12 Kasım 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

M. Latif SALİHOĞLU

Demokrasiye düşman mısınız?


A+ | A-

Sultan Abdülhamid üzerinden Üstad Bediüzzaman'a saldıran, o aziz zâtı zan ve töhmet altında bırakırcasına kara çalmaya yeltenen "dost yüzlü" şahısların, aynı zamanda hürriyet ve demokrasiyle de sorunlu, problemli olduğu anlaşılıyor.

Bilhassa, I. ve II. Meşrûtiyet dönemine dair yorum ve değerlendirmelerine bakıldığında, bunların—yine "şahıs meddahlığı" marazı sebebiyle—birer "hürriyet/meşrûtiyet/demokrasi düşmanı" kesildiği açıkça görülebiliyor.

Meselâ, bunlardan biri konuyla ilgili neşretmiş olduğu 2007 baskılı kitabının "önsöz"ünde, Sultan II. Abdülhamid'in 1878'de I. Meşrûtiyeti askıya almasını, Meclis–i Mebûsan'ı kapatmasını, Anayasayı (Kànun–i Esâsî) yürürlükten kaldırmasını ve hatta fikir hürriyetini yasaklama mahiyetindeki 30 yıllık siyasî tatbikatını hararetle alkışlıyor, savunuyor ve sahip çıkıyor. Üstelik, daha da ileri giderek şunları söylüyor: "Sultan Abdülhamid, daha o zaman (1878) dizginleri dirayetle eline almasaydı, devlet daha o zaman batmış olacaktı."

Yazar, bu konuda Mehmet Akif'le birlikte Üstad Bediüzzaman'ın hürriyet/meşrûtiyet yanlısı tutumlarını "cidden üzücü" bulduğunu söylerken, Bediüzzaman Hazretleri ise, bu sakim anlayışın ne derece zarar verdiğini şu ifadelerle izah ediyor: "Din, dahilde menfî (baskıcı) tarzda istimal edilmez. Otuz sene halife olan bir zât, menfi siyaset nâmına—istifade edildi zannıyla—şeriata gelen tecâvüzü gördünüz." (Sünûhat, YAN, s. 67)

(Burada, 1909 baharında papaanlar gibi "Şeriat isteriz! Yaşasın şeriat!" nidâlarının yükseldiği ihtilâlvârî "31 Mart" kargaşası ile buna istinaden plânlanan Hareket Ordusunun 'Kahrolsun şeriat!'a kadar varan kin ve garaz yüklü tecâvüzlerine dikkat çekiliyor. Baskıcı rejim, perde altında işte böylesine bir kin ve iğbirarın birikmesini ve patlama noktasına gelmesini netice vermiş. Muhakeme yoksunu bazı dindarların oyuna getirildiği 31 Mart Hadisesi ise, bu birikimin patlayıp taşmasına zahirî bir sebep, yahut bahane olmuş.)

İşte, temel fark burada. Bazı dindarlar kapalı ve baskıcı rejimin devamından yana iken, Üstad Bediüzzaman ise, tam tersine hür, şeffaf ve açık rejimden yanadır. O, hayatı boyunca daima "İstibdâda karşı mücâdele etmiş, hürriyet ve demokrasinin tesisine çalışmıştır" (Tarihçe–i Hayat, s. 567)

Esasında, "dinde hassas, muhakeme–i akliyede noksan" konumundaki bazı kimselerin, dün olduğu gibi bugün de Bediüzzaman Hazretlerine karşı yürütmüş oldukları örtülü düşmanlığın bir sebebi şudur: "Niçin hürriyet nutukları irad etti? Neden meşrûtiyetin ilân edilmesini hararetle savundu?" deyip, onu tezada düşmek ve hadiselerin mahiyetine vakıf olamamakla suçlamaktadırlar.

İş bu zihniyet sahiplerine kalmış olsaydı, maazallah Türkiye hâlâ demokrasiye geçmemiş olacaktı. Oysa, onların bugünkü fikir hürriyetine sahip bulunmaları dahi, bütün kusur ve noksanlarıyla beraber yine de demokrasi nimetinin sayesinde olmuştur.

Herşey gibi, demokrasin yerleşmesi de tekâmül kànununa tabidir. Ne kadar erken başlasa, o kadar iyi.

Dolayısıyla, zamanımızda adına demokrasi denilen Meşrûtiyet, hakiki mânâsıyla birlikte, keşke ilân edildiği tâ 1876'dan bu yana kesintiye hiç uğramadan gelseydi de, Türkiye bugün dünyanın en ileri demokrasi ülkesi hüviyetini kazanmış olsaydı.

Bunun aksini iddia etmek, tek sesliliğe, tek particiliğe ve hatta Kemalist jakobenlik gibi totaliter rejimlere bir anlamda prim vermek demektir. Sen tutup Sultan Abdülhamid döneminin mutlakiyet siyasetini savunursan, onlara da Şeflik devrinin diktacı siyasetini savunma hakkını vermiş olursun. Vesaire...

* * *

Bundan otuz beş sene kadar evvelki mevkutelerinde "Risâle–i Nur tahrif edilmiş" yaygarasını koparan aynı şahıs(lar), şimdi de çıkıp Sultan II. Abdülhamid'le zıtlaştırmaya çalıştıkları Bediüzzaman Hazretlerine kara çalmaya teşebbüs ediyorlar.

