Basından Seçmeler |
Demek 10. Yıl Marşı da yalanlarla örülü...
1923-1938 arası... Yani Cumhuriyet’in kurulmasından Atatürk’ün ölümüne kadar geçen süre. Bu süreç içinde yeni Cumhuriyet neler yaptı? 10. Yıl Marşı’nda söylendiği gibi ülke “Demir ağlarla örüldü” mü, “10 yılda 15 milyon genç “yaratıldı” mı? Değilse yakın tarihin yalanları arasına 10. Yıl Marşı’nın dizeleri de mi giriyor? Zaman gelecek, elbette her şey açığa çıkacak. Gerçeklerin ebediyen gizli kalmama gibi bir özelliği vardır. Şimdi... Asıl kaynak İsmail Cem’in Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi adlı kitabı ve Hürriyet Gazetesi’nin yıllar önce yayınladığı bazı haber ve yazılar... Zaman yazarı Ali Ünal bu iki kaynaktan çok önemli bilgiler derlemiş. Bunlardan bizim okurların da haberinin olması gerekir. Görelim bakalım neymiş tek parti CHP Türkiyesi’nin verileri neymiş: “1856-1922 yılları arasında 8619 km demiryolu inşa edilmiş. 1923-1950 döneminde ise mevcut 4086 km’lik demiryoluna sadece 3578 km ilave edilmiş. Karayollarından söz etmiyoruz bile... İlk cumhurbaşkanının maaşı 13 bin TL’dir. Bu rakamın bugünkü değeri altın üzerinden hesap edildiğinde 2006 yılı için 620 bin TL’dir. 2006’da cumhurbaşkanı maaşı Türkiye’de 14 bin liraydı. İlk cumhurbaşkanının aldığı maaş bugünkü cumhurbaşkanının aldığı maaştan reel olarak 350 kat daha fazlaydı. İsmail Cem’in Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi adlı kitabında ilk cumhurbaşkanının servetinin dökümü dört sayfa tutmakta. Bu servetin içinde bugünkü değeri 20 milyon dolar olan Hintli Müslümanlar’ın Kurtuluş Savaşı’na yardım olarak gönderdiği para da var. Türkiye ekonomisi, 1927’de % 12,8 1932’de %10,6 1935’te %3 1940’ta %5 1941’de %10,3 1943’te %9,8 1944’te %5,1 1945’te %15,3 1949’da %5,5 küçülmüştür. 1895 yılında Türkiye sınırları içinde yaklaşık rakamlarla 25.800 ilkokul, 2 milyon ilkokul yaşında çocuk ve 1 milyon 200 bin öğrenci vardır, okuma oranı, %60’tır. 1938’de ise 6.700 ilkokul, 2.335.000 ilkokul çağında çocuk ve 765.000 öğrenci vardır, okuma oranı %33’tür. 1925-38 arasında Türkiye’de sadece 173 yeni ilkokul açılmıştır. 1895’te Türkiye toprakları içinde ortaokul ve lise sayısı 830, ortaöğretim çağındaki nüfus 2 milyon 550 bin, öğrenci sayısı 98.000, okuma oranı %3,8’dir. 1938’de ise 208 ortaokul ve lise, 3 milyon küsur ortaöğretim çağında nüfus, 95 bin küsur öğrenci vardır ve okuma oranı %3,2’dir. Cumhuriyet, Abdülhamid döneminin eğitim seviyesine ancak 1950’lerde ulaşabilmiştir! 1914’e gelindiğinde tek üniversitemiz, 7 fakültesi ve 4.600 öğrencisi ile İstanbul Üniversitesi idi. 1938’de de yine tek üniversitemiz vardır, fakülte sayısı 8 olup, öğrenci sayısı 5.700 civarındadır. 1934’e gelindiğinde Türkiye’de din eğitimi bitirilmiştir! Bir de yer yer halk açlıktan ölür. Pek çoğu sehpalarda can verir. Halk Jandarma dipçiği ve tahsildar baskısı altında inlerken, kaymak tabakasını kripto-ecnebilerin oluşturduğu asker-eşraf-tüccar-bürokrat koalisyonundan oluşan CHP ve Cumhuriyet ‘seçkin’leri, arsa spekülasyonculuğu, ihtikâr, tefecilik, müteahhitlik, komisyonculuk ve savaş şartları istismarıyla zenginleşmekte, halk çullar-çuvallar içinde iken Kalgurisi’den, Fegara’dan Paris modellerini kapışmakta, kuyruklu ceket, silindir şapka, klak, makferlanlarla balolarda danstan dansa ve kutlamadan kutlamaya koşmaktadır.” Tam da Necip Fazıl Kısakürek’in dediğine tekabül eden bir durum söz konusu: Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap; Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılâp. Her şey çok açık, demek bu millet CHP’yi bu yüzden iktidara getirmiyor. Çünkü Türkiye ilerlemeye ve büyümeye ancak 1950’den sonra, CHP iktidarı bittikten sonra geçiyor!
