Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli
Şefaatçiler beştir: Kur'ân, akrabalarla iyi ilişkiler içinde bulunmak, güvenilir olmak, Peygamberiniz ve onun Ehl-i Beyti.
Câmiü's-Sağîr, No: 2461 |
18.03.2010 |
İstiklâl Harbi’ndeki hizmetler İstiklâl Harbinde Hutuvât-ı Sitte namında bir makale ile İstanbul’daki efkâr-ı ulemayı İngiliz aleyhine çevirip Harekât-ı Milliye lehinde ehemmiyetli hizmet eden... [On beş sene evvel Eskişehir Mahkemesinde, Heyet-i Vekileye yazılan arzuhalin bir parçasıdır.]
Ey ehl-i hall ve akd! (....) Evet, fahr ve temeddüh niyetiyle değil, belki mecburiyet ve mahcubiyetle, hodfuruşâne eski bir kısım riyakârlığımı hatırlamakla beni ehemmiyetsiz, vücudundan istifade edilmez, âdi mertebeye sukut ettirmek isteyenlerin yanlışlarını göstermek için derim: İki Mekteb-i Musibet Şehadetnamesi nâmındaki matbu, eski müdafaatımı görenlerin tasdikiyle, 31 Mart hadisesinde, bir nutukla isyan etmiş sekiz taburu itaate getiren ve bir zaman gazetelerin yazdıkları gibi, İstiklâl Harbinde Hutuvât-ı Sitte namında bir makale ile İstanbul’daki efkâr-ı ulemayı İngiliz aleyhine çevirip Harekât-ı Milliye lehinde ehemmiyetli hizmet eden ve Ayasofya’da binler adama nutkunu dinlettiren ve Ankara’daki Meclis-i Mebusânın şiddetli alkışlamasıyla karşılanan ve 150 bin banknot 163 mebusun imzasıyla medrese ve darülfünununa tahsisatı kabul ettiren ve Reisicumhurun hiddetine karşı divan-ı riyasette kemâl-i metanetle, fütur getirmeyerek mukabele edip namaza davet eden ve Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyede hükûmet-i İttihadiyenin ittifakıyla hikmet-i İslâmiyeyi Avrupa hükemasına tesirli bir surette kabul ettirmek vazifesine lâyık görünen ve cephe-i harpte yazdığı ve şimdi müsadere edilen İşârâtü’l-İ’câz, o zamanın başkumandanı olan Enver Paşaya o derece kıymettar görünmüş ki, kimseye yapmadığı bir hürmetle istikbaline koştuğu o yâdigâr-ı harbin hayrına, şerefine hissedar olmak fikriyle, İşârâtü’l-İ’câz’ın tab’ı için kâğıdını vererek, müellifinin harpteki mücahedatı takdirkârâne yad edilen bir adam, böyle âdi bir beygir hırsızı veyahut kız kaçırıcı ve bir yankesici gibi en aşağı bir cinayetle kendini bulaştırıp izzet-i ilmiyesini ve kudsiyet-i hizmetini ve kıymettar binler dostlarını rezil edip sukut edemez ki, siz onu bir senelik cezayla mahkûm edip âdi bir keçi, koyun hırsızı gibi muamele edesiniz... Ve sebepsiz on sene sıkıntılı bir tarassutla tazip ettikten sonra, şimdi de bir sene hapisle beraber bir senede nezaret altında tutmak suretiyle, Padişahın tahakkümünü kaldıramadığı halde garazkâr bir hafiyenin veya âdi bir polisin tahakkümü altında azap vermektense, idam edilmesini daha evlâ görür. Eğer böyle bir adam dünyaya karışsaydı ve karışmaya arzusu olsaydı ve hizmet-i kudsiyesi müsaade etseydi, Menemen hadisesinin ve Şeyh Said vakıasının onar misli olacak bir tarzda karışırdı. Dünyaya işittirecek bir top sadası, bir sinek sadasına inmeyecekti. Evet hükûmet-i cumhuriyenin nazar-ı dikkatine arz ediyorum ki, beni bu belâya sevk eden gizli komitenin yaptığı tedabir ve ettiği propaganda ve entrikalar bu hali gösteriyor. Çünkü hiçbir hadisede görülmemiş bir tarzda umumî bir propaganda, bir entrika ve bir dehşet aleyhimize döndüğüne