Ahmet BATTAL |
|
Partiler ve ideolojiler |
Siyasî partileri birbirinden ayırt etmemizi sağlayan birçok özellik bulunabilir. Başta isimleri, liderleri, liderlik ve merkez yönetim kadroları, il ve ilçe teşkilat kadroları … gibi, ön planda görünen yönleri bu ayırt ediciliğe katkı yapar. Ama asıl önemlisi ve ilke planında en kıymetlisi; partilerin felsefesi ve misyonu ve bir de varsa mazisi yani iktidar ya da muhalefetteki icraatıdır. Zira her tüzel kişi gibi parti tüzel kişiliklerinin de, iktidar olarak ve muhalefette kalarak, onu kuran ve var etmeye devam eden gerçek kişilerin hayatına sığmayacak kadar çok şeyi yapmaları ve dolayısıyla gerçek kişilerden daha uzun süre yaşamaları beklenir. Oysa ülkemizde maalesef partileri bu özellikleri ile tanımaktan mahrumuz. Birincisi partilerin mazisi yok. Bir yandan ihtilâller diğer taraftan parti kapatma uygulamaları partileri kesip biçmiş. Dolayısıyla partileri mazilerine ve uzun vadeli icraatlarına bakarak yani iktidarda ve muhalefette görerek birbirlerinden ayırt etmek kolay değil. İkincisi de anayasa ve bilhassa Siyasî Partiler Kanunu, partilerin felsefesi ve misyonu konusunda özgürleştirici değil tek tipleştirici bir eğilim sergiliyor. Anayasanın 1982’den bu yana yürürlükteki 68/4 maddesine göre “Siyasî partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bü-tünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz….” Bir türlü değiştirilmeyen Siyasî Partiler Kanununda ise ideolojik devrimciliği “emreden” hükümler var. Şöyle: “Atatürk ilke ve inkılâplarının korunması” başlıklı 84. maddeye göre siyasî partiler, “Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarmak ve Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini korumak amacını” güttüğü iddia edilen devrim kanunlarının “hükümlerine aykırı amaç güdemezler ve faaliyette bulunamazlar”. Bu devrim kanunları da şöyle sayılmış: a) Tevhidi Tedrisat Kanunu, b) Şapka İktisası Hakkında Kanun, c) Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun, d) Evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair medeni nikâh esası, e) Beynelmilel Erkamın Kabulü Hakkında Kanun, f) Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun, g) Efendi, Bey, Paşa gibi Lâkap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun, h) Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun, Yine 86. maddeye göre “Siyasî partiler, Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğinin değiştirilmesi ve halifeliğin yeniden kurulması amacını güdemez ve bu amaca yönelik faaliyetlerde bulunamazlar.” Belli ki kanunu yazanlar da hilâfetle saltanatı aynı şey sanıyor ya da sayıyorlardı. Bir başka sınırlayıcı hüküm 89. maddede; “Siyasî partiler, …Diyanet İşleri Başkanlığının, genel idare içinde yer almasına ilişkin Anayasanın 136'ncı maddesi hükmüne aykırı amaç güdemezler.” Gördüğünüz gibi tektipleştirici bir 12 Eylül kanunu yürürlükte ve partiler devrimci ideolojinin cenderesinde sıkışmış vaziyetteler. Bu hükümlerin Anayasal dayanağı olabilecek olan tek hüküm, “Başlangıç” kısmında yer alan, “Hiçbir düşünce ve mülâhazanın … Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği” kuralı olup hükümdeki “hiçbir düşünce ve mülâhazanın” ibaresi 2001 değişikliği ile “hiçbir faaliyetin” şeklinde değiştirilmiştir. Elhasıl, partiler arasındaki farkı fark edebilmemiz için, bize; “devrimcilik demokratlıkla bağdaşmaz, devrimleri kanunla korumanın zamanı geçmiştir” diyebilecek ve bunun gereğini yapabilecek babayiğit, okkalı siyasetçiler lâzım. Siyasetçilere de, önlerine düşüp çekecek yiğit babalar lâzım. 25.11.2010 E-Posta: [email protected] |