Osman ZENGİN |
|
Yarın Arefe! |
Hatırlarsanız, Ramazan Bayramından bir gün önce yazdığımız yazının başlığı “Bugün Arefe değil!“ idi. O yazıyı okuyan bir çok dostumuz, inceliği anladıklarını söylediler. Hatta bazı arkadaşlarımız da, “Doğru söylemişsiniz yahu, bu karıştırılan bir şeydi“ diye, hissiyâtlarını dile getirdiler. O yazıya teşbihen de bu başlığı kullandık. Gerçi bunu yarın, yani tam gerçek Arefe gününde “Bugün Arefe!“ diye yazacaktık, ama o güne has birkaç ibadet ve zikri şimdiden hatırlatmak için, yazıyı bugünden yazıyoruz. Olur ya, o ibadetleri unutan veya yapmak isteyen biri, “Yahu, keşke dünden hatırlatsaydınız” diyebilirler. Evet, İslâmın şartlarından; bütün Müslümanların yerine getirmeye muktedir olamadığı, en sonuncusu ve en zoru hac ibadetidir. Niye öyledir? Bir defa hac hem mal, hem de bedenen yapılan özel bir ibadettir. Şeâir-i İslâmiyenin birincilerinden olan; Kelime-i Şahadet, namaz ve oruç bedenen yapıldığından, her mükellef Müslüman bunları ifa edip, yerine getirebilir. Sadece mal ile yapılan zekât da, malûm, varlıklı olanlarca verilebiliyor. Ama hac ise, hem mal ile, hem de bedenen ifa edilebilen bir ibadettir. Tabiî, hacca gitmenin maddî şartlarını temin edemeyen Müslümanlara, bu farzı yerine getirmediğinden dolayı, bir mes’uliyet de yüklenmiyor. İşte onun için böyle zor bir ibadettir hac. Ondandır ki, Peygamber (asm) “Hac meşakkattir“ buyurmuştur. Ve bu haccın özü, esas rüknü de yine onun (asm) dilinden “Hac arafattır” şeklinde ifadesini buluyor. İşte böyle büyük bir ibadetin yapıldığı güne, yani Müslümanların hacı olmak için çıktığı ve vakfeye durduğu Arafat Dağı'ndan (tepesinden) dolayı, o güne “Arefe” denmiştir. Tabiî, “bilişmek, tanışmak” mânâsına da gelen bu kelimenin, Hz. Âdem ile Havva anamızın, cennetten indirildikten sonra dünyada buluştukları ilk mekân olmasından dolayı da böyle ifade edildiği söyleniyor. İşte, yarın idrak edeceğimiz o Arefe günü ile alâkalı, Peygamberimizin (asm) pek çok hadis-i şerif ve tahşidatı, emirleri vardır. Bunlardan en mühimi de o gün tutulan oruçtur. O orucun, geçmiş ve gelecek yılların günahlarına kefaret olacağını söylemektedir Resûlullah (asm). Aslında Zilhicce’nin ilk dokuz günü oruç tutmak çok faziletlidir de, bu dokuz gün orucu tutamayanların, Arefe günü oruç tutması da makbuldür. Arefe günü sabah namazının farzından sonra başlayıp, Kurban Bayramının dördüncü gününün ikindi namazı farzından sonra da söylenip bitecek olan teşrik tekbirleri de vardır. Bu tekbirler de “Allahu Ekber, Allahu Ekber, Lâ ilâhe İllâllahü Vallâhü Ekber, Allahu Ekber ve Lillâhi’l-Hamd” şeklinde söylenir ve farzdan sonra “Allahumme ente’s-selâmu…“ demeden önce söylenir. Ayrıca, Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin de bir virdi olan bin İhlâs-ı Şerif okuma ibadeti vardır ki, Üstad bunu şöyle ifade ediyor: “Aziz, mübarek kardeşlerim! Pek çok selâm... Bizim memlekette eskide Arefe gününde bin İhlâs-ı Şerif okurduk. Ben, şimdi bir gün evvel beş yüz ve Arefe’de dahi beş yüz okuyabilirim. Kendine güvenen, birden okuyabilir. Ben, gerçi sizleri göremiyorum ve hususî herbirinizle görüşmüyorum, fakat ben, ekser vakitler, duâ içinde herbirinizle bazen ismiyle sohbet ederim.” (Şuâlar s. 266) Evet, bir çok fazileti içinde bulunduran ve dünyanın en büyük (kudsî ve semâvî) kongresinin yapıldığı, adeta kefenlerine bürünmüş gibi orada toplanan insanların en makbul duâlarına iştirak etmek için bugünü faziletli amellerle geçirelim. Hz. Peygamber’in (asm), ‘ideal bir evrensel insan hakları beyannâmesi’ hükmünde olan Veda Hutbesini de irad ettiği o Arafat Meydanına gitmek nasib olmayanların da gitmesini Cenâb-ı Hak’tan niyaz eder, bugünlerde yaptığınız ibadetlerin, Arafat meydanında yapılanlar gibi sevapdâr olmasını dilerim. Şimdiden, iki büyük bayramımızdan biri olan Kurban Bayramınızı da tebrik ederim. 14.11.2010 E-Posta: [email protected] |