Röportaj |
|
Cumhuriyet artık toplumla barışıyor |
Türkiye’nin değişim rüzgârı sistemi değiştirirken sistemin sahipleri kadar sistemin değiştiricilerini de sorgulanır hale getiriyor. Demokrasi dediğimiz şey de aslında hep bir sorgu hali değil midir? Sorgulamak-sorgulanmak bütün bu sorgulardan yeni bir senteze varmak… Bu hafta, Türkiye’deki değişimi, laik kesimi ve muhafazakâr kesimi yakından tanıyan yazar Ergun Babahan’a sordum. Babahan, Türkiye’de cumhuriyetin halkla barışmaya başladığını söylüyor, ancak CHP’deki değişimin tıpkı Ecevit operasyonu gibi derin güçler tarafından yapıldığını varsayıyor. CHP’nin, Atatürk ilkeleriyle hesaplaşmadan sosyal demokrat olamayacağını da ekliyor. Öbür taraftan, Türkiye’de değişimin siyasî taşıyıcısı olan AKP’nin de ANAP’ın eski haline döndüğünü söyleyerek, yeni bir tartışma başlatıyor.
kavgası olduğunu düşünüyor musunuz? Cumhuriyet adına yapılan yanlışlıklarla cumhuriyetin kendi arasındaki ayrım yapılmaya başlandı galiba?Siz, Türkiye’de, insanların cumhuriyetle bir
Cumhuriyetle insanların bir kavgası olduğuna inanmıyorum. Kimse, artık “Padişahlık daha iyiydi. Padişahlığı getirelim” demez, çünkü insanlar artık cumhuriyetin insancıl yüzünü de görüyor. Düne kadar cumhuriyet zapt u raptçıydı; “Vergi ver, askere git, şapka tak, kravat tak”. Halkla devlet bürokratı arasında bir kast sistemi var gibiydi, artık bunlar da kırılıyor. Cumhuriyet, artık toplumla barışıyor. Cumhuriyet değerlerinin bu topraklarda çok tartışma konusu olduğuna inanmıyorum. Tabiî, değişimin sizi güçlendirmeyip zayıflattığını düşünürseniz, “Cumhuriyet elden gidiyor” dersiniz. Bugün başörtüsüne karşı çıkanların düne kadar kadınların genel sorunlarıyla ilgili hiçbir çaba içinde olmadığını da görüyoruz. Kadını hatırlamaları da ancak başörtüsüyle oluyor. Aynı durum muhafazakâr kesim için de geçerli…
Cumhuriyetin insancıl yüzünün olmaması ne gibi sonuçlar doğurdu?
Biz, yüzyıl sonraya dönüp değerlendirme yapıyoruz. O dönem devrimler, toplumsal gelişimleri hızlandırmak için moda haline gelmişti. Bugün, sadece yol yapmakla övünülemiyor. Bunun yanında demokratik standartlarda ve insan hakları düzeyinde de gelişmeler kaydetmek gerekiyor. O dönemin ideolojisinde devletin ve toplumun değerleri üzerinden giden bir siyaset var. İnsan odaklı bir siyaset yok.
“Dönemin şartları” söyleminin insan vicdanının haksızlıklara karşı suskun kalmasına yetmeyeceğini düşünüyorum.
Zamanın ruhu diye bir şey var…
Bugün, Türkiye’nin demokratik bir devrim geçirdiğini söyleyenler var. Devrimler insanların canına okuma hakkı verir mi?
Şu an taleplerimizi daha fazla dile getirme olanağımız var. O dönem “Devlet vatandaşına istediğini yapabilir” anlayışı hâkim. Kimse, Varlık Vergilerini göstererek, “Azınlıklara haksızlık ediyorsun” demiyor.
Dünyadaki diğer devletlerin zalim olması, bizi de mi zalim olmak zorunda bırakıyor yani?
Bu felsefî bir tartışmanın konusu.
2010’lu yıllarda Avrupa faşizme geçse, biz de kendi insanlarımıza faşizan bir tutum mu izlemek zorunda kalacağız? 2110’da da gelecek nesil, dünyanın şartları öyleymiş mi diyecek?
Bu deneyimler olmasa idi, biz de Singapur gibi, Asya’nın gelişmiş olmasına rağmen, baskıcı yanları ağır basan ülkeleri gibi olabilirdik. Türkleştirme olmuş, bu topraklar üzerindeki başka kültürlerin zenginliğinden mahrum kalmışız. Askerî darbeler olmuş, ama Güney Amerika’daki gibi on yıllık bir askerî rejim olamamış, kalamamışlar. Kontrollerini sağlayacak mekanizmayı yaratmışlar, ancak yönetimde kalamamışlar.
