Umut YAVUZ |
|
Onlar üflüyor, biz oynuyoruz |
Osmanlı’nın son dönemlerinde İstanbul siyasetinde, cumhuriyetten sonra ise Ankara siyasetinde, siyaset menfiye kapılmış bir harf gibi çoğunlukla menfi neticeler ortaya çıkarıyor. Özetle “Avrupa üflüyor, biz oynuyoruz” şeklinde özetlenebilecek bu durum, siyasette hükümet iradesinin müteharrik-i bizzat olmayışından ileri geliyor. Yani kendi iradesiyle hareket etmiyor. Gayrın, başkasının iradesini yansıtıyor. Peki, bazen çok güçlü iktidarlar zamanında bile bu şekilde gelişen bu bağımlı siyasetin, halkın desteğini büyük ölçülerde almasına rağmen müteharrik-i bizzat olamamasının sebebi nedir? Bu durum aslında hükümetlerin değil bütünüyle vatanın tam bağımsız olamamasından kaynaklanıyor. Tam bağımsızlığın önemli şartlarından biri de ekonomik bağımsızlıktır. Yani parayı, ekonomik gücü ve dolayısıyla ekonomik hegemonyayı elinde bulunduran küresel siyaseti yönlendiriyor. Ekonomisi zayıf ülkeler ise bu büyük iradenin ancak payandası olabiliyor. Avrupa ülkeleri bu basit gerçeği görerek önce ekonomik bir topluluk haline, oradan da siyasî ve ekonomik bir birlik haline gelmeyi tercih etti. Böylece küresel siyaseti yönlendiren büyük Amerikan gücüne karşı topyekûn Avrupalı bir ses olmayı istedi. Türkiye olarak Osmanlı’nın ağır mirası ve yedi düvelin düşmanlığının faturasını ödediğimiz için küresel rekabete çok dezavantajlı bir noktadan başladık. Bu sebeple Amerika ve Avrupa’yı ilerleten sanayi devriminde geç kaldık. Onların işgalci ve emperyalist özelliklerinden gelen hazır sermayeleri ve yüksek öngörüleri medeniyet yarışında ön sıraları kapmalarına vasıta oldu. Biz ise sanayileşmede yayan kaldık. Öte yandan bizim kadar harplerden malul olan Almanya, Japonya gibi güçlerin aldıkları yola bakınca ise, bu hususta millet olarak bahanelerimiz geçersiz kalıyor denilebilir. Sanayileşme trenini kaçıran Türkiye şimdi de bilgi toplumuna geçiş yarışında yine yayan kalmak üzeredir. Zira halen tam anlamıyla çağdaş ve modern bir eğitim sistemine kavuşabilmiş değiliz. İnsan kalitesi ve kalifikasyon konusunda üçüncü dünya ülkeleri seviyesindeyiz. Demek ki uzunca bir süre siyasette müteharrik-i bizzat olmaktan uzağız. Yani alınan kararlar kendi irademizden ziyade küresel siyaset aktörlerinin iradesini yansıtır. Onlar arzu eder, biz kabul ederiz. Pazarlıklar ise sadece göstermeliktir… Son günlerde sergilenen füze kalkanı savunma sistemi tartışmalarına bir de bu açıdan bakmak gerektiğini düşünüyorum. Zira Türkiye’nin Lizbon’daki NATO Zirvesi’nde büyük bir zafer kazandığı şeklinde oluşturulmaya çalışılan algı oldukça trajikomik bir algıdır. Her haliyle İran’a karşı düşünüldüğü aşikâr olan ve temelleri George W. Bush tarafından atılan bu proje NATO vasıtasıyla kabul edilmiştir ve büyük ihtimalle (detayları 2011’de belli olacak) Türkiye sınırları içinde İran’a karşı bir NATO üssü mânâsına gelmektedir. Bu projeyle birlikte Türkiye’nin “komşularla sıfır sorun” düsturu çerçevesinde İran’a karşı geliştirdiği yeni sıcak politika geçersiz hale gelmiştir. Şimdi kalkıp da bu aşikâr gerçeği bir zafer havasında yansıtmaya çalışmak abesle iştigal olacaktır. Başta da söylediğimiz gibi “onlar üflüyor, biz oynuyoruz”… Durum maalesef budur… 24.11.2010 E-Posta: [email protected] |