Basından Seçmeler |
Kıvrıkoğlu yine ters köşe mi yaptı?
TAMER Korkmaz, 9 Mart ve 16 Mart tarihli Yeni Şafak’taki iki yazısında, Ergenekon sürecinde isimleri sıkça geçen emekli generaller Hüseyin Kıvrıkoğlu ve Aytaç Yalman’a methiyeler dizdi. Özetle dedi ki: 1- Kıvrıkoğlu’nun Özkök’ü istemediği tezi hurafedir, Mesut Yılmaz’ın görev süresini uzatma talebini geri çevirdi. 2- Kıvrıkoğlu ters köşe yaparak Özkök’le hareket etti, Aytaç Yalman’ı getirmesi buna delalettir. Bu iki yazı, tümüyle Ergenekon ve darbelerle mücadele sürecini sulandırmaya yönelik gibi gözükse de dünün hatırına sadece gaza geldiğini söylemekle yetinelim. Ama gönül dostlarının doğruları bilmeye hakkı vardır. Tamer’in demokrat generali Aytaç Yalman’ı kamuoyu, 10 Eylül 2003 günü YÖK Başkanı Kemal Gürüz ve rektörlerle yaptığı zirveyle daha yakından tanıma fırsatı buldu. Gündem, yeni YÖK taslağıydı. Günlükteki 6 Aralık 2003 tarihli notta ise Yalman’ın Kuran Kursu Yönetmeliğine ilişkin şu sözleri yer aldı: “Ben bu işten çok rahatsız oldum ve kendime göre şöyle bir plan yaptım. Aralık ayında bunların, cumhurbaşkanının Başbakan Tayyip Erdoğan’la görüşmesini bekleyip eğer ocak ayı içinde bir hareket olmazsa istifa edeceğim.” Tepkiler üzerine, o yönetmelik değiştirildi. Paşamın sayesinde... Yalman, ondan önce de eşi başörtülü olduğu için TBMM Başkanı Bülent Arınç’a, 1 Ekim günü parlamentonun açılışına katılmayarak mesaj verilmesi projesinin mimarıydı. 22 Eylül’de Özkök’ü dışlayan Yalman, komutanları, Şener Eruygur’un makam odasında toplayarak eylem planının 1 hafta içinde genelkurmay başkanına sunulması teklifini hazırlayanlardandı. Yalman, daha sonra görüştüğü Özkök’e şöyle dedi: “Şimdiden tedbir almazsak bu AKP şeriat devleti kuracak.” 7 Ekim 2003 günü Hilmi Özkök’le yemekte bir araya gelen Yalman, imam hatip liseleriyle ilgili katsayı düzenlemesine şöyle tepki gösterdi: “Eğer gerekli tedbirleri almazsak durum daha vahim noktalara gidebilir. Onlar çok da masum değiller.” Yine Yalman’ın Özkök’e söylediği şu sözler günlüklerde var: “312 kişi ‘Onbaşı bile olamayacakları general yapıyorlar’ diye bir gazetede haber yayınlandığında mahkemeye veriyor ve siz buna katıl(m)ıyorsunuz. Herkes bize Genelkurmay Başkanı AKP’den mi yoksa TSK’dan değil mi diye soruyor.” Yalman, 1 Aralık 2003 tarihli bir başka toplantıda ise şöyle dedi: “Ben çok rahatsızım ve devlet elden gidiyor. Bir an önce bir sıkıyönetim içine girilmeli.” Yüksek Askeri Şura’nın 3 Aralık 2003’deki toplantısında da Yalman hayli ısrarcı: “Söylenecekler söylendi, kendimi suçlu hissediyorum. Zamanı boşuna geçirdik. Benim önerim hemen ve gecikmesiz eylem planına başlamak. Seçimden önce muhtıra vermeliyiz.”
Yalman neden döndü? O halde, Levent Ersöz, neden Yalman için “Bizi Özkök’e satan adam” dedi? Hadise şu: MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, 2004 yılı Ocak ayında Yalman’a gitti, darbe hazırlıklarıyla ilgili uyarıda bulundu, ondan sonra tavrı değişti. Onun içindir, Yalman, 1 Şubat 2004 günü evine ziyarete gelen Öz den Örnek’e şu açıklamayı yaptı: “Artık kendimize çeki düzen verip ülkeyi bir maceraya götürmek yerine devamlı ve kararlı bir tutum sergilemeyi ama açık konuşmayı tercih ederim, zannederim sen de benim gibi düşünüyorsun.” O görüşmeden anlıyoruz ki, Örnek de Yalman gibi evrilmeye başlamış o tarihlerde. Yalman, Şener Eruygur ve İbrahim Fırtına için ise “İfrata kaçıyorlar, davranışlarını tasvip etmiyorum” dedi. Nitekim, Eruygur, 18 Nisan 2004 günü arkadaşlarına şöyle dert yandı: “Çok erken çözüldük, daha direnmeliydik.” İşte, Levent Ersöz’ün “bizi sattı” demesinin gerisinde yatan temel neden, bu çözülmeye tepkidir.