Yanlış tecrübelere bakarak ders almamız gerektiği doğru olabilir?
Toplumu biçimlendirme gücüne sahipsen, tepede yer alan diktatör de, cunta de, ne dersen de orada bir tercih yapıyorsun. Türkiye’de, genelde hem Alman faşizminden, hem Stalin komünizminden etkilenmiş. Hep toplum öne çıkmış. İnsanın siyasette öne çıkışı daha yeni. Biz, yüz yıl önce Türk-Sünnî toplumunu önemsemenin bedellerini çok ağır ödemişiz. Bir imha kültürü yaşamışız. 20.y.y. başlarını insanlığın Fetret Devri olarak yorumluyorum. Dünya savaşlarının yaşandığı, milyonlarca insanın öldüğü bir dönem… Biz ise, imparatorluğu kaybetmenin travması içindeyiz. Travma dönemlerinde insanlar sağlıklı kararlar veremezler. Son yıllarda Türkiye’nin ekonomik anlamda büyümesi siyasî alanda da insanları cesaretlendiriyor.
TC’nin Sünnî olduğu söylenir. Öyleyse, devlet Sünnî sermayenin güçlenmesinden neden korkar? Listeler hazırlar?
Devlet, kendine göre steril bir İslâm anlayışı geliştiriyor. Müslümanlığın kalıplarını çiziyor: Başörtülü olmayacaksın. Cuma’ya gidebilirsin, ancak her gün camiye gitmeyeceksin, camiye gidersen de sokaklara saçılmayacaksın… Dinî kuralları Diyanet belirliyor. Memur imamlar var. Ne bileyim; din felsefesi, teolojisi açısından Türkiye’de özgür bir ortam yok. Devletin kendi içinde çelişkili yönleri var. Devletin çizdiği ölçüde Türk ve Müslüman olman gerekiyor.
Alevîler de devletin gerçekten Sünnî olmadığının farkında mı?
Alevîlerin Sünnî korkusu, “en ehven-i şer Sünnî, CHP’li Sünnîdir” algısına yol açıyor. AKP’nin temsil ettiği Sünnî geleneğinin dönüp dolaşıp kendilerini yok edeceği korkusu… CHP, Alevîlikle ilgili tek bir hak tartışması başlatmasa bile, CHP’yi yaşam sigortası olarak görmelerine neden oluyor. CHP’yi Sünnîliği denetim altında tutan sistemin sigortası olarak görüyorlar. Bunun yanında, CHP'de Alevîler bir şey olabiliyor, ama Alevî kimliğini öne çıkarmadan.
Cemevleri resmî bir statüye kavuşursa, devletin tekçi din anlayışı ne olacak?
Devletin Diyanet üzerinden şekillendirdiği tek tipçi kontrol zedelenebilir. Bugün, AKP’nin önde gelenlerine sorsanız, ne kadar muhafazakâr olursa olsun, devletin dini kontrol etmesini savunacaklardır. Sonuçta, Tayyip Erdoğan da devletin İmam Hatip Lisesi’nden çıkmış biri, medreseden çıkmamış.
Türk insanının sadece din üzerinden siyasete baktığı görüşüne katılıyor musunuz?
Muhafazakâr kesim içinde de sınıf farkları var. Cipe binen olduğu gibi, başı örtülü olduğu için başı açığın üçte biri maaşla çalışmak zorunda olan kadınlar var. Sigortasız çalıştırılan, kendi grupları içinde dışlanan kadınlar var. Bunlara sahip çıkacak sosyal demokrat bir parti, dini referans göstererek oy istemek zorunda değil. Bu haksızlıkları gündeme getirerek, bunların kavgasını vererek oy alabilir. Müslüman kesim, hayat tarzlarına müdahale edilmeyeceğine inanırsa, bu tür partilere oy verebilir.
Peki, ortak hayat kurma konusunda sade vatandaşın birbiriyle sorunu var mı?
Devlet tahriki olmazsa, Kahramanmaraş, Çorum olayları gibi olayların olmayacağı açık. Bu olaylara karışan insanların ellerine keserler, baltalar verilerek, ceplerine para koyularak kamyonlarla taşındığı ortaya çıktı. Sokakta kimse içki içiyor diye, üç yüz kişi birleşip birini linç etmiyor, sen Alevîsin, Kürtsün diye saldırmıyor. PKK meselesinde de bunu görmek mümkün. Kürt milliyetçiliğiyle Müslümanlığı birbirine karıştırdığında, insanların bunu kabul etmediği bariz şekilde ortada… Örgütün bölgede bu kadar güçlü olmamasında milliyetçilikle dinî duygular arasındaki rekabetin payı var.
