Forbes dergisi Genel Yayın Yönetmeni Burçak Güven, “kendisini laik olarak tanımlayan, aşırı bağnaz, faşist ve doktrinsiz” kesimi “laikcan” olarak nitelerken, bunların, yaşadıkları ülkenin dinamiklerinden kopuk yaşamaya devam ettikleri takdirde, daha da marjinal kalmak durumunda olduklarını söyledi.
“ERGENEKON'LARLA ÜLKENİN ÖNÜ KESİLEMEZ”
Yeni Asya’ya konuşan Güven, “‘Ordu bizi kurtarsın’ diyenler, acaba kendileri ne halt ediyor? Bu ‘Ben hiçim’ demektir. Eğer AKP’den memnun değilsen, siyasete girersin, parti kurarsın, sandıkta yenersin. Artık Ergenekon gibi yapılarla ülkenin önünü almak da mümkün değildir, çünkü toplum buraları çoktan geçti” dedi.
TSK, OYAK’tan derhal tasfiye edilmeli
Türkiye siyasî ve sosyal noktadan bir değişimin ve çalkantının içinden geçerken dünyanın yaşadığı ekonomik krizi de bünyesinden hissediyor. Ekonomik değişmelerin sistemler üzerine yaptığı etki, demokrasiyle ekonomik yapıların ilişkisi, ülkedeki ekonomik aktörlerin sisteme etkileri gibi konuları konuşmak istedik. Forbes Türkiye Genel Yayın Yönetmeni, Sabah gazetesi İşte İnsan Eki Yayın Koordinatörü Burçak Güven’le bütün bunları konuştuk. Güven, Türkiye’de Anadolu insanının üretiminin artmasıyla birlikte demokrasiye doğru bir geçişin olduğunu belirtiyor. Ayrıca OYAK gibi kurumların demokratik ülkelerde olamayacağını belirtirken, bir an önce askerlerin OYAK’tan uzaklaştırılması gerektiğini söylüyor.
Forbes dergisi olarak Türkiye’nin zenginler listesi üzerine çalışıyorsunuz. Bu projeyi biraz anlatır mısınız?
aha önce bu tür çalışmalar, farklı ekonomi dergileri tarafından yapılmıştı, ancak yeterince verilere dayanmayan, tahminler üzerinden yürüyen bir çalışmaydı. Forbes böyle yapmıyor. Kişisel servet hesabı üzerinde çalıştığımız için; patronların şirketlerin yüzde kaçına sahip, nereye ne kadar borcu var? Bu tür ayrıntıları ve hesaplamaları dikkate alarak, dosyalar halinde çalışıyoruz. Borsaya açık olduğu için, bilgilerini paylaşmak zorunda olan şirketlerden bazıları, isteğimiz bilgileri veremeyeceklerini söylediler. Forbes’in Türkiye’nin hazırladığı zenginler listesinin önemli olduğunu düşünüyorum.
Önemi nereden kaynaklanıyor?
Büyümenin olduğu, borsanın giderek yükseldiği, tüketimin arttığı refah toplumu olmuş bir ülkede istihdam artıyor. İş buluyorsunuz, evleniyorsunuz ve çocuğunuz oluyor. Birinci çocuğu devlet okuluna gönderiyorsunuz. Maaşınız artınca ikinci çocuğu koleje gönderiyorsunuz. Kendinize araba alıyorsunuz. Böylece toplumda bir profesyonel sınıf oluşuyor. Çalıştığınız yerin patronu da sermayesinin yüzde yirmi beşini koyarak ikinci bir fabrika açıyor. Fakat kriz ortamında patronun yüzde 49.2 serveti eriyor ve bankadan aldığı krediyi ödeyemez hale geliyor. Böylelikle yüz binlerce insan işsiz kalıyor. Çocuğunu kolejden alırken arabasını satmak durumda kalıyor. Servetin sahibi olan patronunun hesap verebilirliliği burada önem kazanıyor, çünkü bir çok insanın hayatı söz konusu…
Post-modern darbeye kadar olan dönemde, bütün darbeler kamuoyu desteklidir. İnsanların yüzde seksen beşi köylüydü ve ürettiklerini tüketiyordu. Darbe olduğunda, “Ordu bizi kurtardı” diyorlardı. Bugün gelinen noktada, oluşan yeni sınıfın darbeyle birlikte kaybedeceği çok şey var. Demokratik sistem, yönetimin halka transferiyle ekonomi içinde de kendini göstermiş durumda. Bugün darbenin hiçbir başarı şansı yok.
