S. Bahattin YAŞAR |
|
Namaz düzelince, insan da düzelir |
Son zamanlarda namaz üzerinde okumalar yapıyorum. Anlıyorum ki, insan namazı kadardır. Namaz kalitesi insanın adamlık kalitesini gösteriyor. Doğrusu yaratıcımız huzurundaki yüz akımız namaz olacaktır. Namazla ilgili kitapların satırlarında gezdikçe, kendi namazlarımı gözden geçirdim. Öncelikle Hazret-i Peygamberin (asm) kılmış olduğu namazlar, namaz kılma konusunda da kimsenin ona yetişemeyeceğini, onun bu konuda da rehber olduğunu bize hatırlatıyor. Ama namaz kılma konusunda ölçüyü aşan, evini, çocuklarını ihmal eden, mescitten çıkmayan ya da oruç ibadetini her gün tutan sahabelere Hazret-i Peygamber (asm) ölçüyü hatırlatarak, kendisinin o konuda da örnek alınmasını salık vermiştir. Az ve devamlı olan ibadetlerin daha makbul olduğunu ifade eden Peygamberimiz (asm), ibadetlerde de aşırıya gidilmemesini kendisi bizzat ölçülü, dengeli yaşamayı göstererek ders vermiştir. Tabiî bütün bu anlatılanlar, az da olsa kıldığımız namazların, tuttuğumuz oruçların kalitesini, sıhhatini, niteliğini arttırmayı azaltmıyor. Hatta her bir bilgi, bizim kendi nefsimizde yaşadıklarımızı sorgulamayı ve daha sağlıklı hale getirmeyi gerekli kılar. Evet, namaz, insan olmanın, kul olmanın bir gereğidir. Peygamber Efendimizin (asm), Sahabe-i Kiramın, âlimlerin kılmış olduğu namazlar tam bir kulluk halini yansıtıyor. Onlar öyle ibadetler ki, kılan kişiyi veya tutan kişiyi her türlü kötülüklerden, haramlardan alıkoyuyor. Bir de hakikaten vaktimizin müsaade ettiği oranda da ibadetlerin nitelikle birlikte niceliğini de sayısını da arttırmak, Allah’a daha da yakın olmayı netice verecektir. Gündemimiz ne ile meşgul ise, günlerimiz ona göre şekillenecektir. İnsan, Asr-ı Saadet döneminden hayat ve ibadet hallerini okuduğunda doğrusu bugünkü hayat tarzımız ve ibadet biçimlerimiz üzerinde epeyce bir derin düşünce gelişiyor. Ama aradaki uçurum farklar da olsa olsa, kıyamet asrında yaşıyor olmamızdan kaynaklanıyor diyebiliriz. İnşallah Rabbimiz, bu helâket ve felâketler asrında azımızı çok kabul eder. Nitekim Sahabe-i Kiram döneminde günde beş yüz rekât namaz kılan insan sayısı hiç de az değildi. Hatta onlar yaratılmış olmanın gereğini ibadetlere bağlamakta idiler. Abd bin Galip, yüz rekât kuşluk namazı kıldıktan sonra kalkar ve şöyle derdi: “Biz bunun için yaratıldık ve bununla mükellef tutulduk… Bu itirafla o, “Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp, yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım” âyetini, hayata katıyordu. O zaman insanın en birinci önceliği, kendisine her türlü nimetleri bahşeden Allah’a karşı kulluğunu yapabilmektir. Amir İbn Abdullah her gün bin rekât namaz kılmayı kendine bir vecibe telâkki etmişti. Ümeyr İbn Hani her gün bin rekât namaz kılar yüzbin tesbih çekerdi. Cüneyt-i Bağdadi, otuz sene boyunca cemaatle namazı ve hatta ilk tekbiri hiç kaçırmamıştı. Kalbine azıcık olsun dünya düşüncesinin dolduğunu ve namazın hakikatini duyamadığını hissetse, o namazı iade ederdi… Otuz yıl boyunca yatsı namazından sonra hiç uyumadan ibadetle meşgul olmuştu. Abbasi Devleti’nin seçkin halifelerinden Harun Reşid, onca dünyevî ve idarî işle meşgul olmasına rağmen –hilâfet süresi dahil- ölene kadar her gün yüz rekât namaz kılardı. Basra’nın abide kadınlarından biri olan Muaze Adeviyye her gün altı yüz rekât namaz kılardı. Geceleri sabahlara kadar namaz kılar, uyku bastırıp üzerine bir ağırlık çökünce, açılmak için bir miktar gezinir… ** Evet, hiç vakit geçirmeden, en kısa zamanda namazla ilgili birkaç kitap alıp, namazlarımızın varlığının, sayılarını, kalitesini, namazların olmazsa olmazlarını yani farz ve sünnetlerini ciddî ciddî bir gözden geçirmek, ebedî bir hayat yolculuğunda oldukça önem arz edecek bir konudur. Bir sabah kahvaltısında yiyeceğimiz olan yumurtanın bile kalitesini, işe yarayıp yaramayacağını gözetirken, bizim hem dünyamızın düzeni, hem günlük hayatımızın planı, hem de ebedî hayatımızın nuru, ışığı, burağı olacak olan namazımızın durumunu gözden geçirmemek olacak şey değildir. Evet, belki bizim namazlarımız birinci sınıf namazlar gibi olmayacaktır, ama şunu da bir müjde gibi algılamak gerekir ki, nasıl bir ağacın tohumdan meyveye kadar aşamaları varsa; namazlarımızın dereceleri de tıpkı böyledir. Yoksa, hakikat-i namaz nerede, senin namazın nerede, diyen şeytan bizi bu kapıdan yakalayabilir. Evet, namazla kulluk borcumuz ödeniyor, ama borcumuzu öderken, borç verenin rızasını da kazanmak, onu hoşnut etmek ve vereceği yeni yeni nimetleri arttırmak için kapı açmak; kulluğumuzu geliştirmekle mümkün olacaktır. 15.11.2010 E-Posta: [email protected] |