Görüş |
Üstad ve öğretmenler
1969 lise yıllarımda Celâl Hoca, nâm-ı diğer “Kara Celâl” diye bir edebiyat öğretmenimiz vardı. Meşhur ‘1968 kuşağı’ndan olduğu her hâlinden belli bu öğretmen, aynı zamanda komünistti. Komünist fikirlerini çekinmeden öğrencilere her fırsatta lanse etmeye çalışan bu öğretmen, bizimle de yakından alâkadar olmuş, Pazar günleri dahi halk kütüphanesine gitmeye teşvik ederek, Marksizm eserlerin bir çoğunu bize okutturmuştu. Okuldan mezun olduktan sonra İstanbul’a gitmiş, Marksizm çukurunda feryâd-u figân ederken; bir başka öğretmenim olan Üstad Bediüzzaman, eserleriyle imdadıma yetişmişti. Bizim o yıllardaki ukâla ve ilgisiz hâlimize rağmen; babamın bazen sert, bazen yumuşak yaklaşımları sonucu Üstadın eserleriyle tanışma ve onu okuma bahtiyarlığına ermiştim. 1971 yılından bu zamana kadar Üstadım Bediüzzaman’a öğrenci olmakla şeref duyduğum bir güzel ve nezih hayatın içine girerek, Risâle-i Nur eserleri yoluyla bataklıktan kurtulmanın sevincini yaşamaktayım. Bizim gibi milyonlarca vatan evlâdı ve insanının doğru yola ve istikamete girmesi ve imanlarının kurtulması yönündeki rehberlikte bir gerçek öğretmen olan Bediüzzaman Hazretlerinden Allah ebediyen razı olsun. Onun için bütün benliğimle Üstadıma, eğer kabul ederse, ‘Öğretmenim’ diyor; ona hasret ve iştiyak içinde olduğumu beyan ediyorum. *** Milyonlarca insanın öğretmeni olan Aziz Üstadın, öğretmenleri çok sevdiğini ve özellikle dindar öğretmenlere çok yakın alâkadarlık duyduğunu da biliyoruz. Çeşitli vesilelerle hayatta iken Üstadı ziyaret eden, mesleği öğretmenlik olan bazı kimseler de bu kanaati izhar buyurmuşlardır. Meselâ, aslen Konyalı olan öğretmen Mustafa Özsoy, Üstad’ı Emirdağ’daki bir ziyaretinde, Üstadın öğretmenlerle ilgili söylediklerini şöyle nakleder: “Üstadın sözlerini hiç unutamıyorum. Dedi ki: ‘Kardeşim, benim nazarımda iki sınıf çok ehemmiyetlidir. Birisi subay, diğeri öğretmendir. Bence bir öğretmen yüz vaiz kadar bu memlekete faydalıdır. Subay, Türk ordusunun en sağlam temeli ve unsurudur. Bu iki sınıf mesleğe çok ehemmiyet veririm.’” (Son Şahitler, c. 3, s. 332) Bediüzzaman Hazretlerinin öğretmenlerle yakından alâkadar olduğuna, uzun zaman hizmetinde bulunan talebelerinden Bayram Yüksel de hatıralarında değinir: “Dindar öğretmenlere çok ehemmiyet verirdi” “Üstadımız, muallimler ziyarete geldiklerinde onlarla çok fazla alâkadar olurdu. ‘Şu zamanın dindar bir muallimine, eski zamanın velîleri nazarı ile bakıyorum. Çünkü eski zamanda dinî terbiye ebeveyne verilmişti, bu zamanda o vazife muallimlere verilmiş. Muallimin iyisi çok iyi, fenası da çok fena. Çünkü masum çocuklar muallimlerine çok dikkat ederler, âdeta mıknatıs gibi hocalarından ne görürse, iyiyi de, fenayı da çekerler. Muallimin iyisi minare başında, kötüsü kuyu dibindedir. Muallimler için ortası yoktur, ya âlay-ı illiyyînde veya esfel-i sâfilîndedirler’ derdi. “Onun için dindar muallimlere çok ehemmiyet veriyordu. ‘Eğer vaktim olsa, hergün dindar bir muallime on altın lira veririm. Çünkü dünyada benim çocuğum olmadığından, bütün dünyadaki çocuklarla şefkat cihetiyle alâkadarım’ derdi. Muallimlere ders verirken, merhum Hasan Feyzi, Mustafa Sungur, Abdurrahman Yüksel gibi zatları misâl verirdi ve ‘Sizleri de onlar gibi kabul ettim’ derdi. Hem, ‘Mustafa Sungur’un okuması mânâ-yı ismîden mânâ-yı harfî hükmüne geçti, onun okuması maarif-i İlâhî hükmüne geçti’ derdi.” (Son Şahitler, 3. Cild, s. 61) Öğretmenlerle ve öğretmenlik mesleğiyle yakından alâkadarlığı, Hz. Üstad’ın mesleği içinde önemli yer tutmaktadır. Biz de bu yüzden Bediüzzaman’ı ‘en iyi öğretmenimizdir’ diye değerlendiriyor, her zaman olduğu gibi rahmetle anıyoruz.
MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ |
24.11.2010 |
“Ehliyetini nereden aldın?”
Yine uzun bir bayram tatili ve dönüşünde meydana gelen trafik kazaları yaşandı. 150’den fazla ölü, neredeyse 1000’e yakın yaralı... Küçümsenemeyecek bir bilânço bu. Mutlak surette çareler aranılması gereken bir konu. Araştırmalar, trafik kazalarının birinci sebebinin alkol olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’de yılda ortalama 100 bin, son 10 yılda 1 milyon 29 bin 122 kişinin ehliyetine, alkollü araç kulladığı gerekçesiyle el konulmuş. Dünya sağlik örgütü verilerine göre dünyadaki trafik kazalarının yüzde 60’ı alkollü araç kullanmaktan kaynaklanıyor. Türkiye, trafik mağduru ülkeler sıralamasında ilk 10 içinde bulunuyor. (Yeni Asya, 21 Kasım 2010) Trafik kazalarının bir çok sebebi vardır. Tabiî ki alkol büyük bir sebep. Bundan başka sürücü eğitimiyle ilgili çok ciddi problemler de vardır. Birinci olarak mutlak surette sürücü kurslarında bir şekilde devam sağlanmalıdır. Çünkü direksiyon sınavlarında pisti ilk defa görenlere rastlanılmaktadır. Normal şartlarda 20 saat uygulamalı direksiyon dersi verilmesi gerekmektedir. Ama bunu yapmayan sürücü kurslarının varlığını görmek mümkün. Yazılı sınavlar merkezi sınav yapıldığı için düzeldi, ama direksiyon sınavında ise halen problemler var. Sürücü adaylarının normal bir sınavdan geçmeleri için sınavda görev alan öğretmenlerin mutlaka değişik ilçelerde görev almaları gerekmektedir. Çünkü yıllarca aynı ilçede görev alıp dost ve ahbap olan kişilerin adil karar vermeleri zorlanmaktadır. Yıllar önce bazı ülkelerde olan stajyer uygulamasının başlayacağı söylendi, ama hayata geçemedi. Bu uygulamaya göre sürücü adayına hemen ehliyet verilmiyor, belirli bir dönem stajyer olarak araba kullanıyor. Eğer kaza yaparsa ehliyeti geri alınıyor. Bu ve buna benzer uygulamaya mutlaka geçilmelidir. Çünkü şu andaki sitemde yeni ehliyeti alan bir sürücü ile yirmi yirmibeş yıllık bir ehliyetli sürücü arasında bir fark yoktur. Her gün ortalama 25 kişinin öldüğü ve ölüm sebepleri arasında trafik kazalarının 5. sırada olduğu ülkemizde acilen tedbirlerin alınması gerekmektedir. Sürücüler, “Ehliyetini nereden aldın?” sorularına muhatap olmayacak doğru şekilde araç kullanabilmelidir...
LATİF İMAMOĞLU |
24.11.2010 |
Ahmed öğretmenime!