Ekonomideki ne tür bir değişim darbenin
yapılmasını şanssızlaştırıyor?
İnsanların borçları var. Çocuğunun eğitimi, arabasının borcu v.s. Ordu geldiğinde hayatına dair birçok şeyi kaybetme riskiyle karşı karşıya. Önceden ekonomiye yüzde seksenlik katkı İzmir, Ankara, İstanbul gibi büyük şehirlerden olurken, preferi dediğimiz kesimin katkısı yüzde yirmi oluyordu. Özal döneminden sonra bu denklem değişmeye başladı. RP ve AKP’nin gelişi bunun göstergesidir. Önce merkezle preferinin ekonomiye katkısı eşitlendi. Daha sonra Gayri Safi Milli Hasılaya preferinin katkısı merkezi geçtiği anda, AKP hükümete geldi. Bu bir süreçti, bu AKP olmazdı da MKP olurdu. Artık darbeyle insanların kaybedecekleri çok şey var.
İnsanlar artık Diyarbakır’da ürettiği bir ürünü
direkt olarak Avrupa’ya ihraç eder noktaya geldiler...
Anadolu Kaplanları dediğimiz insanlar, büyük işler yapıyorlar, dev şirketler oluşmuş durumda. Türkiye’de en tepedeki yüz insanı beş yüze çıkardığınızda, ortaya çok ciddi bir harita çıkıyor. Artık zenginler Türkiye’nin belli merkezlerine değil, ülkenin farklı bölgelerine dağılmış durumda. Ekonomik anlamdaki bu dağılım, beraberinde demokrasiyi de getiriyor. O zaman güçlü bir muhalefete ve siyasetten burnunu çekmiş bir orduya ihtiyaç duyuluyor. Ben ordu düşmanı değilim, ancak ordunun siyasete bulaştığında yaşadıklarını tarihten okuyoruz. Balkan Harbi’nde yaşanan yenilginin sebebinin ordunun siyasete girmesi olduğunu biliyoruz. Bu yenilgi sonrası halkla ordu arasında bir gerilim yaşandığını, subaylara karşı İstanbul sokaklarında büyük bir tepki yaşandığını okuyoruz. Ordunun, siyasetin müdahalesi olmadan, kendi içinde temizlenmesi gerekiyor. Ben Türk ordusunun güçlü ve saygın bir konumda olmasını isteyen biriyim.
Siyasetin müdahalesinden, hükümetlerin ordu üzerinde söz sahibi olamamasını mı anlamalıyım?
Ordu, Millet Meclisine, kabineye üstünlük kuran bir kurum değil, onların denetiminde hizmet veren bir kurum olarak konumlanması gerekir. Bunu yapabilmesi için de iç mekanizmalarının iyi işliyor olması lâzım. Dışardan siyasî otoritenin gelip ordu içindeki bazı şeyleri temizlemesi çok sağlıklı değil. Ordu, kendi içinde sağlıklı bir denge kurmalı. Tabiî ki ordu siyasî otoriteye bağlı, ona servis veren güçlü bir yapılanma içinde olmalı.
Türkiye’nin zenginlerini incelerken, ordunun
Türkiye ekonomisindeki yerini incelediniz mi?
