Mainz-Kostheım’den Frakfurt’u gezmek için Cuma günü trene biniyoruz. Ne var ki, tren, İstanbul tramvayları gibi tıklım tıklım dolu. Hem hafta sonu, hem de Mainz-Frankfurt maçı var.
Gençlerin ağızlarında sloganlar, ellerinde bira şişeleri... Kimileri ucuz gelsin diye, en az beş-altı litrelik teneke fıçılarla bira taşıyor.
Bir müddet ayakta gittik. Sonra bir yer boşaldı, oturduk. Yan koltukta, 14-15 yaşındaki gençler bira içiyor. Birisi, o kadar içmiş ki, sızmış, koltuğa uzanmış. Kendinden geçmiş. “Eyvah, bu gençler ne hâle gelmiş” diye acımaktan edemedim.
Tren her durakta durduğunda “Deplasmanda maçı alacağız!” şeklinde sloganlarla inliyor. Genç gruplar aşağıya iniyor, bağırıyor, çağırıyor. Tren bir istasyonda durdu. Gençler aşağıya indi, polisler geldi, bir türlü onları yatıştıramıyor. Biraz sonra, başka trene geçmemiz anons edildi. Giderken baktık ki, tren kapısının camı kırılmış.
Batı sokaklarında heyecan, korku, endişe, ıztırap, sefalet kol geziyor. Sadece sokaklarında mı? Bu artık bütünüyle evlere, mahallelere, ailelere taşmış. Kimse, ne zaman, nerede, nasıl bir tehlike ile karşılaşacağını bilmiyor. Her an, meçhuller perdesinden serseri bir uyuşturucu müptelâsının sarkıntılığı veya bir hastalığın hücum etme tehlikesiyle karşı karşıyasınız.
Batı medeniyetinin doğum ve büyüme yeri olan merkezlerde ise değil cismen; fikren ve hayalen gezmek bile korku, dehşet ve ürperti veriyor. Gençlerin ve erkeklerin çoğu sahici tabancalarla, kadınların büyük bir bölümü sprey ve benzeri oyuncak tabancalarla silâhlanmış.
Avrupa’da, 30 yaşına gelmiş her üç erkekten biri sabıkalı. İngiltere İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan istatistik programında soygun, dolandırıcılık ve saldırı gibi ciddî suçlardan dolayı sabıkalıların durumunu değerlendiren sosyologlar, sonuçların dehşet verici olduğunu ifade ediyor.
Avrupa’da “sınırsız hürriyet”—ki bu bir nevî hayvanlık ve nefsî arzuların esaretine girmek demektir—alabildiğine uzanıyor. Hemen herkes nefsî arzularının peşinde ve kendi dünyasında. Oysa teknoloji mükemmel, sistem kuvvetli, idârî yapı oturmuş, inzibâtî tedbirler de tamamen alınmış. Öyle ise, neden bu suçlar engellenemiyor?
Avrupa ıkıdır
Müslüman ehl-i tahkiktir. Ayrıca mutaassıp değil, ehl-i salâbettir. Yani, her meseleyi araştırır, inceler. Ve bir meseleye körü körüne inanmaz, taraf olmaz. Tahkik ettikten sonra ona sımsıkı yapışır.
Ya hep, ya hiç, ya tamamen iyi, ya tamamen kötü diye bir şey yoktur. Avrupa konusunda da Bediüzzaman, seçici ve dengeli değerlendirme dersini verir.
“Batı” sözcüğü ile onun hayat görüşünü kastediyoruz. Meseleye toptancı yaklaşıp “Batı tamamen yanlış veya tamamen doğrudur” garabetini sergileyemeyiz. İnsaf penceresinden baktığımızda iki Batı görürüz:
* Birincisi İsevî dini—ki, aslı İslâmiyettir—ile İslâmın getirdiği esas, prensip, ahlâk, düşünce ve ilimden feyz alıp etkilenip istifade ederek düşünce, gayret ve mücadeleleriyle bugünkü medenî seviyeye ulaşan, demokrat, insan haklarına saygılı Batı...
2005’in sonlarında Amsterdam yakınlarında liberal bir Protestan kilisesi yönetiminden “Kur’ân’da İsa adı” altında bir konferans verme dâveti aldım… Kilisenin kürsüsünden Kur’ân’ın Hz. İsa’ya (as) nasıl baktığını anlattım. Kur’ân’dan hiç taviz vermeden, ama çok yumuşak bir üslûpla Müslümanların hem Hz. İsa’yı, hem de Hz. Meryem’i Hıristiyanlardan daha fazla sevdiklerini, hatta Hz. Meryem’in tüm Müslümanlar arasında “ana” olarak kabul edildiğini, iffetli Müslüman kadınların onu bir iffet modeli olarak kabul ettiklerini anlattım. Orta yaşlı bakımlı bir kadın söz alarak konferansı dikkatli bir tarzda dinlediğini, özellikle Kur’ân’ın Hz. Meryem hakkındaki yaklaşımını yeni duyduğunu ve âdeta çarpıldığını, ilk işinin hemen bir Kur’ân bulup iyice araştırmak olacağını, şimdi tam bir ruhî bunalım içine girdiğini, kendisinin Müslüman mı yoksa Hıristiyan mı olduğunu karıştırdığını söyledi. Sözüne devam ederek bu defa beni şoke eden bir gerçeği soktu gözüme:
Kendisi dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış, uluslararası beş yüz mağazanın genel koordinatörü idi. Beş yüz mağazada çalışanların tümü sadece geçinebilecek kadar bir maaş alıyor. Geri kalan kazanç Afrika, Asya ve benzeri yerlerdeki fakir fukaralara yardım olarak gönderiliyordu…
İkinci Batı’ya da yarın değinelim inşaallah.
14.04.2009
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|