Herkesin bir veya birkaç öğretmeni olmuştur mutlaka hayatında. Müsbet tesir bırakanlar gibi menfî tesir edenler de vardır. Öğretmen bir ışıktır; ya “aydınlatır” veya ışığı gereği gibi tesir etmezse, etkisi kısa sürer, unutulur gider. Tahsil hayatımda, bana müsbet tesir eden öğretmenlerimden biri, ilkokul birinci sınıf öğretmenim idi. Ahmed Hocam hayatta mı, değil mi bilmiyorum, ama eğer hayat ise ellerinden öperim. Değilse, kendisine Cenâb-ı Hak’tan rahmet dilerim. Ama bu sözlerim “Ahmetler, Mehmetler, Hasanlar, Hüseyinler, Mustafalar, Ömerler, Hamzalar, Osmanlar, Zekeriyalar, Selimler, Fatihler, Aliler, Fatmalar, Ayşeler, Teybetler, Hicretler, Emineler, Sevgiler, Melahatlar, Yaseminlere…” ulaşır kanaatindeyim. Maalesef, öğretmenlerimizin çoğu okullarda bize yakın tarihimizi hep “resmî ideolojinin” izin verdiği gibi anlattı. Halbuki bize anlatılmayan tarih, “olduğu gibi” anlatılmalı idi. Yoksa birilerini yerin dibine batırıp; birilerini yükseklerde göstermek doğru değildi. Tarihi gizleyerek veya hesaba gelmeyenleri sansürleyerek anlatmak, insaniyetle bağdaşmayan büyük bir yanlıştır. Çünkü “anlatılan” ile “yaşananlar” arasındaki “farkı” fark ettiği zaman insanın kalbi yara alır. Onun için: Çanakkale’yi olduğu gibi anlatın. Millî Mücadele’nin mânevî kahramanlarını bütün tarihi bilgileri ile bize söyleyin. Bandırma Vapurunun ve içindekilerin kimin emri ile Anadolu’ya, nasıl gittiğini eksiksiz işleyin. 23 Nisan’da Meclis’i açan, dinî ve millî duygularda beraber olan halkın, dillerini ve dinî hassasiyetlerini sansürsüz söyleyin. 29 Ekim’de “Cumhuriyetin” hangi “cumhur” ile ilân edildiğini söylemekte zorlanmayın. Bir çeyrek asra yakın bir zamanda TBMM’de sadece CHP’ye hayat hakkının tanındığını, rakiplerinin saf dışı bırakıldığını gizlemeden anlatın. CHP’nin altı ok bayrağının mecliste nasıl asıldığını gösterin. Bu dönemde “Allah” demenin “suç olduğunu” belirtin. İnkılâplardan dolayı asılan binlerce masumun adlarını yazın. İsterseniz, Takrîr-i Sükûn ve İstiklâl Mahkemeleri’nden biraz bahsedin. Birinci Meclis’te olan vekillerin daha sonraki zamanda nasıl tasfiye edildiğini belirtin. Seksen yıl geçtiği halde, eğitim sistemimizin hâlâ neden oturmadığını bize izah edin. Dersim’i, Şeyh Said Hadisesini, Menemen’i, Çerkez Ethem’i, Üç Alileri, K. Karabekir Paşa’yı, M. Âkif’i , Bediüzzaman’ı, 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı, 27 Nisan’ı, ülkede faaliyet gösteren 35.000 çeteyi… olduğu gibi anlatmaktan korkmayın öğretmenim! O zaman “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” anlayışı ile Molla Gürani’ler, Akşemseddin’ler varlığını sürdürür ve nice Fatih’ler yetişir. Yoksa “korku imparatorlukları” ile dahiler “siner”, sessiz kalır. Yeni nesillerin dedeleri ile irtibatları zayıflar, hatta kesilir. Sadece bugün, “24 Kasım’da” öğretmenleri hatırlamıyoruz; bize bunları söyleyen öğretmenleri her gün seviyoruz Ahmed öğretmenim! Seni Allah için sevdiğimiz gibi!
ŞERİF GÜNDÜZ |
24.11.2010 |