Şaban DÖĞEN |
|
Fedakârlığın böylesi |
Balı tatmayana balın tadını anlatamazsınız. Çünkü tatmayan bilmez. İslâmın, imanın tadını bilmeyenlere de onun sağladığı manevî huzur ve zevki anlatmanız imkânsızdır. Günlerce karanlıkta kalan bir insanın bir anda aydınlığa, yokluk içinde kıvranan bir insanın bir anda zenginliğe, düşmanlar içerisinde bulunan bir insanın oradan kurtulup dostlarına kavuştuğunu farz edin! İşte imanın aydınlığına kavuşmak da böylesine bir mutluluktur. İmanının nuruyla hayata bakan insan bütün sıkıntılardan kurtulur, rahata, huzura kavuşur. Onların yaşayış, söz ve hareketlerinden ne kadar mutlu olduklarını bir ölçüde anlamak da mümkündür. İman hayatın bin bir türlü güçlük, musîbet, sıkıntı, üzüntü ve kederlerine karşı en mukavemetli bir dayanak noktasıdır. Arzu ve emellerine ulaşmada en etkili bir kuvvettir. İmansız hayat zindana döner, kişi geçici mutlu olsa da sıkıntı ve streslerden kurtulamaz. Nasıl kurtulabilir ki? İman bunca faydaları yanında ahireti olduğu gibi dünyayı da Cennete çevirir. Bu dünyadan bin kere daha güzel, ebedî Cennet ancak imanla elde edilir. İman diploması olmaksızın Cennete girmek mümkün değildir. İşte yapılabilecek en büyük hizmet, insanların imanlarının kurtulması için yapılan hizmettir. Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin de en büyük gayesi buydu. Fakat günün idarecileri onu anlayamadılar. Bir gerici, mürteci diye sürgünlerden sürgünlere, zindanlardan zindanlara sürüklediler. Fakat o kendisine kötülük edenlere dahi iyilik yapacak büyüklükteydi. Diyor du ki: “Bu gözümüz önünde ve bizi bekleyen ölümün idam-ı ebedîsinden ve karşımızda kapısını açan ve bizi cebr-i kat’î ile çağıran kabrin daimî karanlık haps-i münferidinden kurtulmaya çalışıyoruz. Hem sizin de o dehşetli ve çaresiz musîbetten kurtulmanıza yardım ediyoruz.” Onlara göre en büyük mesele olarak görülen dünyevî ve siyasî meselelerin nazarında ve hakikat itibariyle kıymetinin pek az olduğunu ve bilfiil görevi olmayanlar için mâlâyanî, ehemmiyetsiz ve kıymeti olmadığını söyler ve “Fakat bizim iştigal ettiğimiz vazife-i zarurîye-i insanîye [insanın en zarurî vazifesi] ise, herkese her zaman ciddî alâkası var. Bu vazifemizi beğenmeyenler ve kaldıranlar, ölümü kaldırmalı ve kabri kapamalı!”1 der. Başka bir yerde de, “Eğer ölümü öldürüp, zevali dünyadan izale etmek ve aczi ve fakrı beşerden kaldırıp kabir kapısını kapamak çaresi varsa, söyle dinleyelim. Yoksa sus! Kâinat mescid-i kebirinde [büyük mescidinde], Kur’ân, kâinatı okuyor. Onu dinleyelim. O Nur ile nurlanalım. Hidayetiyle amel edelim”2 der. O, Kur’ân eczanesinden sunduğu ihya edici hakikatlerle ölümün idam-ı ebedîsini terhis tezkeresine çeviriyor, sadece muhtaç gönüllerin değil, kendisine düşmanlık ve zulmedenlerin dahi yokluğa gitmelerine tahammül edemiyor. Öylesine merhametlidir ki onların imanlarının kurtulup ebedî saadete ermeleri için duâ etmekten dahi geri kalmıyor. Diyor ki: “Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, benim gibi kabir kapısında, alâkasız, dünyadan usanmış, hürmetten, teveccüh-ü ammeden kaçmış ve şan ve şeref ve hodfuruşluk gibi riyakârlıklara hiçbir meyli kalmamış bir vaziyette iken, bunların bana karşı kanunsuz ihanetlerinin hiçbir ehemmiyeti kalmadı; Cenâb-ı Hakka havale ediyorum. Bana lüzumsuz evham yüzünden eziyet edenlerin yakında ölümle idam-ı ebediyeye giriftar olacaklarını düşünüp, hakikaten acıyorum. Ya Rabbi, onların imanını Risâle-i Nurla kurtar! İdam-ı ebediden, sırr-ı Kur’ân’la terhis tezkeresine çevir! Ben de onlara hakkımı helâl ediyorum.”3 İşte Said Nursî böyle insanlık için didinen bir insandı. Gün gelecek anlamayan, anlamak istemeyenler de onu anlayacak.
Dipnotlar:
1. Şuâlar, s. 299-300. 2. Sözler, s. 37. 3. Emirdağ Lâhikası, s. 30. 05.06.2009 E-Posta: [email protected] |