Zenginler listesi kişisel servet hesapları üzerinden yürütüldüğü için, OYAK yapılanmasında karşımıza kişisel bir servet çıkmıyor. Ancak OYAK’la ilgili benim fikrim var. Bu konu üzerine araştırma yapmak zordur. Devlet, OYAK’ı kurumlar vergisinden muaf tutarak KİT’lere tanımadığı hakkı tanıyor. Bu devletin OYAK’a bir katkısıdır. Bu durum, piyasada aynı işi yapan şirketler açısından serbest rekabeti bozuyor. Bunun yanında, OYAK’ın yönetiminde sivil devlet memurlarıyla birlikte muvazzaf askerler var. Temsilciler Meclisi yönetiminde hizmet veren dört general var. Bunlar sanayi ve ticaret odalarının temsilcileriyle birlikteler. Böyle olmakla, kurumun kararının piyasa koşullarına uygulaşması söz konusu olsa bile, buradaki ilişkiler kişisel çıkarlara dönüşebilir. Muvazzaf askerler daha sonra şirketlerin yönetim kurullarında üyelik yapabiliyorlar. Bir de OYAK kanununda “Kurumun malı devlet malıdır” hükmü var. Bu devlet felsefesine aykırı, çünkü devlet malı kamuya aittir ve kamuyla paylaşılır. OYAK’tan derhal TSK tasfiye edilmeli, askerlerden alınan ödenekler geri iade edilmelidir.
Bir bakıma OYAK’la birlikte TSK alternatif bir
sosyal güvenlik kurumu oluşturuyor olabilir mi?
Askerler zaten devlet memuru. Devlet üstüne düşen görevi yapıp diğer memurlarına tanıdığı hakları askerlere de tanıyor. Emekli maaşı, ikramiyesi veriyor ve sağlık hizmetlerini karşılıyor. Bir daha bunu OYAK üstünden yapmaya gerek yok. 700 milyar dolarlık kriz içindeki bir ekonomi de 3-5 milyar dolarlık bir varlık, önemli bir karar. Yanılmıyorsam, Yavuz Sultan Selim sefere giderken atının eğerinde problem çıkıyor. Yeniçerilerden bir sarraf tamir ediyor. Selim, bu kişiyi derhal ordudan atıyor ve “Orduya esnaf karışmış” diyor. Tek görevi savaşmak ve ülke güvenliğini sağlamak olan askerin aynı zamanda ticaret yapması ve ticarî kararlar veriyor olmasını sorunlu buluyorum. Ordu içinde ekonomik konuları araştırmak çok zor… Bütçenin yüzde 30’u orduya ayrılıyor, ancak bunu incelemek mümkün değil.
Bu yüzde 30’luk pay içinden OYAK’a para
aktarılıyor olabilir mi?
OYAK’la ilgili bildiklerim yukarıda anlattıklarımla kadar. Ancak sizin sorunuzun ciddi bir soru olduğunu düşünüyorum.
Askerin ekonomik bir güç olması siyasî mânâda manipülasyon yapmasına kapı aralar mı?
Manipülasyon tabirinden ziyade, spekülasyon tanımının daha uygun olacağını düşünüyorum. Sonuçta ordu ihaleler açan büyük satın alıcılardan birisi. Bazen çıkar çatışması olabilir. Bu açıdan şeffaf olması gerekir. Özellikle satın alma makamlarında askerî yetkililerin olması tehlikeli bir şey. Bu noktada birçok komutan hakkında şaibeler çıktı. Ordunun açık ve net olması gerekir. Bir gazetecinin “Ben bu konuyu araştıramam. Kapalı bir kutu” demesi, orduyu baştan yıpratan bir durumdur. İtibar yönetimi çok önemli…
Demin “Anadolu Kaplanları”ndan bahsettiniz. Bazı çevreler Anadolu Kaplanları’nı AKP’nin uzantısı olarak tanımlayıp, buradan rejim ve laiklik tartışmalarına gidiyorlar. Siz bu analizlere katılır mısınız?
