Cevher İLHAN |
|
Yığılı gündemin yığıntıları… |
Elazığ-Karakoçan’da 51 vatandaşın vefat ettiği ve bir o kadarının yaralandığı 6 büyüklüğünde ve 8 şiddetindeki depremle Türkiye’nin gerçek gündemi âdeta üstüne yığıldı. Depreme hazırlık, binaların elden geçirilmesi, iletişim zaafları, âfet bölgesine intikal ve müdahâle, 1999 Marmara ve Düzce depremlerinden bu yana yeniden yoğun tartışmaya açıldı. Depremin nüfusun kısmen seyrek olduğu bir bölgede olması, hafif atlatılan musibet için bir nevi son bir “uyarı” ve “ders.” Aslında bu durum, son onbir yılda ciddî tedbirlerin alınmadığı, altyapı iyileştirmesinin yapılmadığı İstanbul’un yanısıra Doğudan Batıya bütün Anadolu’nun aynı tehlikeyle karşı karşıya olduğunu ortaya çıkarmakta. Peşinden dün Adana-Aladağ’da 4 büyüklüğünde meydana gelen deprem, konunun öneminin teyidi olmakta… Başbakan yine fatura ve bedeli, “şüphesiz kerpiç yapılanma”ya veriyor. Görünen o ki ilk günde bini aşan artçı sarsıntılar sürdükçe, deprem konusu gündemin başında yer alacak. Konu bir süre konuşulacak. Dileriz, bundan böyle büyük bir bölümü deprem kuşağı üzerinde bulunan ülkede temelli tedbirler savsaklanmaz, politik atışmaların hayhuyu arasında ötelenip unutulmaz…
ANKARA-WASHİNGTON FAY HATTI… Deprem, başta hükûmetin “mini paket”le gündeme getireceği anayasa değişikliklerini ve özellikle son günlerin temel tartışma konusu Amerikan Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’ndeki “Ermeni soykırımı tasarısı”nın onaylanması oyununu, haliyle gölgeledi. Ancak demokratikleşme, AB müzâkere süreci ve her 24 Nisan öncesinde peryodik bir kriz olarak Ankara’nın önüne getirilen “soykırım” spekülasyonları, deprem gibi Türkiye’nin canlı gündemindeki birçok gerçeği ve gerilimi açığa çıkarmakta… Gerçek şu ki son demde “soykırım bühtanı”yla ABD’nin “model ortak” Türkiye’yi birkaç oya fedâ etmesiyle, Ankara-Washington fay hattında olup bitenler, dış politikadaki kırılmayı bir defa daha deşifre etmekte. Kararı esefle karşılayıp tarihsel gerçeklikten uzak ve tek yanlı bulan Cumhurbaşkanı Gül’ün “Türkiye-ABD ilişkilerine yakışmamıştır” tepkisi, bunun ifâdesi. Gül’ün Obama’dan “ricası”na rağmen kendi ifâdesiyle,“Sonucun, Güney Kafkasya’da halklar arasında kalıcı dostane ilişkilerle barış ve istikrar tesisine zarar verdiği” yorumu, ABD’nin yalnız “siyasî çıkarları”nı öncelediğinin ve “stratejik müttefikliği” hiçe saydığının göstergesi. Cumhurbaşkanı, “Bu oylamanın her alanda neden olabileceği olumsuz sonuçların sorumlusu Türkiye olmayacaktır” şikâyetinde bulunuyor; lâkin bizzat ağırlığını koymasını istediği Obama’dan ve Amerikan yönetiminden, göz göre göre Türkiye aleyhindeki bu emr-i vakiye seyirci kalmasının sebebini sormuyor! İlk hükûmet açıklamasında, “Türk ulusunun işlemediği bir suçla itham eden bu tasarıyı kınıyoruz” deniliyor. Ancak her fırsatta “model ortaklığı”yla övündüğü Amerikan yönetiminin bu “itham”a arka çıkmasının izâhı istenmiyor!
ANKARA “RESMEN” GEÇİŞTİRİYOR! Şu çarpıklığa bakın: AB ülkeleri İtalya ve Fransa’dan sonra Belçika da Marksist bölücü terör örgütüne karşı büyük operasyonlar düzenliyor. Yıllardır Türkiye aleyhine yalan yanlış propagandalarda bulunan Roj Tv’nin Brüksel’deki merkezini basıyor. Çok sayıda PKK’lıyı gözaltına alıyor. Buna mukabil ABD, Bush döneminden beri Ankara’nın listesini Beyaz Saray’a ilettiği Amerikan işgali altındaki Irak’ta lüks içinde serbestçe dolaşan yüzlerce terörist başından bir tekini dahi teslim etmiyor. Ve bütün bunlara karşı sâdece “soykırım” isnadını kabul eden üyeleri sert bir biçimde eleştiren ve oylama biçimini “bir senaryo ve komedi” olarak nitelendiren Erdoğan, bu hususta ciddî bir tavır koymayan Obama yönetimine en ufak bir tâ’rizde bulunmuyor. 1991 Körfez Savaşı’na ve 2003 Irak işgaline onay veren, iki yıl önce Yahudi gazetesi “Forward”a verdiği demeçte, “Ben daha Demokrat olmadan önce bile bir Siyonisttim” diyen Yahudi kökenli Komite Başkanı California milletvekili Howard Berman’a bir şey söylenmiyor. İşin ilginç yanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı, son anda “soykırım” iddiasına “evet” diyen komite üyelerini yerden yere vuruyor; ancak bu üyelerin oylama öncesinde “Beyaz Saray’da bir toplantıda ‘tâlimat’ aldıkları” tesbitinin üzerinde durulmuyor. Ne Cumhurbaşkanı, ne Başbakan ve ne de Dışişleri Bakanı, Türkiye’nin şimdiye kadar her yıl milyonlarca dolar ödediği Yahudi lobisinin “İsrail’le ilişkiler” bahanesiyle Türkiye’nin aleyhindeki tahrik çalışmasına da tek kelime tepkide bulunmuyor. Yığılı gündemin yığıntıları ve enkazı altında kalan Ankara “resmen” geçiştiriyor… Yere göğe sığmayan dış politikada “sıfır problem” sarsıcı akıbeti ortada…
tıklayın! 09.03.2010 E-Posta: [email protected] |