Nuh Gönültaş Bugün, 23.11.2010 |
24.11.2010 |
DEV AYNASI
OLAYLARI tek bir gazeteden izleyince Türkiye’yi anlamak imkânsız. Sâdece Türk gazetelerinden izleyince de dünyâyı anlamak hâkezâ! Lizbon Zirvesi buna iyi bir örnek: Bizim gazetelere bakarsanız bu Nato zirvesinde Türkiye’den başka hiçbir şey konuşulmamış sanırsınız. Hattâ o kadar ki “Türkiye olmasa toplantı on dakıykada biterdi.” demiş Sayın Cumhurbaşkanı Gül. Yarım saat gecikmeli olarak odaya gelen Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu ise, demiş ki “Türkiye olmasa toplantı on dakıydada biterdi.” Hay Allah! Tesâdüfe bakınız! Sanki önceden sözleşmişler gibi! Edebiyatda buna “tevârüd” derler. İki şâirin birbirlerinden tamâmen bîhaber olarak aynı mısrâı söylemesi fenomeni. Peki, politikada ne derler? Ne dendiğini biliyorum, ama söylersem saygısızlık telâkkıy edilir de “Yalaka Fonu”ndan her hafta aldığım 30.000 dolardan kesinti yaparlar diye çekiniyorum. Zîrâ zarûrî ihtiyaçlarımı ancak karşılıyor o para. Bizim uçan kuşdan hîlelenen kurt yorumcularımız da balıklama üzerine atlayıp bu cümleyi manşetlerine çıkarıyorlar. Üstelik hepsi de yabancı dil biliyor. En azından bilirmiş gibi yapıyor, meselâ benim gibi... Oysa ben geçen Cumâdan bu Pazartesiye kadar belli başlı bütün Alman ve Fransız gazetelerini gözden geçirdim ve tek bir kere, evet , tek bir kere “Türk” ve “Türkiye” kelimelerine rastlamadım! Gül, Erdoğan, Davutoğlu, Ankara kelimelerine de rastlamadım! Ama bol bol Obama, Merkel, Sarkozy, Medvedyef, Washington, Moskova, Paris, Berlin, Tahran geçiyordu. Bir hayır sâhibi çıkıp bunu bana îzâh etse o kadar sevinirim ki! Biz bunu hep yapıyoruz: Kalkınma hızında 12. sıradayız, sanki açık ara birinciymişiz gibi övünmeler! Voleybolde altıncı olmuşuz “Sultanların Zaferi!” nâraları! Hanımlar, Beyler, biraz ağır olsak da molla deseler! Ha, ne dersiniz? Mossad dolması İsrâil Gizli Servisi Mossad’a “yakın” bir kaynak Nato’nun “Füze Kalkanı” kumandanının bir Türk generali olacağını ve İsrâil’in bundan derin endîşe duyduğu haberini yaymış. Ay, ne heyecanlı! Önce o “yağlı lokma”yı Türkiye’ye bırakırlar mı suali bir yana, bilfarz bıraksalar dahî İsrâil bundan niye “derin endîşe” duysun ki? Tam tersine zil takıp göbek atmaları gerekmez mi? O komuta merkezinde olup bitenleri ânında öğrenmek için bir Türk generalden âlâsı bulunur mu? Yıllardır Türk ve İsrâilli generaller arasında su sızmadığını bilmeyen kaldı mı? Derin endîşeymiş! Bu “Mossad Dolması”nı yutacak enâyi bulursanız haber verin de gidip borç isteyelim!
Yağmur Atsız / Star, 23.11.2010 |
24.11.2010 |