Anadolu Kaplanları AKP’nin sonucu değil. AKP, onların sonucu… Anadolu Kaplanları dünyanın içine girdiği değişimin sonucu… Bu insanların güçlenmesinin laikliği tehdit edeceği yorumlarını cahilce buluyorum. Kendini laik olarak tanımlayanlara, ben, “Laikcan” diyorum. Bu kesim aşırı bağnaz, faşist ve doktrinsiz. Neyi, ne için savunduklarının farkında değiller. Şu an CHP üzerinden yansıyan durum, bu doktrinsizliğin bir sonucu.
Doktrinden kastınız?
Türkiye’de ne olduğunun farkında değiller. Türkiye’nin geçirdiği sağlıklı demokratikleşme sürecinde halkın hak ederek ele geçirdiği güçten rahatsız oluyorlar. Travma yaşıyorlar, çünkü onlar için ayaklar baş oldu. Bu durum Türkiye’ye türban, Kürt ve azınlıklar meselesi olarak yansıyor. Onlar o fanusun içinde kendilerini koruyabilirlerse güvende hissediyorlar, ancak dünya değişiyor.
Ordu bu değişimin neresinde?
Topluma rağmen bir iş yaptığınızda bir süre idare ettiğinizi zannedersiniz, ancak kafanızda patlar. Ordu son dönemde özellikle e-muhtıradan sonra irtifa ve itibar kaybetti. Türkiye’deki değişimin farkına varmadığı için, toplumun kendine gösterdiği tepki karşısında büyük bir şaşkınlık yaşadı. Ancak bu durumu ordunun önemli beyin kademesi algılamış durumda. Asker, Ergenekon sürecinin ve sessizlik döneminin bir işareti olarak reform süreci içinde gibi görünüyor. Benim yaptıklarım, sadece yorum, ancak toplum demokratikleşme sürecini darbeleri kabul etmeyecek şekilde tamamladı.
Darbe isteyen insanları nasıl yorumluyorsunuz?
“Ordu bizi kurtarsın” diyenler, acaba kendileri ne halt ediyor? Bu “Ben hiçim” demektir. Eğer AKP’den memnun değilsen, siyasete girersin, parti kurarsın, sandıkta yenersin. Artık Ergenekon gibi yapılarla ülkenin önünü almak da mümkün değildir, çünkü toplum buraları çoktan geçti. Elinde içki kadehi “Ordu bizi kurtarsın” diyen genç sanatçılar var. Türkiye; Nişantaşı’ndan, Bağdat Caddesi’nden, Çankaya’dan ibaret değil. Yargının açılış konuşmalarında çekilen nutuklar, dünyadan bihaber insanların yaptığı şeyler. Güya elitler avamlara hayat dersi veriyor. Halbuki, Türkiye’nin geçirdiği değişim farkında değiller.
Bu değişime entegre olamazlar mı?
Olabilirler. Bu sürece entegre olanlara “Liboş” diyorlar. Yaşadıkları ülkenin dinamiklerinden kopuk yaşamaya devam ederlerse, daha da marjinal kalmak durumundalar.
Yaşanan bu değişim sürecinde Türkiye’nin
zenginleri açısından ne tür analizlere gidilebilir?
Zenginler sıralaması sırasında ortaya çıkan veriler, ülkenin ekonomik refah düzeyi, ekonominin gideceği ve gitmekte olduğu yön konusunda önemli ipuçları verebiliyor. Krizleri bunlar üzerinden okumak da mümkün. Bazı şirketler yüzde 70 oranında servet kaybedebiliyor. Bu ülkeyi ne gibi tehlikeler beklediği konusunda bir gösterge olabiliyor. Tabiî, bu araştırmaları her sene yaptığınızda elinizde daha değerli bilgiler taşımış oluyorsunuz. 2001 krizi bu ülkenin başına gelmiş en iyi şeylerden biriymiş meğer. Eğer o dönem yapısal reformları yapıp bankacılık, finans sistemini düzeltmeseydik, şimdi bitmiştik. Tabiî ki büyük riskler var. Bankacılık ve finans sektöründe para arzı daralıyor. Banka kredi vermeyince yatırımlar dönmüyor. Bu açıdan reel sektör tarafından golü yiyeceğiz diye düşünüyorum. G-20’de alınan kararlar sonrası önümüzdeki altı yedi ay iyileşme dönemi bekliyorum. Kriz yorumları analizleri konusunda pesimistlere katılıp Ekim’de şimdikinden daha kötü bir durumla karşı karşıya geleceğimiz kanaatindeyim.