delil şudur ki: Altı aydır yüz bin dostum varken hiçbiri bana bir mektup yazamadı, bir selâm gönderemedi. Hükûmeti iğfale çalışan entrikacıların ihbaratıyla, vilâyât-ı şarkıyeden tâ vilâyât-ı garbiyeye kadar her yerde istintaklar, taharriyatlar devam ettiğidir. İşte bu entrikacıların çevirdikleri plân, benim gibi binler adamı en ağır cezaya çarpacak bir hadiseye göre tertip edilmiş. Halbuki, en âdi bir adamın en âdi bir hırsızlığı gibi bir hadiseyi andıracak bir ceza vaziyetini netice verdi. Yüz on beş adamdan on beş mâsumlara beş altı ay ceza verildi. Acaba dünyada hiç bir zîakıl, elinde gayet keskin elmas bir kılıç bulunsa, müthiş bir arslanın veya bir ejderhanın kuyruğuna hafifçe iliştirip kendine musallat eder mi? Eğer maksadı tahaffuz veyahut döğüşmekse, kılıcı başka yere havale eder. İşte sizin nazarınızda ve vehminizde beni o adam gibi telâkki etmişsiniz ki, beni bu tarzda cezaya ve mahkûmiyete çarptınız. Eğer bu derece hilâf-ı şuur ve muhalif-i akıl hareket ediyorsam, koca memlekete dehşet verip propaganda ile efkâr-ı âmmeyi aleyhime çevirmek değil, belki âdi bir divane gibi tımarhaneye gönderilmem lâzım gelir. Eğer verdiğiniz ehemmiyete mukabil bir adam isem, elbette arslanı kendine saldırtmak ve ejderhayı kendine hücum ettirmek için o keskin kılıcı onların kuyruklarına uzatmaz; belki mümkün olduğu kadar kendini muhafaza edecek. Nasıl ki on sene ihtiyarî bir inzivayı ihtiyar edip tâkat-ı beşerin fevkinde sıkıntılara tahammül ederek hükûmetin işine hiçbir cihetle karışmadım ve karışmak arzu etmedim. Çünkü, hizmet-i kudsiyem beni men ediyor.
Şualar, 14. Şuâ, s. 393 |
18.03.2010 |
Talebeleri, Hafız Ali Ağabeyi anlatıyor:
Daima Risâle yazar, Kur’ân'la meşgul olurdu
Hacı Ahmet Lütfi Sönmez
Hfız Ahmed Lütfi Sönmez 1922 İslâmköy doğumludur. 1939’da hâfızlığa başlarken hocası Hâfız Ali Efendi kendisine, “Önce git, Bediüzzaman’ın duâsını al” diyerek İslamköy’den Barla’ya gönderir. İslamköylü Abdullah Çavuş’la beraber giderler. Bediüzzaman Hazretleri ellerini avucuna alarak küçük Ahmed’e duâ eder… Üçüncü ziyareti, Hâfız Ali Efendinin vefatından epey sonra 1956’da Isparta’da olmuştur. “Bu ziyaretim çok dokunaklı olmuştu” diyor kendisi. Bediüzzaman Hazretleri çok sevdiği talebesi Hâfız Ali’nin hatırasına binâen kendisine çokça alâka gösterir. Üç kere: “Hâfız Ali benim canım… Hâfız Ali benim canım… Hâfız Ali benim canım…” dedikten sonra, “O benim yerime gitti” diyerek o çok sevdiği talebesini hasretle yâd eder. Nurettin kardeşimin alâkadarlıkları ve kadim dostum Ahmet Cura Beyin yardımlarıyla Nazilli’deki Hacı Ahmet Lütfi Sönmez’in hatıralarına ulaştık. Bizzat kendi el yazısı ile bize hatıralarını gönderme nezaketinde bulundu. Bu muhterem insanın Hafız Ali Efendi ile alâkalı lûtfettiği hatıraları nazarlarınıza arz ediyorum: “Muhterem sıddık kardeşim, ben acizden hocam Hafız Ali Efendi’nin hayatını soruyormuşsunuz. 1992’de İslamköy’de dünyaya gelmişim. 