Hakikat ise, onları tekzip etti, etmeye devam edecek.

Onlar ne yaparsa yapsın, o hakikat Nurları parlamaya devam edecek.

Onlar ne derse desin, ne kadar meddahlık yaparsa yapsın, yine de Nur Talebelerini Sultan Abdülhamid'e düşman edemezler.

Tıpkı Üstadları gibi, Nur Talebeleri de, "Şefkatli Padişah" Sultan Abdülhamid'i hayalî değil, hakikî şahsiyeti itibariyle sevmeye ve onu hürmetle, rahmetle anmaya devam edecek.

Zira, biliyorlar ki, Sultan Abdülhamid, zâtında makbul ve muteber bir şahsiyettir. Üstad Bediüzzaman'la da şahsî veya hissî bir meselesi vaki olmuş değildir. Ayrıca, devr–i saltanatındaki siyasî hataların tamamı onun şahsına mal edilemez. O devirde kaht–ı ricâl var, hükümette çapsız, ehliyetsiz, gaddar veya müdahaneci tipler var. Vesaire...

Demek ki, itiraz ve muhalefet Sultanın kendisine değil, belki istibdada kaçan devrindeki rejime, sisteme, anlayışa ve tatbikata yöneliktir.

Bediüzzaman, müstebid kim olursa olsun, istibdat nereden gelirse gelsin, ona karşı geleceğini ve yüzüne sille vurmaktan çekinmeyeceğini şu sözlerle tebârüz ettiriyor:"...Meşrû, hakikî meşrûtiyetin müsemmâsına ahd û peymân ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, meşrûtiyet libâsı giysin ve ismini taksın, rastgelsem sille vuracağım." (Divan–ı Harb–i Örfi, s. 40)

Öyle anlaşılıyor ki, Nur Talebeleri "hakikî Abdülhamid"i, muhakemesiz meddahlar ise, bir "hayalî Abdülhamid"i seviyorlar. Bu sebeple, meddahlar hataya düşmekten ve ölçüsüzce sözler sarf etmekten bir türlü kurtulamıyorlar.

(Devamı var)

Tarihin yorumu 12 Kasım 1928

Memurlar "Latin harfleri" kampında

Meclis'te kabul edilen bir kararla, bu milletin yüzde 99'u bir anda cahil–cühelâ durumuna düşürüldü.

1 Kasım 1928 tarihli bu karar, Latin harflerinin kabulüyle ilgili olup, kısa bir süre sonra (1 Ocak 1929) Arabî ve Osmanlıca hurufatının yasaklanmasıyla son şeklini aldı.

Kànun zoruyla, Latin harflerine bundan böyle "Yeni Türk harfleri" denilecek ve eski yazı bütünüyle terk edilecekti.

Yaklaşık bin yıldır kullanılmakta olan Arabî ve Kur'ânî hurufatın yasaklanması sebebiyle, yüksek tahsil görmüş insanlarımız dahi, bir anda okuma–yazma bilmez cahil vaziyetine düşürülmüş oldu.

Ortaya dehşet uyandıran bir tablo çıktı. Tıpkı, hayat bahşeden meyvedar bir ağacı kökünden kesmek gibi...

Bu arada, İstanbul'da 12 Kasım'da başlayıp 18 gün devam edecek bir "eğitim kampı" açıldı. İstanbul'da hizmet veren bütün devlet memurlarının bu kampa katılması mecburi hale getirildi.

Bürokrasideki bu seferberliğin ardından, sıra matbuata geldi. Gazete, kitap ve dergilerin Osmanlı hurufatıyla neşredilmesi yasaklandı.

Dehşetli yasak sınır tanımaz bir şekilde yaygınlaştırıldı ve iş kitabeleri, tuğraları sökmeye, hatta kırıp dökmeye kadar ileri götürüldü.

Çeyrek asır devam eden hasmane yasakçılık, 1950'li yıllarda nihayet kırılmaya ve gitgide adileşmeye yüz tuttu.

12.11.2010

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (11.11.2010) - Mağdur kişi, özür diler mi?

  (10.11.2010) - 'Devletin parasını yedi' iftirası

  (09.11.2010) - Meddahların karalamaları (1)

  (08.11.2010) - Şekersiz çay, dumansız hava

  (05.11.2010) - Halk Partisinin bitmeyen sancısı

  (04.11.2010) - Ş e k e r n â m e

  (03.11.2010) - Sinüzit tedâvisi

  (02.11.2010) - Terörün taban desteği

  (01.11.2010) - Uzmanından önemli tavsiyeler

  (29.10.2010) - Cumhuriyetin 10. yılı


Son Dakika Haberleri

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Abdullah ŞAHİN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet BATTAL

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Ali Rıza AYDIN

  Atike ÖZER

  Baki ÇİMİÇ

  Banu YAŞAR

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H.İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Hakan YILMAZ

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehmet YAŞAR

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Muzaffer KARAHİSAR

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Saliha FERŞADOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  YENİ ASYA NEŞRİYAT

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.