Neden böyle bir pesimist tutum içine
giriyorsunuz?
Felâket tellallığı yapmamak lâzım. Ancak finans sisteminde, bu dönemde Amerika ve Avrupa’da ciddi tehlikeler var. Büyüme konusunda sıkıntılar var. Amerika’nın finans sistemiyle başı belâda ve rakamlara baktığınızda ortada ürkütücü bir tablo var. Dünya nezdinde Ekim’den sonra beklediğim önlemlerin alınamayacağına dair bir düşüncem var. Bu krizi Türkiye’ye ihraç etmeyi başardılar. Amerika riskini dünyaya dağıttı.
Türkiye bu krizde ne yapabilir?
IMF ile anlaşması önemli. 2001 krizinde Türkiye’nin IMF’den aldığı kredi önemli bir tutardı, ancak bugün 700 milyar dolarlık Türkiye ekonomisinde alınacak rakam devede kulak. IMF’den gelecek paranın maddî olarak önemli olduğunu düşünmüyorum, ancak bu sistemin bir parçası olacaksanız, uluslararası arenada güven sağlamak açısından önemli.
Krizin Türkiye’den çıkmadığını söylüyoruz, o
zaman Amerika’nın etkili olduğu bir IMF Türkiye’ye nasıl itibar kazandırabilir ki?
Amerika kriz yüzünden batmadı, dünyayı batırdı ve kendi çöküşüne izin vermiyor. Obama, Türkiye’yi ziyaret ettikten sonra, arkasından hangi mesajı verdi diye konuşabiliyoruz. Kimse, Amerika’nın gücünü tartışacak noktada değil. Bu krizden çıkışının yine Amerika’dan olacağı biliniyor. Türkiye’de 2003-2007 arasında patronların kazandığı paraları tekrar şirketlerine sermaye olarak koyması gerekiyor. Banka borcunu ya şirketlerin üretim yapmasını bekleyerek ya da haciz ederek kapatabilir. Ancak haciz sistemi daha da kilitler. Bankalar da patronun daha önce kazandığı paraları şirketlerine geri koymasını bekleyecektir. Henüz nasıl bir süreçten geçtiğimizi bilmiyoruz. Yatırım borcuyla yakalanan şirketlerin ne halde olduğunu, ne kadar uzun dayanacağını bilmiyoruz.
IMF’ten alınacak kredinin zarar etmiş bir kısım
elitlere verilmesi fikrine karşı çıkılıyor. Çünkü bu insanların kazandıkları paraları yurt dışına çıkardıkları biliniyor. Böyle bir ihtimal var mı?
Patronların paraları geri koymasında tam da bu süreci anlatmak istedim. G-20 toplantısına baktığımızda, bununla ilgili işaretler görüyoruz. Patronlar paralarını okyanus manzaralı şirketlere götürüyorlardı. G-20 zirvesinde alınan kararla artık bunların mümkün olmadığı ortada. Dünyadaki sistem buna izin vermeyecek. Vergi cenneti olan yerlere patronların paraları aktarıp şirketin içini boş tutması mümkün olamayacak.
Paraların geri dönmesi noktasında bir işaret var mı?
O paralar yavaş yavaş dönüyor. Hükümet bunun pazarlığını yapıyordur. Artık o paraları oralarda tutamayacaklar. Buna hep beraber şahit olacağız. Bu sürecin ne kadar iyi yönetileceği, hükümetlerin becerisine kalmış. Devlet kimin nerede, ne kadar parası olduğunu biliyordur. Şu an bu paralar geri gelecek diyebilme noktasında, çünkü dünya G-20’den çıkan kararlarla bunu destekliyor. Kapalı kapılar arkasında pazarlıklar dönüyor.
|