Hüseyin Kıvrıkoğlu’na gelince 1997 yılında Kıbrıs’ta bir suikast teşebbüsüne muhatap olması, tümüyle ekip çatışmasının ürünüdür. 1998’de işbaşına geldikten sonra 28 Şubat’ın bazı kadrolarını tasfiye etmesi, intikam duygusundan ibarettir. Kaldı ki, kendisi, “28 Şubat bin yıl sürecek” diyen biridir. Görev süresinin uzatılmasını isteyen Kıvrıkoğlu’na en hararetli desteği MHP’li TBMM Başkanı Ömer İzgi ve DSP’li bakan Şükrü Sina Gürel verdi. Aksine Mesut Yılmaz, 2000 yılında olası cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı çıktığı için Kıvrıkoğlu’nun görev süresinin uzatılmasını koalisyon sorunu yaptı. Açıkça Ecevit’e “Hükümeti bozarım” dedi. Tamer’in dediği gibi Yılmaz, Kıvrıkoğlu’nu asla desteklemedi. Velev ki, yazdıklarımızın tümü hikaye olsun. Günlükler hala tartışmalı... Kıvrıkoğlu’nun 2008 yılı Mart ayında Hürriyet’ten Şükrü Küçükşahin’e yaptığı açıklama var: “Mesut Yılmaz Cumhurbaşkanı olmak istiyordu. Kendisinin cumhurbaşkanı olmaması için mektup yağmuruna tutuldum... görüşlerimi zamanın başbakanına (Ecevit) açıkladım.” Devam edelim Kıvrıkoğlu’nun açıklamasına: “Özkök’ü istemiyordum. Ben 2 yıl kendisini komutan olarak izledim. Bunun sonucunda da irtica ile mücadeleyi daha iyi yapacak birinin gelmesini istedim.” Ertuğrul Özkök de İlhami Erdil’e atfen 2008 Aralık’ında şarap hikayesi yazdı, hatırlarsanız: “Bir ara galiba Aytaç Paşa Hilmi Özkök’e seslenerek ‘O Hilmi sen de şarap içiyorsun’ dedi. O da ‘Evet biz de heyete uyduk içiyoruz’ cevabını verdi. Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu söze giriyor ve herkesi şaşırtan şu sözleri söylüyor: ‘Nereden şarap içiyormuş, önündeki şarap değil, kola.’ Kıvrıkoğlu kimsenin tepki göstermesine izin vermeden hizmet yapan garsona dönüyor ve ‘Oğlum şuradan bir şarap getir, Hilmi de doğru dürüst içki içsin’ diyor.” Fikret Bila ise Hilmi Özkök’ün cevabını bir gün sonra köşesinde bir şiirle yansıttı: “Suskunluğum asaletimdendir, her lafa verilecek cevabım var, lakin, bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye.” Eee Tamer, ne yapacağız şimdi? Kıvrıkoğlu, bizatihi “Özkök’ü istemedim” diyor, sen ısrarla “Bu iddia hurafedir” diyorsun. Sana mı inanalım Kıvrıkoğlu’na mı? Ha, unutmadan, kimlerin darbeyi destekleyip desteklemeyeceği konusunda hazırlanan Balyoz Karnesi’nde Aytaç Yalman için “artı” işareti var, haberin olsun. Bir de söz, gülmeyeceğim, cevap ver, Kıvrıkoğlu, yine ters köşe mi yaptı?
Şamil Tayyar / Star, 17.3.2010 |
18.03.2010 |
Başbuğ’un konuşmaları...