1934 senesinde ilkokulu bitirdim. Babamlara ‘Hafız olacağım’ dedim. Babam da hemen ‘Hafız Ali Hoca Efendi’ye git ve başla’ dedi. Gittim, hocamın elini öptüm ve Kur’ân’a başladım. O zaman Üstad Bediüzzaman bizim köyümüze dört saat yaya olarak uzaktaydı. Abdullah Amca (Kula) Hocamızın postacısı sayılırdı. Üstad’ın yanında gider, ondan Risâleleri getirir. Hafız Ali Hocamız da daima Risâleleri yazar ve dışarıya hiç çıkmazdı. Hafızlığa başlayacağım zaman beni Üstad’a duâ etsin diye Abdullah Amca (Kula) ile beraber Üstad’a gönderdi. O zaman Üstad Isparta’da bir bağ evinde idi. Güzel bir evdi. İkindi vakti vardık, baktık Üstad’ın yanında Hüsrev Ağabey vardı. Üstad söylüyor, ağabey yazıyordu. İkindi namazını Üstad kıldırdı. Bana işaret etti, ben bir sandalyeye oturdum. Üstad geldi, ellerimden tuttu, bizim anladığımız bir duâ etti, bana duâda bulundu. Ve bizim gitmemiz için yol gösterdi. Ve ben hafızlığa başladım. “Hafız Ali Efendi, başka bir işle iştigal etmezdi. Onun hayatı Risâle-i Nur yazmak ve bizi dinlemekle geçti. Öğlen namazını beraber kılardık. Bazen titreme gelir, namazlardan sonra uzun müddet ağlardı. Namazları çok ağır kılar ve ağır kıldırırdı. Bayram ve teravih namazlarını da öyle kıldırırdı. Bir gün Hafız Yaşar’la Isparta’ya Üstada Risâle götürmemizi söyledi. Biz ikimiz atlara bindik. Isparta’ya yola çıktık. Isparta’ya yakın bir ağacın yanında biraz oturalım dedik. Oturduktan sonra ayrıldık. Biraz gittikten sonra baktık ki, Risâleleri o ağacın altında unutarak bırakmıştık. Hemen geri dönüp ağacın altına bıraktığımız Risâlelere baktık, orada yoktular. Tekrar köye geldik. Hafız Ali Hocamız, ‘Keçeliler ne yaptınız?’ dedi, Bizden evvel Risâleler Hafız Ali Hocamıza geri gelmişti. Tekrar ertesi günü bizi gönderdi. Vardık, evde yalnızdı. Risâleyi verdik. Hocamızın selâmını söyledik. Üstad, bize şu yoldan gidin diye yol gösterdi. “Hafız Ali Hocamızın başka işi yoktu. Daima Risâle yazar, Kur’ân’la meşgul olurdu. Kur’ân okuduğunda, sanki kırk kişi gibi okurdu. Öyle sesi güzeldi ki okuyuşunda her zaman ona meftun olurduk. “Elhamdulillah, Hafız Ali Hocamızın yanında Kur’ân’ı hatmederek hafızlığı bitirdim. Sonunda bana bazı tembihatlarda bulunarak beni uğurladı. Sonra Isparta’ya gittim. Üstad’ın talebesi Yüzbaşı Re’fet Bey vardı. Ondan tecvid dersleri aldım. İki Ramazan boyu Isparta’da mukabele okudum. Isparta’da o zaman Kur’ân kursu vardı. Oraya da devam ettim. “1939 yılında Nazilli’ye geldim. 1950 senesinde Nazilli’de evlendim ve Nazilli’de kaldım. Hafız Yaşar da 63 yaşında iken âniden vefat etmiş. Bizden sonra Hocam Hafız Ali Efendi, iki hafız daha yetiştirmiş. Onlar da Hafız Mehmet Ali ve Hafız Âkif Hocalardır. Onlar da İslamköy’deler. Hocam Hafız Ali, kimseden bir şey kabul etmezdi. Benim babam bir gün bir entarilik almış. Hafız Ali Hocam sert bir şekilde geri iâde etmiştir. Hocam Hafız Ali Efendi’nin işi rızâ-ı Bârî içinde her işi, her adımı Allah rızasını kazanabilmekti. Üstad’ın İhlâs Risâlesi’ndeki gibi idi. “1942 yılında askere gitmeden önce İslamköy’e gidip, hocam Hafız Ali’yi ziyaret ettim. Ben askerde iken hocam 1944 senesinde Denizli’ye mahkemeye gittiklerinde hastalanmış ve orada vefat etmiştir. Mezarını bir iki defa ziyaret ettim. 1957 yılında Isparta’ya gittim. Üstad’ı ziyaret etmek istedim. Beni içeri almadılar. Ancak ‘Hafız Ali’nin talebesi Hafız Ahmet gelmiş’ dediler. Üstad, ‘Hemen gelsin’ dedi. Vardığımda sarıldım ‘Hafız Ali benim’ dedi ve ‘Seni de daireme alıyorum’ diye iltifat etti. Allah onlardan ebediyen razı olsun!”
