Hakan YALMAN |
|
Kurban ve kurbiyet |
Kurban bayramı, ferdin Rabbi’ne yakınlaşması için hayatını ve duygularını tekrar gözden geçirme zamanı. Bu dönemin, yeryüzünde ferdin kendini Rabbi’ne en yakın hissedeceği mekân olan Kâbe’ye yolculukla, hac ile aynı dönemde yaşanıyor olması çok anlamlı. Ancak unutmamak gerekir ki, Âlemlerin Rabbi’ne esas yakınlık mekân yakınlığı olamayacaktır. Çünkü O, mekândan münezzeh bir zattır. Kâinat Sultanı’na yakınlık, duygularda yani hissedişte, dolayısı ile kalpte olacaktır. Bu da, kalpte O’nun sevgisi dışında hiçbir sevgiye yer kalmaması, dolayısı ile her şeyin O’nun nâmına ve O’na ulaştıran bir vesile olarak sevilmesiyle mümkün olur. Bu zor bir imtihandır ve şuur altının girift mekanizmaları içinde pek çok mecâzî mahbuba bağlanmış kalbin bundan kopma duygusunu yaşaması için şeklî uygulamalara ihtiyaç vardır. Evlâttan, yardan ve maldan Allah için geçme sürecinde boğazlanan hayvan, bütün bunlar ve insanın maddeye hasrettiği önemi, ismî olarak algılanan varlığı temsil etmektedir. Bu anlamda esas kurban edilmesi gereken ise, benlik duygusu olmalıdır. Bu, kurban anlamını yaşamak ve Âlemlerin Rabbi’ne yakınlaşmak ve en nihâî noktada bütünleşmek için olmazsa olmaz bir şarttır. Günlük hayat içinde benlik etrafında şekilleniş tanımlar zihni maddî âleme yöneltiyor. Bununla bağlantılı olarak pek çok alanı haksız şekilde sahiplenmiş insanlar, varlığı kendi vehimlerince gasbetmiş oluyorlar. Gasbedilen alanların en başında benlikler geliyor. İnsanların varlık ve hayatı ben-merkezli algılamanın ötesine geçememeleri inançlar ve dinî yaşantıda da kendini gösteriyor ve belirli inançlar belirli zümrelerin malı gibi algılanıyor, zaman zaman bu zümreler tarafından gasp ediliyor. Meselâ solcu ya da sağcı olmak tamamen siyasî tercihler iken ve varlıklar lisanı ile kullarına kendini anlatan Âlemlerin Yaratıcısı’nı tanıyıp tanımama ile hiçbir ilgisi yokken, direkt dinle bağlantılı tercihler şeklinde algılana gelmişlerdir. Solcuların dinden uzak, sağcıların ise dindar oldukları yaygın olarak kabul görmüş bir kanaattir. Oysa Halık-ı Kâinat’ın hitabı olan Kur’ân, sağcı-solcu ya da başka türden ayrım yapmaksızın bütün insanlığa hitap etmektedir. Muhafazakârlığın çoğunlukla ifade edildiği kelime olan sağcılık ve sosyal-demokratlığın çoğunlukla karşılığı olan solculuk tamamen farklı dünya görüşlerini ifade eden kelimelerdir. Oysa din ve dindarlık, bir dünya görüşü değil, insanın varlığı, dünyayı ve kendini tanımlaması ile alâkalı, her insanı ilgilendiren temel bir meseledir. Irk, coğrafya, siyaset gibi hiçbir dünyevî sınıf tanımının ya da taraf oluşturan kimliklerin bir parçası değildir ve olmamalıdır. Bir solcunun dindar olmasına hiçbir engel olmadığı gibi, bir sağcının da dindarlığının kaynağı sağcılığı ya da herhangi bir dünya görüşünün temsilciliği olmamalıdır. Günlük yaşantı, kimliğini solcu olarak belirlemiş kişilerin kendi fıtratlarını doğrulandığı örneklerle doludur. Cem Karaca tekbir sesleriyle uğurlandı. “Dünün rockçıları bu gün dine mi dönüyor?” soruları, dine yönelişin dönmek kelimesi ile ifadesi, aslın ve özün din olduğunun ve dinin kendisinden uzaklaşılan bir konumda bulunduğunun ifadesi. Bu, sosyal hayatın hiçbir sınıflama ve tanımlaması ile bağlantılı olmayan, kişinin benlik ve bedeninden bile daha derinlerdeki alt yapısını oluşturan bir özdür. O yüzden ne tarzda ve hangi dünya görüşü ile yaşıyor olursa olsun, her insanın temel arayışı bu öze dönmek olmalıdır. Dündar’ın makalesinde yer alan şu cümleler de insanların en temel özelliğinin bu alanda yattığı tezini doğrular mahiyette: “Yıllar önce bir mizah dergisinde bir karikatür vardı: Ateizm konferanslarında konuşacak hatip, kuliste diz çökmüş duâ ediyor: ‘Tanrım bağışla ne olur? Bir kere girmiş bulunduk bu yola...’ “Türkiye’de adı Marksisit sol çizgiyle özdeşleşmiş kimi müzisyenlerin çekmecelerinden kutsal kitaplar çıkması, bu karikatürü akla getiriyor.” Yine eski bir makalesinde Can Dündar, Timur Selçuk’un 1970’lerden beri ve dinleyicilerin onun marşlarıyla coşup işçi sloganları attıkları dönemlerde sahneden sonra namaza gittiğini ve bundan dinleyicilerin haberdar olmadığını ifade ediyor. Makalenin sonunda, bu durumun modernizmin din karşısındaki yenilgisiyle açıklanabileceği ifade ediliyor: “Tanrıyla zıtlaşarak bayrağını açan modernite, dindarlığı hep köylülük alâmeti olarak gördü ve aşağıladı.” deniyor. Aslında fertler olarak yaşadığımız temel problem, özümüzün aslımızın sesini dinleyerek değil, ideolojilerin ve doktrinlerin sunduğu hayat kalıpları içinde yaşıyor olmamız. Modernlik ve muhafazakârlık gibi ideolojik doktrinlerin çizdiği dünya tablolarında kimileri dinî kendi malı gibi algılıyor, kimileri de onların diyerek uzak duruyor. Kot pantolonu ve uzun saçları ile camiye giden gencin orada bulunmasından rahatsızlık duyan biri ne kadar yanlışlık içinde ise, siyasî kimliğinden dolayı camiden ve dinden uzak duran kişi de o kadar yanlışlık içindedir. Herkes, hangi siyasî kimliğe ve dünya görüşüne sahip olursa olsun, komplekslerden, şartlanmışlıklardan uzak şekilde gönül huzuru ile dine, yani aslına yönelebilmelidir. Çünkü din umumun ortak malıdır. Bu Kurban Bayramı’nın her birimiz hakkında Rabb-i Kerim’e ve bu vesileyle bütün insanlık olarak birbirimize yakınlaşmanın zemini ve kurbiyet vesilesi olması duâsıyla herkese hayır ve huzur dolu bayramlar diliyorum. 17.11.2010 E-Posta: [email protected] |