsı... (2) |
Üzerinden yarım asır geçtiği halde tıpkı hâlâ “emir ve komuta zinciri içinde olmayan bir cunta” olduğu gerekçesiyle 27 Mayıs’ın “darbe” değil, “devrim” olduğunu söyleyecek kadar gerçekleri tersyüz eden nâdânlar var… Hâlâ millet irâdesinin temsilcisi Meclisi ve meşru hükûmeti uyduruk bahanelerle alaşağı eden “darbenin gereği”nden dem vuran iflâholmaz menhus darbeci zihniyetin kırıntıları duruyor. Kılıçdaroğlu’nun “Utanıyorlar!” sözüne karşı, bütün belgeleriyle “CHP-ordu el ele” sloganıyla dayatılan kanlı ihtilâlde İnönü’nün idamlara karşı olduğu yalanına sarılanlar var. “Bir hakikatin bir harman yalanı yakması” misali bütün bunlara karşı, bu konudaki gerçek, dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik’in oğlu Arda Gedik’in sorduğu “İnönü gerçekten idamları istemiyor idiyse, neden çıkıp ‘Bunlar benim hasmım ama idama karşıyım’ diye bir basın toplantısı düzenlemedi ve açıkça ilân etmedi?” çarpıcı sorusunda okunuyor. İnönü, Başvekil Adnan Menderes’e, “Ben dahi sizi kurtaramam!” diye tehdit etmişti. Öyle de oldu; İnönü açık açık bir demokrasi kıtaline karşı bir şey yapmadı; sözünü tuttu, “kendisi (bile) kurtarmadı. Görünürde idamlara karşı olduğu propagandası yapıldı, ama alttan alta ellerini kana bulayan darbecilerle ortak olup darbe sürecini yönetti…
DARBELERİN HEDEFİ DP’Yİ TASFİYE VE DAĞITMA… “Bebek davası”-“köpek davası” benzeri komediler ortada. Örtülü ödenek harcamalarına karşı her şeyi tek tek kaydeden ve ülkeyi on yıl içinde maddî kalkınmanın şâhikasına ulaştıran Başbakan Menderes ve Mâliye Bakanı Hasan Polatkan’ın yanısıra, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun idam edilmesi, darbenin topyekûn Demokratları katletmeyi ve dağıtmayı hedeflediğini bâriz bir biçimde gösteriyor. Tıpkı 12 Eylül darbesinde olduğu gibi yabancıların “bizim çocuklar” dediği yerli işbirlikçilerle kotardığı 27 Mayıs’ın da peşinden gelen darbeler gibi bir “ecnebî projesi” olduğunu deşifre ediyor. Bu hususta, fevkalâde özellikleri olan, basiretli öngörüsü ve belağatıyla BM’de ve uluslararası zeminlerde ülkenin haklarını savunan, Londra ve Zürih anlaşmalarıyla Kıbrıs’ı İngiltere’nin kursağından çekip alarak Türkiye’ye “garantörlük” hakkını sağlayan, Bağdat Paktı’yla İslâm âlemine yakınlaşmanın ardından NATO’da müttefik Amerika’nın tavrına karşı başta ekonomik anlaşmaların yapıldığı Rusya olmak üzere dünyaya açılan dış politikadan sözde “stratejik ortaklar” İngiltere ve ABD’nin rahatsızlığı, şüphesiz en baş etkenlerden. Tespit şu ki dış politikadaki asil ve tâvizsiz duruşu, basiretli ve başarılı hizmetleriyle birlikte Gedik’in ifâdesiyle, “Zorlu’yu, -darbe sonrası- Demokrat Parti’yi devam ettirecek bir güç olarak gördükleri için idam ettiler.” Keza Bediüzzaman’ın “İslâmiyetin kahramanı” olarak vasıflandırdığı Menderes ve “İslâmiyete ciddî taraftar Nâmık Gedik”le birlikte “mühim zatlar”dan saydığı “Tevfik İleri’den de ileride Demokratları derleyip toparlayacağı için korktular. Ancak ağır hasta olduğu için idam etmeyip ismini “müebbetler” arasına alıp hasta haliyle hapishanede ölüme terk ettiler…” (Emirdağ Lâhikası, 449)
YÜZBİNLERE CEZA VE YASAK… 27 Mayıs gecesinden itibaren Yassıada ve Kayseri cezaevlerinde sürdürülen bühtanlar, amansız işkenceler, baskılar, zulümler; DP yöneticilerine “kuyruk” ve “düşük” hakaretleri... Bakanlardan ilçe başkanlarına, milletvekillerinden yurdun en ücra köşesindeki mahallî yöneticilere kadar bütün DP’lilerin evlerinin didik didik aranıp kaşık, çanak ve tabağa kadar bütün eşyalarının tek sayılmasına, mallarının, paralarının bloke edilmesine rağmen tek kuruş bir yolsuzluk ve usûlsuzluk bulamadıkları halde, vicdansızca atılan resmî iftira şâyiaları… 14 Ekim 1960’ta başlayan ve 15 Eylül 1961’de sona eren “Yassıada komedisi”nde onbir ayda içinde ölüm ve müebbet ceza davalarının bulunduğu yüzlerce Demokrat Partili hakkında “kararlar” verilmesi! Üçü iki gün içinde bekletmeden infaz edilen ve aralarında dönemin Cumhurbaşkanı’ndan Genelkurmay Başkanına kadar 14 “idamlığın” cezâsının müebbet hapis cezasına çevrilmesine ilâveten, 30 DP’li müebbet hapse mahkûm edilmesi… Ayrıca biri 20 yıl, üçü 15 yıl, onyedisi 10 yıl, ikisi 8 yıl, altısı 7 yıl, onbeşi 6 yıl, 117’si 5 yıl ve 143’ü 4 yıl 2 ay olmak üzere yüzlerce Demokrat Partiliye cezalar yağdırılması. Halk Partililerin ve darbe işbirlikçilerinin jurnalleriyle DP’nin mahalle temsilcilerine kadar topyekûn bir tenkil ve kovuşturma hareketi başlatılması. Ülke çapında 150 bini aşan Demokrat Parti mensubunun tutuklanması, soruşturmaya tabi tutulması, tartaklanması… Olup bitenler, millet irâdesini hançerleyen darbelerin sadece hükûmetleri silâh zoruyla devirmekle ve Meclis’in kapısına kilit vurmakla kalmadığını, asıl amacın milletin duasını ve teveccühünü kazanan DP ve devamı partileri tasfiye etmek olduğunu göstermekte. 27 Mayıs’tan sonra 12 Mart muhtırasının, 12 Eylül darbesinin, tanklarla sokaklarda “demokrasiye balans ayarı veren” 28 Şubat postmodern darbesinin DP’nin devamı AP ve DYP’ye karşı yapılması, hep oyunun ilk perdesi olarak karşımıza çıkmakta. Peşinden “ikinci perde”de, DP-AP-DYP iktidarlarını alaşağı eden demokrasi inkıtaının akabinde yüzbinlere getirilen siyasî yasaklar, Demokratların siyasî tapulu arsasında darbe ve ara dönem ürünü “izinli”, “transformasyon”cu ve “yenilikçi”, nevzuhur muvazaa partilerin kurulup-kurdurulması, “sahte demokratlar”ın sahneye sürülüp kısa zamanda iktidara getirilmesi, darbelerin asıl amacını deşifre ediyor. Ve Demokratlık mânâsını bâriz bir biçimde ortaya koyuyor. 29.05.2010 E-Posta: [email protected] |