Recep Gören İslamköylü Recep Gören’in İslamköy’de Hafız Ali Efendi’ye talebe olduğu ve ondan ders aldığı yönündeki bilgileri öğrenince onunla görüşmek maksadıyla köye giderek onu aradım. İslamköy’de yaptığım araştırmalarda Recep Gören’in hakikaten Hafız Ali’nin talebelerinden olduğu ve ondan ders aldığı kesinleşmişti. Ancak Recep Gören’in Isparta şehir merkezinde oturduğunu öğrendim. Kendisiyle görüşmek maksadıyla Isparta merkezde öğretmen dostum Hasan Yassıkaya’nın yardımlarıyla ulaşmaya çalıştımsa da, ona o gün ulaşamadım. Ancak, daha sonra Hasan Yassıyaka dostumun görüşmesi sonucu Recep Gören’le ilgili bilgileri elde ettim. Recep Gören, 1924 yılında İslamköy’de doğmuş, 1939 yılında 15 yaşında da Hafız Ali’den ders almaya başlamış. Bundan sonrasını kendi anlattıklarından okuyalım: “O yıllarda Kur’ân öğrenmek ve öğretmek yasak olduğu için 18 yaşından büyük talebeleri tutukluyorlardı. Ben ise, 15 yaşında olduğumdan tutuklanmamıştım. Hafız Ali Hocam Denizli’ye götürüldü. Böylelikle de benim onun yanındaki tahsilim yarım kalmıştı. Onun yanında öğrenimini tamamlayanlar daha sonra okumuşlar. Ben hâlâ onun ezikliğini yaşıyorum.”
Hacı Osman Nuri Yassıkaya Osman Nuri Yassıkaya aslen İslamköylü’dür. 1929 doğumlu olup, küçük yaşlarda Hafız Ali Ergün’den Kur’ân dersi almıştır. Kendisine ait iki katlı evin üst katına bizi dâvet etti. Dâvetine icabet edip ikram edilen pastadan yiyip çaylarımızı yudumlarken Hafız Ali Ağabey’le alâkadarlığını şu şekilde anlattı: “1943 yılıydı. Ben on beş yaşlarındaydım. Hafız Ali Efendi o zamanlar risâle yazıyordu. Onunla birlikte, Abdullah Kula postacıydı. Hasan Ergüner vardı. Ben de o yıllarda onlarla birlikte Risâle yazıyordum. Ben iki Risâle yazdım. Babamı o yıllarda Hafız Ali’yle birlikte hapse götürüp ifadelerini alıp salıverdiler. Babamın ismi Hasan’dı. “Hafız Ali’den 6 ay kışın Kur’ân dersi aldım. Geceleri ders alırdık, sabah namazını kılar ayrılırdık. Yasak olduğu için böyle yapardık. Hafız Ali Efendi, ak benizli, zayıf, az sakallı, uzun boylu biriydi. Çok dürüsttü. Bizim köyde benim bildiğim o yıllarda iki hafız yetiştirdi. O yıllarda hapse götürdüler. Orada babamgil ziyarete gittiler. Onu, o zaman polisler pataklamışlar. O yıllarda Isparta hapsinden Denizli hapsine sevk ettiler. Orada vefat etti. Hafız Ali’nin vefatını duyduk, bizler ve bütün köy yas tuttu. Köyde çok sevilen biriydi.”
Hacı Mehmet Ali Eker İslâmköy’de Hacı Hafız Mehmet Ali Eker’in kendi evine, Hafız Ali’den ders alan Osman Nuri amcayla gittik. Osman Nuri amca kapıyı tıklatıp “Hafız” diye bağırdı. Mehmet Ali Eker Bey, hemen dışarı çıktı ve bizi içeriye dâvet etti. Kendileri seksen üç yaşındaydı. İçeride kendisinden üç yaş küçük mübarek eşi Tevhide Hanım vardı. Hafız Ali ile ilgili hatıralarını sorduğumuzda yaşlılığından bir eser görünmüyordu. Her sorulan soruya memnuniyetle cevap veriyordu. Hafız Ali Ağabey ile ilgili hafızasında en canlı olanlarını ise şöyle anlattı: “Daima evinde oturur dışarı hiç çıkmazdı. Sürekli Risâleleri yazmakla meşguldü.” Ali Aker Ağabey, Hafız Ali’nin yanında 4 yıl okumuş ve hafızlık dersi almıştı. Aynı zamanda onunla risâle yazma bahtiyarlığını da yaşamıştı.
Hacı Tevhide Eker Ali Eker’in hatıralarını aldıktan sonra, Tevhide Hanım kendisinin de Hafız Ali’den 3-4 sene Kur’ân dersi aldığını söyledi. Hafız Ali Ağabey’in mübarek hanımı Ümmühan Hanım da kendisinin hocasıdır. Ve bu bahtiyar hanım da risâleleri yazmıştır. “Hafız Ali ve eşi de Cennet’e insan yetiştiren güzel insanlardı, Allah onlardan razı olsun” dedi.
YARIN: HAFIZ ALİ EFENDİ’NİN VEFATI |
18.03.2010 |