CHP’DEKİ DEĞİŞİMİN AKTÖRÜ “DEVLET”
Türkiye değişiyor. Peki, CHP değişiyor mu?
CHP’deki değişim, devlet eliyle bir değişim. Yargı ve askerî vesayet kırılınca, CHP’nin eski işlevi artık işe yaramaz oldu. Deniz Baykal’ın komploya maruz kalmasının nedeni, kendi kendine değişmeyecek olduğu gerçeğiydi.
Bunu yapan kim peki?
Ortak akıl, Devlet, Sermaye… Bir zamanlar Ecevit’i devre dışı bırakmak planını devreye sokanlar, bugün de aynı şeyi yapıyorlar. Mümkünse, CHP-MHP koalisyonu tasarlanıyor. Ben CHP’nin yaşadığı dönemi, katı Kemalist dönemden sosyal demokrasiye gidişte ara dönem olarak yorumluyorum.
Postmodern Kemalizm mi?
Ilımlı Kemalizm diyorum buna. Kemalist model, bugünün Türkiye’sinde demode bir modeldir.
Eğer bu planın yürütücüsü “Devlet”se, CHP’den özgürlükçü bir politika beklemek abes her halde?
Değişim, beklenmedik şeyler de doğurur. 28 Şubat, Erdoğan’ı Başbakan, Gül’ü cumhurbaşkanı yapmak için planlanmamıştı. Dolayısıyla, her şeyi planlayamıyorsunuz. Büyük güç merkezlerinin bir kısmı elinizde ise, neyin olmadığını görüp, onu değiştirmeye çalışmanız daha kolaydır. CHP’de, önceden de Baykal’ı tasfiye hareketi vardı, ancak becerilemiyordu. Dikkat ederseniz, kaset olayını muhafazakâr medya değil, CHP’ye yakın medya büyüttü.
CHP, nasıl demokratik sisteme uyum sağlayabilir?
CHP, altı oku tartışmadan sosyal demokrat olamaz. Kürt meselesi gibi bir mesele varken, Milliyetçilik ilkesini ne yapacaksınız? Bu kadar serbest piyasa ekonomisinin güçlendiği bir yerde devletçilik ne olacak? İnsanların, kadınların yaşam biçimlerine karışılmayacağını gündeme getirdiğinizde, laiklik ilkesini nasıl yorumlayacaksınız? Bunlar sorgulanıp siyasî ve felsefî anlamda hesaplaşılması gereken alanlar… CHP, bu değişimi, sosyal demokratik ilkenin bakış açısıyla yapabilecek kabiliyeti gösterirse varlığını sürdürebilir. Yoksa, iki seçim sonra esamesi okunmayabilir.
BAŞBAKAN BİR DE BEDELLİYLE ASKERİ SIKIŞTIRMAK İSTEMEMİŞ OLABİLİR
Ergenekon süreci ilerlerken askerî vesayet sizce ne durumda?
Toplum nezdinde, asker, artık dokunulmaz değil. Önceden cami ve kışla kutsal mekânlar bakımından neredeyse birbirine eşitti. Fakat askerî yapıda bir gerileme olmasına rağmen, askerî yargı varlığını hâlâ sürdürüyor. Sayıştay’ın, Meclis’in askerî harcamalar konusunda denetim yetkisi yok. Bir askerin kaç liraya mal olduğunu hesaplayan birileri var mı, bilmiyorum. Neden, 750 bin kişilik orduya ihtiyaç duyuyoruz sorgulamıyoruz? Bülent Arınç’ın savunmasına rağmen, Başbakan “Bedelli askerlik olmaz” konumuna geldi.
Askerin sivil alana etki gücü nasıl sizce?
Asker her şeyi kendi açısından ve seni korkutarak yapmaya çalışır. Sen, sivil bakış açısını, sorgu gücünü yüksek tutamazsan, askere teslim oluyorsun. Türkiye’de asker kendini siviller karşısında köşeye sıkışmış gibi hissettiğinden, Başbakan, “Bir de bedelli askerliği hayata geçirmeyelim” demiş olabilir.
Orduyu profesyonelleştirmek hükümet için de bir zorluk değil mi? Sonuçta kendi idaresindeki bir kurum ve başarısızlık kendisine mal edilebilir?
AKP açısından asıl sıkıntı teşkilâtların, vekillerin halkla ilişkileri. AKP, eski ANAP dönemine dönmüş vaziyette. Başbakanın kişiliği üzerinden giden bir parti yapısı var. Artık kapı kapı dolaşan insanlar yok. Bu da bize, demokrasi yolunda alacağımız çok yolumuz olduğunun başka bir göstergesi.
H. HÜSEYİN KEMAL |
22.11.2010 |