Hüseyin GÜLTEKİN |
|
Makam-mevkilerin riskleri |
Dünyevî makam ve mevkilerle beraber, dinî yükümlülüklerimizi bihakkın yerine getirmek mümkün mü? Sahip olacağımız makam ve mevkilerle birlikte abdiyet noktasındaki vazife ve sorumluluklarımızı aksatmadan yerine getirebilir miyiz? Dünyaya bakan makam ve mevkiler dinî yaşantımızın önünü mü açar; yoksa mani mi olur? Görebildiğimiz kadarıyla makam ve mevkilere müşteri olan günümüz insanlarının bir çoğunun öncelikli tercihleri o mevkileri elde etmek; sonra da yapabildikleri ölçüde dinî mükellefiyetlerini yerine getirmektir. Bu gaye ile, bu niyetle arzuladıkları mevkileri elde edince de, o makamları ilânihaye kaybetmemek uğruna dinî yaşantılarında istemeyerek de olsa, olmadık tavizlerde bulunduklarına çokça şahit oluyoruz. Bu arada “Daha rahat, daha mükemmel dinî sorumluluklarımı yerine getiririm”, hatta “Bu sayede din-i mübine daha iyi hizmet ederim” niyetiyle bazı makamlara talip olan iyi niyetli insanlar da yok değil. Fakat böyle iyi ve halis niyetlerle dünyevî makam ve mevkilere talip olup, arzuladıkları mevkilere gelenlerden de çoğunun, makamları korumanın derdine düştüklerini ve bunun için, dine hizmet etmek bir yana, dinî yaşantılarını dahi gizlediklerini, daha nice tavizlerde bulunduklarını biliyoruz. Daha da tehlikeli olanı, dinin yüce değerlerini şahsî makamlarına âlet ve basamak yapma ihtimalinin mevcudiyeti. İstisnaları olmakla beraber, makam mevki meftunu olan ve öncelikli gayesi sahip oldukları mevkilerini muhafaza etmek olan bir çok ehl-i makamın, manevî değerleri basamak yapmakta bir beis görmedikleri, yaşanan canlı örneklerle görülmüştür. Sıradan küçük makamlardan ziyade, gösterişe, şan ve şöhrete açık olan mevkilere sahip olanların, inançlarından verdikleri tavizlerin yanında, dinî değerleri kullanmaktan çekinmedikleri görülmüştür. Bu önemli tehlikeleri fark eden Bediüzzaman, ehl-i dünya tarafından kendisine teklif edilen oldukça cezb edici makam ve mevkileri, maaş ve köşkleri tereddüt etmeden reddetmiş. Bu haliyle talebelerine de numune-i imtisal olan bu büyük dâvâ adamı, yüklendiği iman-Kur’ân dâvâsını, makam-mevki sahibi insanlardan ziyade hemen hiçbir dünyevî makamı ve etiketi olmayan insanlarla yürütmüştür. O günden bugüne kadar bu kudsî hizmetin hadimliğini, dünyevî hiçbir makamda gözü olmayan, yalnız ve yalnız uhrevî hayatı gaye edinen isimsiz kahramanlar yapıyor. Bediüzzaman, kendisine sunulan makam ve mevkileri niçin kabul etmediğini de şöyle cevaplandırıyor: “Evet, her vakit, hususan bu zamanda ve bilhassa dalâletten gelen gaflet-i umumiyede, siyaset ve felsefenin galebesinde ve enaniyet ve hodfuruşluğun heyecanlı asrında büyük makamlar herşeyi kendine tabi ve basamak yapar. Hatta dünyevî makamlar için dahi mukaddesatını âlet eder.” (Emirdağ Lâhikası, s. 67) dedikten sonra konu ile ilgili olarak daha garip ve tehlikeli bir duruma işaret ediyor Üstad: “Manevî makamlar olsa, daha ziyade âlet eder. Umumun nazarında kendini muhafaza etmek ve o makamlara kendini yakıştırmak için bazı kudsî hizmetlerini ve hakikatleri basamak ve vesile yapıyor diye itham altında kalıp, neşrettiği hakikatler dahi tereddütlerle revacı zedelenir. Şahsa, makama faydası bir ise, revaçsızlıkla umuma zararı bindir” (Age) diyerek, değil dünyalık makamların, manevî makamların dahi bazen bu hizmette zararlı olabileceğini nazarlarımıza veriyor. Üstadın tesbitlerine kulak vermeye devam edelim: “Hakikat-i ihlâs, benim için şan ve şerefe ve maddî ve manevî rütbelere vesile olabilen şeylerden beni men ediyor. Hizmet-i Nuriyeye, gerçi büyük zarar olur; fakat, kemiyet keyfiyete nisbeten ehemmiyetsiz olduğundan, halis bir hadim olarak, hakikat-i ihlâs ile, herşeyin fevkinde hakaik-i imaniyeyi on adama ders vermek, büyük bir kutbiyetle binler adamı irşad etmekten daha ehemmiyetli görüyorum.” (Age) Böylece dünyevî ve uhrevî makam ve mevkilerin, Nurlarla din-i mübine hizmette önemli engeller olduğunu görüyoruz. 15.11.2010 E-Posta: [email protected] |