Faruk ÇAKIR |
|
‘Hiç’ olduğumuzu bilelim |
Herkesin bildiği, Nasreddin Hoca’nın meşhur fıkralarından birini hatırlatarak başlayalım isterseniz: Nasreddin Hoca bir gün zenginliğiyle ve sahip olduğu dünyevî makamıyla övünen birine ders vermek istemiş. Adam sayıp duruyormuş, “Şöyle olacağım, böyle olacağım, kaymakam olacağım, vali olacağım...” diye. Övünmekten vakit bulamayan kişiye hoca sormuş: “Sonra ne olacaksın?” “Övünen adam” bir anlık şaşkınlıktan sonra “Hiç” demiş. Hoca da tam bu esnada dersini vermiş: “Ben şimdiden ‘hiç’im. Sen yıllar sonra ancak ‘hiç’ olacaksın? Bir ‘hiç’ olmak için bunca yıl çalışmaya, çabalamaya, kavgaya, gürültüye ihtiyaç var mı?” Tabiî ki ‘fıkra’ değişik şekillerde anlatılmış olabilir. Ama ortada bir gerçek var: Ölümlü insanın dünyada ‘hava’ atmasının hiçbir anlamı yok. Beşiktaş’ın Brezilyalı oyuncusu Marcio Nobre’nin eşi de yaşadığı bir hadise sonrası bunu tesbit etmiş. Nobre’nin eşi Priscilla, “Hayatımın en kötü gölgeleriydi” dediği hadiseyi şöyle anlatmış: “28 yaşındayım, ilk defa böyle birşey yaşıyorum. Çünkü 1 gün önce Nicolas [oğlu] çok çok iyiydi. Cuma sabahına karşı midesinden şikâyet etti. Biraz ateşi vardı. Sabah uyandı. ‘Çok iyiyim’ dedi. Ama çok yorgun ve bitkin gözüküyordu. (...) Ama doktordan döndükten yarım saat sonra, inanılmaz terlemeye başladı ve birden kendini kaybetti. “Gözleri bir yana kaydı, terler akıyor her yerinden, nöbet geçirir gibi kasıldı ve bilinci kapandı. ‘Nicolas, Nicolas’ diye bağırdım, sarstım, duymuyordu beni. Gözleri açıktı, ama beni algılamıyordu, bilinci tamamen gitmişti. Hemen Marcio’yu [Nobre] aradım, ‘Çocuğum ölüyor, koş’ dedim. (...) Nicolas iyice kötüleşti bu arada. Tüm vücudu kasıldı. Eli, yüzü, gözü kaydı. Çocuğumun kollarımda öldüğünü düşündüm. Doktora gittik, ama öyle bakakaldılar. Yapacak birşey yoktu. Acile girdiğimiz anda çok iyi karşıladılar, hemen Nicholas’ı aldılar, doktorlar geldi. Kendimi güvende hissettim. Ve Nicolas’ı yoğun bakıma koydular. Çok zor oldu benim için. Sağlıklı bir çocuğum var, 1 gün önce oynuyorduk beraber, 1 gün sonra kollarımda öleceğini zannettim. Allah’tan hiçbir zaman umudumu kesmedim. Tek aklıma gelen şey Allah’a sığınmak ve onun beni yalnız bırakmayacağına olan inancım. Hep yanımda olmuştu, yine yanımda olacak diyordum. Çocuğumun iyileşeceğini biliyordum, umudumu hiç kaybetmedim.” (Vatan, 17 Mart 2010) Çocuğunun hastalanması üzerine yaşadıklarını anlatmaya devam eden bayan Priscilla, eşi Nobre’nin de adeta yıkıldığını söylüyor. Baba Nobre’nin hastanede yatan çocuğunun yatağının kenarına diz çöküp ağlayarak dua ettiği sahnenin gözünün önünden hiç gitmediğini söyleyen anne Priscilla, şöyle devam ediyor: “Hâlâ korku hissediyorum. Çünkü bir hiç olduğumu anladım. Herşey bir anda değişebilir. Hiçbir şeyin yönetimi bizlerde değil. Bu beni korkuttu, düşündürdü. Evlâdım için hiçbir şey yapamamayı yaşadım. Çocuğun için herşeyi yapıyorsun, ama an geliyor hiçbir şeysin. Böyle bir olayda bütün hayatını gözden geçiriyorsun. Ama içimdeki ses herşeyin düzeleceğini, Tanrı’nın oğlumun yanında olduğunu söylüyordu sürekli. Tanrı yanımdaydı hiç umudumu kesmedim. Hiç. Çok iyi hastanede çok çok iyi doktorların elinde olabilirsin, ama Tanrı yoksa hiçbir şey olmaz. Öğrendim ki sadece Tanrı var. Hiçbir şeyin önemli olmadığını anlıyorsun. Paranın bile.” Benzer hadiseler hepimizin başından geçebilir. Hayat kadar gerçek olan “ölüm” karşısında bir “hiç” olduğumuzu anlamak için böyle ağır imtihanlardan geçmek mi gerekir?
18.03.2010 E-Posta: [email protected] |