Ali FERŞADOĞLU |
|
İnsanların akıllarının alacağı tarzda konuşmak |
Sözü güzel söyleme, tesirli konuşma, etkili hitap ve yazma sanatına belâğat denir. Yâni, bir sözün nerede, kime, nasıl, hangi dozda söylenmesi gerekiyorsa öyle ifâde etmektir. Bir çocukla, halktan birisiyle, üniversite talebesiyle, fikir adamlarıyla konuşurken seçilen kelime ve ifâdelerin onların anlayacağı tarzda olması; düğün merasimlerinde sevinç, neşe; cenâzelerde ibret ve nasihatlere yönelik hitabelerin yapılması belâğatın gereğidir. Meâni; sözün, muhatabın durumunun dikkate alınarak yerinde kullanılmasıdır. Çocuğun ve halkın seviyesine inip nasihat etmek; kültürü yüksek seviyeli insanlara göre hitap etmek, kalb ehline uygun söz söylemek; akıl ve mantık ilmine önem verenlere delil/belge sunarak konuşmak meâninin gereğidir. Belâğat bir aşçılık sanatı ise; meâniyi, bebeklere hazmedebilecekleri anne sütü, çocuklara hafif yemekler, yetişkinlere ise etli yemeklerin verilmesine benzetebiliriz. Askerlere “lütfen” gibi nezaket hitapları yerine, ciddiyet, heybet taşıyan kelimelerle hitap edilir. Eğer söz beliğ olursa; zihin/dimağ da ona göre harekete geçer ve sonuç verimli olur. Aksi durumda da netice o nisbette verimsizdir. Yazımıza, bir fıkrayla bayram neş’esi katalım: Bir zamanlar, Edirne valisinin oğlu, her nasılsa çeribaşının kızına âşık olur. Vali biricik oğlunun hatırını kırmak istemez. Çeribaşıya nâzik bir adam gönderir: “Efendim! Vali paşa hazretleri, arz-ı ihtiram eylediler. Mahdûm-u âlileri efendiye nümûne-i ismet kerimeniz hanımefendiyi arzu buyururlar. Bu hususta muvafakatinizi rica ile bendenizi hak-i pâyinize irsal eylediler. Ne emir ve irade buyurursunuz?” Çingene ömründe böyle sözler işitmemiş. Ama, valinin bir şey istediğini anlar. Ricacıyı kendisine gönderdiğine göre, ondan iltica mânâsı çıkarır. Çelebinin kibar davranışlarını da, alttan aldığı anlamında yorar. Çeribaşılık damarı kabarır; sert ve haşin bir ifâde ile: “Ben öyle vali, mali tanımam! Haydi yıkıl karşımdan!” der ve adamı kovar. Haber valiyi de, oğlunu da üzer. Bir çâre düşünürken, deli başı huzûra çıkıp, çeribaşına gitmek için izin ister. Silâhını kuşanıp atına biner; yola çıkar. Çeribaşının kapısına gelince bir nârâ atar. Çeribaşı neye uğradığını anlayamadan dışarı çıkar. Delibaşı silâhını çıkarır: “Bre mel’un çingene! Koca bir vali kızını oğluna istesin de vermeyesin, ha! Verecek misin, yoksa şimdi şuracıkta boyunu yere mi devireyim!” Tabancayı da doğrultunca çingene titremeye başlar: “Aman ağa! Canım da, kızım da beye kurban olsun! Kızı al götür!” “İyi de daha önce ne halt ettin de bunu söylemeyip; beni buralara kadar yordun?” “Aman ağam! Sizin gibi yolu-yordamı, edep ve erkânıyla isteyen olmadı ki?” NOT: Mübarek Kurban Bayramınızı tebrik eder, ülkemiz, İslâm âlemi (özellikle vahşet ve sel felâketine maruz kalan Irak, Pakistan ve sair ülkelerdeki Müslümanlar) için hayırlara, insanlığın kurtuluş ile hidayetine vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederim. 17.11.2010 E-Posta: [email protected] [email protected] |