GENELKURMAY Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, daha önce hiçbir Genelkurmay Başkanı’nda görmediğimiz bir halkla ilişkiler atağında. Önce bütün karargahıyla Milliyet’ten Fikret Bila ile görüştü, ardından Hürriyet’ten Enis Berberoğlu’na mülakat verdi, sonra da Genelkurmay’ın bir etkinliğinde bütün gazetecilerin birden karşısına çıktı, ayaküstü açıklamalar yaptı. Manşetlerde gezen bir Genelkurmay Başkanı... Peki ne söyledi Başbuğ? Eleştirilecek, konu edilecek pek çok şey... Herhangi bir öncelik sıralamasına tabi tutmadan aklıma geldiği sırayla yazacağım... - Kurumlararası çatışma ihtimalinden söz etmek, çatışacak kurumların başındaki insanların ağzına yakışmaz. O makamlarda oturanların görevi çatışma ihtimalini bile bertaraf etmektir, medyaya aktararak bu ihtimali büyütmek değil. - Eninde sonunda Genelkurmay ve Türk Silahlı Kuvvetleri de, Türkiye Cumhuriyeti’nin parçalarıdır, bu Anayasa’ya tabidir. O yüzden, sanki başka bir devletin kurumuymuş da Türkiye ile diplomatik bir pazarlık içindeymiş izlenimi vermenin anlamı nedir, bilemedim. - Evet masumiyet karinesi önemli bir hukuk ilkesidir ve hepimiz bu ilkeye saygılı olmak zorundayız. Ama devam eden davalar hakkında avukat veya savcı gibi hareket etmeme gereği de önemli ve saygı duyulması gereken bir hukuk ilkesidir. Mahkemeye intikal etmiş, açılmış bir davanın sanıklarına haksızlık yapıldığını düşünüyor olsa bile Genelkurmay Başkanı bu görüşlerini kendine saklamalıydı. Aynı ilke kuşkusuz Başbakanı ve hükümet üyelerini, muhalefeti, basını vs. herkesi de bağlar ama başkaları bu ilkeyi çiğniyor diye kimse ilkeyi çiğneme ehliyetini alamaz. Suimisal misal olmaz, güzel bir sözdür. - Gerek ‘Balyoz planı’ konusu ve gerekse Dursun Çiçek’in hazırladığı meşhur plan konusu, henüz kovuşturma aşamasında olmasalar da suç soruşturmasına konu olmuş şeyler. Bu konularda da kurumların konuşmaması gerekir. Hele hele soruşturmanın gizliliğini etkileyecek açıklamalar resmi ağızlardan yapılmamalıdır. Çiçek belgesiyle ilgili yapılacak ek araştırmayı ayrıntılarıyla anlatmak, o araştırmayı yapacak insanları (ki herhalde sayıları sınırlı insanlardır onlar) etkileyebilir, soruşturmayı gölgeleyebilir. - ‘Balyoz planı’ konusunda Genelkurmay Başkanı kamuoyuna açıkladığından fazlasını biliyor; çünkü bu plan hazırlandığında o Kara Kuvvetleri’nin Kurmay Başkanı olarak görev yapıyordu. Bu görevindeyken de ‘Balyoz’u hazırlayan 1. Ordu’nun birliklerinin türlü çeşitli bahanelerle (Irak savaşı en büyük bahaneydi ama tek bahane değildi) başka bölgelere kaydırılmasında emeği var Başbuğ’un. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz, bir başka güzel sözdür. - Sürekli savunmada kalmak, hiçbir yönetici için hoş olmayan bir pozisyon, bunu kabul ediyorum. Ancak, yürütüldüğü söylenen ‘Asimetrik psikolojik harekât’a karşı bir başka psikolojik harekât yapmak yerine, hukuka ve gerçeklere saygıyı ilke edinmek, sanki daha doğru bir tercih olur. Gönül, TSK’nın ne savunma ne de saldırı çizgisinde olmasını ister. TSK kendi işini yapmalıdır, bunu da iyi yapmalıdır. Komutanlar mesailerini buna harcamalıdır. - Polisin askere, askerin de polise güvenmemesi gerçekten vahim bir durum. Ama savcı ya da polis ne yapacaktı? Sivil bir kamyon onca el bombasıyla şehir şehir gelirken, elde böyle bir ihbar da varken, ne yapacaklardı? TSK da halka hesap vermesi gereken bir kurumdur; o kamyonun geçeceği her şehrin polisi ve jandarması sevkıyattan haberdar olup koruma sağlamış olsaydı, ne böyle bir sorun çıkardı ne de insanlar kendilerini güvensiz hissederdi. - Şunu unutmayalım, kamyonla ilgili ihbar bir nokta atışıdır ve özü itibarıyla da doğru çıkmıştır. İhbar polis yerine PKK ve benzeri bir terör örgütüne ulaşsaydı, onlar da korumasız gezen kamyonu ele geçirseydi, bunun hesabını kim verecekti? Kamyondaki başçavuşla, er mi?
İsmet Berkan / Radikal, 17.3.2010 |
18.03.2010 |