Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
İlköğretim ve kamu |
Başörtüsü meselesinin üniversiteler bağlamında gündeme gelmesi, gözleri, konunun ilk ve ortaöğretimle kamu kuruluşlarına müteallik diğer boyutlarına da çevirdi. Yasağın üniversitelerde de devamında ısrarlı olanlar, “Orada yolu açarsak, sonrasında gelecek yeni taleplerin önünde duramayız” diyorlar. Üniversitelerde daha fazla direnmenin artık mümkün olmadığını görenler ise, “Tamam, ama karşılığında yasağın ilk ve ortaöğretimle kamuda süreceğinin güvencesi verilsin” tavrında. Bunlarla ilgili de farklı yaklaşımlar var. Meselâ “İlköğretimde ‘türban’ olmaz” diyenler çoğunlukta. Gül ailesi de bunlar arasında. Ama böyle diyenler, evvelâ çocuklarının küçük yaşta tesettüre alışmasını isteyen ailelerin tercihine saygı göstermeyip müdahale ediyorlar. Oysa bu konu, Medenî Kanunun “Çocuğun dinî eğitimini belirleme hakkı anne ve babaya aittir” diyen 341. maddesinin kapsamına giriyor. Tesettür de dinî eğitimin bir parçası değil mi? Gerçi bülûğ çağı öncesi çocuklar için diğer dinî mükellefiyetler gibi tesettür meselesinde de bir bağlayıcılık söz konusu değil. Ama dediğimiz gibi, tercih ve karar ailelerine ait. Örtünmeleri için baskı yoluna gidilmemesi kaydıyla. Tabiî, aynı kural, açmaları yönündeki devlet kaynaklı yoğun baskı ve yasaklar için de geçerli. Ergenlik çağına gelen kızlar ise tesettür emrinin de muhatabı. Ve 28 Şubat’ın ilk ve ortaöğretimi birleştiren kesintisiz 8 yıllık eğitim dayatması, ergenlik yaşına bu eğitimin son aşamalarında giren kızları yasağın kapsamına sokuyor. Öyle olunca, “Küçük kızlara tesettür farz değil” düşüncesinden hareketle söylenen “İlköğretimde başörtüsü olmaz” lâfı, bu kızları ıskalıyor. Millî Eğitim Şûrâsında alınan “Temel eğitim 1+4+4+4 formülüyle 13 yıla çıkarılsın” kararını hayata geçirip ilk ve ortaöğretimi hele bir ayırın, ondan sonra bu konuyu tekrar ele alalım. Hayrünnisa Hanım yakınlardaki başka bir beyanında başörtüsü konusu için “Konuşmayıp kendi akışına bıraksak daha kolay çözülecek” diyerek, çok daha isabetli bir tutum sergilemişti. Ama ilköğretim bahsinde, sanki dindar ailelerin tamamı küçük kızlarını örtünmeye zorluyor iması taşıyan ve bunu cehalete bağlayan genelleyici beyanlarda bulunarak kendisiyle de çelişti. Gelelim kamuda başörtüsü meselesine. Aslında bu konu da abartılarak tartışılıyor. İşin gerçeği, tesettürlü hanımların kamusal alanda görünme gibi bir talepleri yok. Nitekim Gül’ün Çankaya’daki eşli resepsiyonuna başörtülü katılım hiç de öyle “izdiham” oluşturmadı. Kamuda görev alma bahsinde ise genel şablonlar yerine, başlıkları tek tek ele almak lâzım. Bu konuyla ilgili olarak Prof. Ergun Özbudun, hizmet verenlerin hepsinin yasağa tâbi olup olmayacağının ayrıca düşünülmesi gerektiğini ifade ederken, “Hakim, savcı, emniyet veya silâhlı kuvvetler mensubu dinî sembol taşımamalı. Onun dışında teknik düzeyde hizmet verenlerin yasağa tâbi olmamaları savunulabilir” (Fadime Özkan, Star, 25.10.10) görüşünü dile getiriyor. Meselâ “Avukatlar başörtülü olabilir” diyor. Aynı şey özellikle öğretmenler, akademisyenler, sağlık hizmeti veren doktor, hemşire ve ebeler, bürokrasideki uzmanlar için de geçerli. Kamunun yasaklardan arındırılmasını konuşurken, özellikle ve öncelikle sivil alanın her kademesindeki yasak uzantılarının da kalkması; oralarda başörtülülere yapılan bilumum haksızlıkların da giderilmesi gerektiği unutulmamalı. Ve nihayet, kamusuyla, özeliyle bütün buralarda, kadının yaratılış özelliklerini, anne ve eş olma vasıflarını dikkate alan bir yaklaşımın gözardı edilmemesi de çok önemli. Başörtüsüyle de olsa, kadın, fıtratıyla çelişen ortamlara katılmaya zorlanmamalı, özendirilmemeli ve teşvik edilmemeli. Yasağa karşı verilen haklı mücadele, konunun bu boyutunu gözden kaçırtmamalı. Tesettürün mânâ ve hikmeti unutulmamalı. 12.11.2010 E-Posta: [email protected] |